Köroğlu, Balkanlardan Kazakistan’a kadar çok geniş bir coğrafyada, birçok toplumda halk aşıkları, hikaye anlatıcıları tarafından, kahvehanelerde, şenliklerde yüzlerce yıldır anlatıla gelen bir kahramanlık destanı…
Üzerine pek çok folklorik-akademik araştırma yapılmış, doktora tezi hazırlanmış, yüzlerce kitap üretilmiş, filmleri çekilmiş, operaları sahnelenmiş, oldukça sevilen, popüler bir destan bu. Köroğlu, Türkiye’de halk kahramanı, Azerbaycan’da ulusal kahraman olarak görülen sembolik bir kişilik.
Şu ana kadar tespit edilebilen 196 kadar Köroğlu hikâyesi bulunuyor1. Destanın bütün versiyonlarında Köroğlu ile birlikte değişmeyen iki önemli kahraman daha var: biri çok sevgili “oğulluğu” Ayvaz, diğeri olağanüstü hünerleri olan Kırat.
Köroğlu ile Ayvaz arasındaki ilişkinin niteliğini merak edip araştırmaya yönelmemin nedeni halk arasında çok yaygın olarak kullanılan bir deyimin kafamı kurcalaması oldu.
Kahvehanede okey oynarken, saat geç olup da eve geç kalan amca telaşla masadan kalkar, “Bana müsaade, evde Köroğlu bekler.” der. Yaşlı teyze komşusuyla dertleşirken şöyle der:
“Ee ne yapacaksın, bir Köroğlu, bir Ayvaz baş başa kaldık işte!”
Bu deyim nereden geliyor ve ne anlatıyor diye düşünürdüm. Neden yaşlı karı-koca ilişkisine “bir Köroğlu bir Ayvaz” benzetmesi yapılır; neden yaşlı bir erkek “evde Köroğlu bekler” diye mazeret bildirir; eşinin adını anmayıp da neden “bizim Köroğlu…” der?
Acaba bu deyim kadın-erkek çiftlerin de yaşlanınca Köroğlu ile Ayvaz gibi “aynı duruma” düşmelerine; birbirlerine cinsiyet ifadesi olarak da benzemelerine veya çocuksuz yaşamak zorunda kalmalarına bir gönderme mi yapıyordu? Burada eşlerin yaşlanınca birbirine benzeyip “erkekleştikleri”ne, evliliklerinin iki erkeğin evliliğine (ya da birlikteliğine) benzediğine dair güçlü bir gönderme var; demek ki Köroğlu-Ayvaz ilişkisi bu duruma uygun bir örnek oluşturuyor diye düşündüm.
Doğu ozanlarının dilinden düşmeyen bu 32 kısım tekmili birden Köroğlu Destanı’nın iki kahramanı arasındaki ilişki gerçekten de bir baba-oğul ilişkisi miydi; iki yiğit cengaver arasındaki silah arkadaşlığı, sırdaşlık veya yıkılmaz bir dostluk muydu; yoksa Köroğlu’nun delidolu yaşamı gibi delicesine bir tutku, bir aşk mıydı?
İşte bu sorgulama Köroğlu destanlarındaki Köroğlu-Ayvaz ilişkisine daha yakından bakmamı beraberinde getirdi. İlgimin diğer nedeni ise tamamen politik.
Günümüzde Türkiye’de LGBTİ+ aktivistlerinin dişle tırnakla yürüttükleri eşitlik ve özgürlük mücadelesi sonucunda, erkeklerin kendi arasındaki aşk öyküleri daha çok görünür, konuşulur oldu. Konu kaçınılmaz olarak siyasetin de gündemine girdi. Siyasi İslamcı-Türkçü iktidar bu olguyu inkâr etmekte öncekilerle yarışıyor. Onlara göre bu, “Türk ve İslam ahlâkına aykırıdır ve ecdadımızda asla böyle şeyler yoktur”…
Bu homofobik nefret söyleminin 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tavan yaptığına, iktidarın başlıca kara propagandalarından biri haline geldiğine tanık olduk. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla evlenmesini istemiyorum arkadaş!” diyordu. Ankara’nın eski belediye başkanı Melih Gökçek ise sosyal medya platformlarında “Oğlunun erkek arkadaşı ile evlenmesini istiyorsan oylar Kılıçdaroğlu’na” yazılı görseller paylaşmıştı.
