Geçen ay 160. Kilometre, tüm şiirlerini Dünya İnancı: Tüm Şiirleri (1987-2012) başlığında piyasaya sürdüğünde, bu kitap ve özellikle Ahmet Güntan’ın sunuş yazısı Sami Baydar’ı yeniden tanımama, onu yeni bir gözle keşfetmeme önayak oldu. Şairi daha iyi anlamak için şiirlerine ek olarak Güntan’ın sunuş yazısında bahsettiği, Sami Baydar’ın Ömer Aygün’e yazdığı mektupları ve Necmi Zeka’ya verdiği röportajı da okudum. İkinci tanıma sürecinde aklıma iki edebiyat teorisyeninin edebiyat sistemleri ve bireysel beğeniler hakkında yazdıkları geldi. André Lefevere’e göre edebi bir eser bir dilden diğerine çevrilirken “yeniden yazılır” ve bu “yeniden yazma” eylemi politik ve poetik bir sistem içinde hem çevrilen eserin okuyucular tarafından algılanmasını hem de onun yazarının ününü yeniden şekillendirir. Lefevere çeviriye ek olarak bir eseri eleştirmenin, o eser hakkında bilgilendirme yazıları yazmanın veya bir eseri edebi kanona dahil etmenin de bir tür “yeniden yazma” eylemi olduğunu söyler. Lefevere bu argümanları geniş edebiyat sistemleri için yapmış, ancak teorisyenin argümanlarını yüksek lisansın ilk günlerinde okuduğumdan beri kişisel beğenimin şekillenmesi açısından da düşünüyorum. Bu noktada da bir diğer edebiyat teorisyeni Gérard Genette’in “yanmetin” ve “metin ötesi öğeler” olarak çevrilebilecek “paratext” ve “epitext” kavramları işin içine giriyor. Metine eşlik eden sunuş yazıları veya metinle bağlantılı olarak okuyabileceğimiz yazarla söyleşiler sayesinde o yazarın bendeki imajı, yazdıklarının anlamı ve ne yalan söyleyeyim ona duyduğum beğeni de kökünden değişebiliyor. Bazen inadım tutuyor gerçi, mesela Orhan Pamuk hakkındaki kötü eleştiriler bugüne kadar yazarın her yeni kitabına büyük bir heyecanla başlamamı değiştirmedi. Ya da hakkında yazılan hiçbir övgü Banshees of Inisherin’i izlerken sıkıntıdan patlayıp etrafımdaki herkesin bayıldığı bu filmi yeni bir gözle görmemi sağlamadı. Ama işte bazen bir kitabın sunum yazısındaki tek bir cümle tanıdığımı sandığım bir şairi yeni bir gözle görmeme sebep olabiliyor. Ya da düşünüyorum, kimi yazar ve şairleri aslında ait oldukları topluluk kültürlerinin kanonlarına eklememiz için neler yapmamız gerekiyor?
Kişisel hikayemde şiirle kurduğum gitgelli ilişki bazı şairleri geç tanımama sebep oldu. Şiirle ilgilenmeye lisede başladım, üniversite için İstanbul’a geldiğimde şiirlerimi dergilerde yayımlamama yardımcı olan kimi şairlerle tanışmıştım. Sonradan o şair arkadaşlardan birinin haklı bir şekilde “toksik” olarak tanımlayacağı birkaç “şair sofrası” deneyiminden sonra 2000’lerin sonlarında şiire küstüm. Hala arada sırada şiir okuyordum ama kimseyi eski günlerdeki gibi düzenli bir şekilde takip etmiyor ya da zamanında beğendiğim şairlere yaptığım gibi bazen birinin külliyatını ve hakkında yazılanları okuyarak tanımaya çalışmıyordum. Velvele’de Edebiyat Kolu’nu kurduğumuzda ve hemen ardından Yeryüzü Ağacı sayesinde LGBTİ+ şairlerle tanıştıkça şiirle yeniden barıştım, şiir öğrenciliğine geri döndüm. Yeniden şiirle uğraşmak çok güzel ancak geçen senelerde sadece okuduğum ancak iyice tanıyamadığım birçok şair var. Sami Baydar bu şairlerden birisi. 160. Kilometre’nin onun şiirlerini yeniden basması şairi daha iyi anlamak için yazdıklarını disiplinli bir şekilde çalışmam gerektiğini bana hatırlattı.
