Aşağıdaki mektuplara başlamadan önce daha evvel yayımladığımız mektuplara bakmanızı tavsiye ediyoruz.
Sevgili kendime mektuplar – I
Sevgili kendime mektuplar – II
Sevgili kendime mektuplar – III
Sevgili Pelin,
Hiçbir şey sormadan, hiçbir neden aramadan ve yıpratmadan birbirimizi aylardan Ağustos’a geldik.
Üç dört gündür karnımda tekrar bir ağırlık hissi başladı. Güven üzerine düşünüyorum. Evlerde, sokaklarda, biriyle ya da yalnızken… Gündüzleri ve geceleri, otobüslerde, metrolarda ya da yürürken… Aradığım, içimde hissetmek istediğim şey güven. Karnımla ve şimdi seninle bunu konuşuyorum.
Bu şehrin bütün mahallelerine gidiyorum. Metro hatlarını baştan sona turluyorum. Bazen her istasyonda gitmem gereken yaşlı bir insan oturuyor. Tek tek, şikayet etmeden, sabırla onlara eşlik ediyorum. Onların evlerinde de aradığım şey güven.
Dışarıdan ve insanlardan korkmak diye bir şey varmış. Son bir senede çok yol katettim ama akşamları hala gerginim. Psikiyatristim “Bunun bir ilacı yok, terapiyle geçecek” diyor, ve beni çok azimli buluyor. Ben de kendimi çok azimli buluyorum. Son mektubunda sormuştun bana “Peki ne oldu?” diye. Bunun cevabı ikimizde. Biraz senden biraz benden dolayı. Yani biraz uzak geçmişten biraz da yakın geçmişten.
Bugünlerde özellikle bizi uzun zamandır tanıyan insanların bazen “Eskisi gibisin” bazen de “Eskisi gibi değilsin” yorumlarıyla karşılaşıyorum. Önceden her yorumun üzerine düşünürdüm. Bazen üzülür bazen sevinirdim. Sonra daha uzaktan baktım bize. ‘Eski Biz’ in uyuduğunu hayal ediyorum. Uyuyakalmış ve çok güzel bir rüya görüyor. Bir kış günü Ankarada’ymış ve trenle Kars’a gidiyor. Rüya bu ya, hemen dönmesi gerekiyormuş. Bu sırada uyanması gerekiyor. Ama o uyanmıyor. Ben de uyandırmıyorum.
Başından hastalık geçen insanlar eskisi gibi olamayabiliyor. Günün getirdiklerinin kıymetini bilmenin peşine düştüm. Geçmişi eşelemek, tekrar tekrar düşünmek alınacak derslerden başka keder yaratıyor bende. Bu yüzden bıraktım düşünmeyi. Şu an nasılım? Bazen sadece sesleri ve sessizliği dinliyorum. Böylece uçuşan kafamı yakalamaya çalışıyorum. Yoksa çok savruluyorum. Savrulmak, parçalanmak, parçalarının sana seslenmesi… Bana ne diyorlar, ne anlatmak istiyorlar?
“Hayır Ingeborg
İz bırakmaz insanı.
Hiçbir iz beni bırakmadı
Hiçbir iz onu bırakmadı
Ve biz bu izlerle eskisi gibi olamıyoruz” *
Biz ikimiz; sen siyahken beyaz olan ben, sen ateşken su olan ben, sen cesurken korkak olan ben… Bir bütün olmak kolay değil. Açıklayamam, benzetirim, yaklaşırım belki ama Edip Cansever’in şiirindeki gibi masanın üzerine koyamam.
Karnımı karnınla değiştirmeyi isteyemem. Mutluluğunu, huzurunu kollarım. Sana böyle anlarda bir kuş uçururum. Dalına konacak olan, benden sana haber getirecek olan bir kuş.
Aynalarda karşılaşıyorum seninle. Bir çift göz sana bakıyor böyle anlarda. “Ben neyim?” diyorum. Yabancılar bizi tanımak istediklerinde hep aynı soruyu soruyor. Hep aynı hatayı yapıyor. “Pardon sizi şey sandım” diyorlar. Biz şey’le açıklanabiliyoruz. Arkasını getiremiyorlar. Bizden “Yok ben şey değilim” dememizi bekliyorlar. Şey ancak her şey ile açıklanabilir. Biz kocaman bir kavrama sığabilecek kadar dar, hiçbir şey olamayacak kadar da genişiz.
Böyle olmanın bir bedeli varmış. Bazen görünmez olmak istiyorum. Biri iki kere dönüp bakınca garip hissediyorum. Bedenimde biriken bakışlar karnımda sıkışıklık yaratıyor.
Kendimi kötü hissettiğimde en uzun oturduğum mahalleye gidiyorum. Bir kafesine oturuyorum. Kendimi güvende hissediyorum. Bilmenin güvenle bir ilişkisi var. Bildiğim semtler, çalışanlarını tanıdığım kafeler daha iyi hissettiriyor. İlk kez gideceğim hasta insanlarda da tedirgin oluyorum. Ama bu ilkler işimin bir parçası.
Hayatta kalmaya, geçinmeye, dil bariyerini aşmaya çalışırken kendimi fark etmeden es geçtim. Pas. En uygun kelime bu bence: Pas. Bütünlüklü algılamayı kaçırdım. Hayat bir bütünken her şeyi sıraya koysam bile ben kaçıncı sırada geliyordum, o listede var mıydım? Sen kendini listenden eksik etme.
Bu da böyle bir mektup oldu. Karnımla başladım, karnımla bitiriyorum. Karnımdakı sıkışıklık da seni çok seviyor, ben de. Yetişeceğiz gene birbirimize. Sana anlatmak istediklerimi sondan başa giderek yazdım ve ilk durak karnımdı.
Ağustos-23
Ulaş, Berlin
* Birhan Keskin
Dipnot 1: Yazıya katkısı için Ahmet Can Yılmaz’ a çok teşekkürler.
Foto: Ulaş Sona