Dünya İnancı’nın yeni basımını okuyucuya sunan “Sami Baydar’ı Gerçekleştiren Geri Çekiliş” başlıklı yazısında Ahmet Güntan şairin 1990 yılında Merzifon’a geri çekilmesinden başlayarak yaşadıklarının yazdıklarını nasıl şekillendirdiğinden bahsediyor. Sami Baydar’la ilgili birçok yazı bu geri çekilişten bahsetse de 2012 senesinde kaybettiğimiz şair hakkında yazılanlar ürettiklerinin öneminin altını çizse de genelde karanlık anlatılar olarak kalmış. Yazılarda hep Sami Baydar’ın bu dünyaya ait olmayışını ve gencecik yaşta aramızdan ayrılışını okuyorsunuz. Her çok erken kaybettiğimiz şair gibi onun da ölümü ürettiklerini gölgeliyor. Buna rağmen Haydar Ergülen’in “Sami Baydar İçin Dünyadan 7 Cümle” yazısında bu gölgelemeye bir itiraz buldum. Yazının 3. cümlesinde Ergülen şöyle diyor:
3. Bu dünyadan değildi! Belki de böyle demek gerekiyor Sami için. Dünyayı çok, Sami’yi az yaşadık ama, onun şiirden öyküye, resme yazdığı çizdiği, dünyaya bırakıp gittiği, meraklısına armağan ettiği her şey, uzun Sami’yi upuzuuuuuun kılacak güzellikte, anlamda, kıymette ve bunun gibi… Varlığı armağandı Sami’nin, şimdi daha da…
Sami Baydar’dan bahsederken onun ölümünden kurtulamayan yazıları yazanları haksız bulmuyorum, ancak belki de Ergülen’in “yeniden yazımının” ışığında onun şiirlerine, öykülerine ve resimlerine baktığımda genç yaştaki ölümünden daha çok şey görüyorum. Mesela Vişne şiirini okuduğumda bu meyveyi daha güzel anlatan bir şairi olabilir mi diye soruyorum kendime. Varla Yok Arasında’nın Manzara bölümündeki şiirlerin okuyucuyu bir lunapark trenine binmiş hissine kaptırmasını, manzaradan çıkınca başımın dönmesini büyük bir hayranlıkla seviyorum. Yine 160. Kilometre’den çıkan Gece Çıkış Yolu Bulamadım: Ömer Aygün’e Mektuplar’da adeta bir Sami Baydar sergisini geziyormuşum hissini şaşırarak deneyimliyorum. YKY’den yayımlanmış ancak artık baskısı tükenmiş Sese Gelen Sevgili: Toplu Öyküler kitabını açan “Rüyalarsa, Dünyadan Çıkış Yolları” başlıklı söyleşisinde Necmi Zekâ’ya verdiği cevaplarda hem Sami Baydar’ı daha iyi anlıyorum, hem de rüyaların önemini bir de onun gözünden görüyorum. Sami Baydar’ı okudukça, onun geride bıraktığı yazınsal mirası disiplinli bir öğrenci gibi çalıştıkça şiirin bazen en zor sorulara en güvenilir cevaplar verebileceğini yeniden keşfediyorum. Ancak Sami Baydar birbirinin içine geçen bu deneyimlerden daha fazlasını okuyucuya sunabilecek bir şair. Bu yazıyı yazmamın, Velvele’de yayımlamamın nedeni de biraz bu “fazlalıkla” alakalı.
Ahmet Güntan bahsettiğim sunuş yazısında şöyle diyor:
Ölümünün üstünden zaman geçip onu yaşarken tanıyan bizler de teker teker sahneden ayrıldığımızda, Sami Baydar’ın İstanbul’da tam çiçek açmaya başlamışken Merzifon’a geri çekilmesi olayı ileride şekil değiştirerek bambaşka anlamlar kazanabilir. Bu ihtimale karşı şunu hatırlatmak isterim: Sami Baydar’ın geri çekilişini doğru anlamak istiyorsanız yapacağınız değerlendirmede denişikliğini** mutlaka göz önünde bulundurun. Onun geri çekilişi ahlaki bir tavır takınmak değildir— acı dolu bir vazgeçiştir, bunu iyi anlamak gerekir.
** ”Denişik”, queer.
Sami Baydar’ı okurken denişikliğinin akılda tutulması çok önemli. Şiirinde dünyayla uyumsuzluğu oldukça net. Ancak şiirlerini queer bir gözlükle okuduğumuzda yepyeni anlamların(ın) kapısını aralıyoruz. Mesela yine Varla Yok Arasında kitabında yer alan Hayal şiirini düşünelim.
Dünyadaki
günlerin hepsiydim.
Hayaller
silikti.
Silinmiş
rüyalar gibi.
Silinmiş sevgiler
korkuyorduk
aşkımızdan bile.
Reddetmekti
benim değildi.
Kelimeler vermedik
birbirimize bilerek.
Aşk seviniyordu
bir kişiyle.
Sevgilim var benim.
Sevinç duyanlar
rüyalar gibi.
Hayal sevinci kaçmış queer aşkın en duru hali gibi tınlıyor. Yeryüzü Ağacı’nda yayımladığımız şiirleri takip edenler bilecektir. Queer aşkın tek bir hali yok. Bazen dolu dolu çağlayıp herkese meydan okuyan bir deneyim olabilirken, bazen kapalı perdeleri ardına, dört duvar arasına sıkışabiliyor. Sami Baydar’ın dizeleri kimi zaman bu darlanmayı görkemli bir sakinlikle anlatıyor. Nicholas’ın Portesi kitabında “Duygu Yaraları” bölümünden bir kıtaya da bakalım mesela:
Gözlerimden ufak gözleri var kuşların
ellerimse onların ayakları gibi.
Yürümek isterdim sevgilimin yolunda böyle
çektiğim acıları hiç tanımadan
bir selam bile vermeden.
Bu dizeleri ve Sami Baydar’ın diğer şiirlerini okuduğumda bizlerin yara almadan yaşayamadığımız aşkları ne kadar incelikli anlattığını da fark ediyorum. Bu yazıyı hazırlarken sayfalarca not aldım, hangi şiir benim hikayemin hangi köşesini anlattığını şiirlerin yanınahızlı hızlı yazdım. Hepsini bu yazıya taşımam elbette imkansız. Ancak bu zamana kadar Sami Baydar’ı okumadıysanız ya da şairin şiirlerini yeni bir gözle okumak isterseniz, sizin de benzer bir deneyim yaşayacağınızı düşünüyorum.
Bu da beni girişte bahsettiğim “yeniden yazma” kavramının bir şairin bir kanona dahil edilmesi versiyonuna getiriyor. Sami Baydar’ın Türkçe queer şiirdeki yerini daha çok konuşmalıyız. Onun şiirlerini okuyan LGBTİ+’lar olarak ne hissediyoruz? Yaşadıkları yazdıklarımızı nasıl etkiliyor ve yazdıkları yaşadıklarımızı nasıl aydınlatıyor? Bu soruların cevaplarını kafa kafaya verip birlikte bulmamız gerektiğini düşünüyorum. Yeniden yazma eylemi tek başına yapılabilecek bir şey değil. Bir yazar ve eserleri daha çok okundukça, haklarında daha çok tartışma yapıldıkça ortaya çıkabilecek bir olgu. Umarım şairin tüm şiirlerinin Dünya İnancı’nda yeniden basılması buna vesile olur.
Dünya İnancı: Tüm Şiirleri (1987-2012) 160. Kilometre’nin Shopier mağazasından temin edilebiliyor.