Buna karşılık “ecdadımızda böyle şeyler” olduğunu kabul ederek tartışmaya katılan modernist ve Kemalist çevreler ise bu bahiste daha çok Osmanlı Sarayı’ndaki “oğlancılık” veya günümüzde Tarikat-Cemaat yurtlarındaki yaşanan pedofili örnekleri üzerinde duruyorlar. Eşcinselliğin halk kültüründe yeri olmayan, sadece aristokrasiye, din ulemasına ait sınıfsal-kültürel bir sapkınlık olduğunu ima eden bir duruşla karşılık veriyorlar.
Homoerotizmi kriminalize etmek ve rakiplerini suçlama malzemesi olarak kullanmak her iki kesimin ortaklaştığı bir düzlem oluyor.
Ne var ki eşcinsellik sadece saraya, aristokrasiye ait değil; toplumun tüm kesimlerinde gizli veya açık olarak yaşanan, açıkça onaylanmasa bile bilinirliği olan bir gerçeklikti. Dün de böyleydi, bugün de. Tüm sınıflarda, tüm halklarda, tüm kesimlerde var olan bir olgu. Kendim de çok tanık olduğum gibi Anadolu’nun çoğu kentlerinin, kasabalarının ünlü “oğlancılık” öykü ve meselleri, kahvehanelerde, esnaf, arkadaş sohbetlerinde gürültülü, kimi zaman acımasız şakalaşmalara konu olabiliyor. Örneğin bir yöre için “onlar yorgansız yatar, oğlansız yatmaz!” diyebilirler. Ama bu açık sözlü konuşmalar resmiyette asla kabul edilmez, hatta belki bu nedenle cinayet çıkar! Bir başka yörede çok takdir ettikleri, yiğitlik gösterdiğini düşündükleri bir erkek için “hay yarağın yiyim!” diye iltifat edilmesi hiç garipsenmez.
Bu yazıda üzerinde duracağım örnek ise tamamen halk edebiyatına yansıyan, saz âşıklarınca çalınıp söylenen, kahvehanelerde, köy odalarında anlatılıp dinlenen ve halk kültürünün bir ürünü olan Köroğlu Destanı’na dayanıyor. Bu destan, bir erkeğin başka bir erkek için söylediği en duygulu aşk şiirlerini içeren nadir örneklerden biri. Köroğlu-Ayvaz Hikayeleri, toplumumuzun halk kültüründeki homoerotizmin, erkekler arası ya da erkeklere duyulan aşklarının halen yaşamakta olan en eski izlerinden biri olabilir; çünkü o, birçok halk ozanı tarafından yüzyıllar boyu -dönemin ahlaki normlarına da uydurulmaya çalışılarak- yeniden ve yeniden üretilip bugünlere taşınan bir gerçekliğe işaret ediyor.
Bu yazımda, işte aslında çok da göz önünde olmasına rağmen, deforme edilerek “resmi” ahlaki kalıplara uydurulmuş ama ne yapılırsa yapılsın, Köroğlu’nun Ayvaz’a duyduğu aşkın coşkusunu tam olarak örtmenin de başarılamadığı sıra dışı bir aşk öyküsünün tozlarını silkelemeye çalışacağım.
Sıradışı bir aşk öyküsü
Leyla ile Mecnun… Tahir ile Zühre… Ferhat ile Şirin… Kerem ile Aslı… Arzu ile Kamber…
Sözlü ve yazılı geleneksel Yakın Doğu edebiyatında aşka dair simgesel değerler taşıyan bu öyküler çok bilinen ve yüceltilen kalıplar içerir. Mecnun, aşkıyla deli divane olur çöllere düşer; Kerem yanıp kül olur; Ferhat dağları delerek imkansızı başarır. Aşkın insanı halden hale koyan, kah acizleştiren, kah güç veren, kah göklere uçuran gizemli gücünü anlatır bu aşk masalları.
Köroğlu ile Ayvaz ise ölünceye kadar süren bir birlikteliği, silah arkadaşlığını, bir sadakati ifade ediyor.
Bu hikayenin “erkekler arası bir aşkı” anlattığına ilişkin tartışmayı yapan ilk kişi ben değilim. 2000 yılında Kaos GL dergisinde “Şu bizim Köroğlu” başlıklı makaleyi yazan İbrahim, bu deyimlerden hareketle Köroğlu-Ayvaz hikayelerini dinleyen herkesin “orta derecede zeka düzeyiyle bile” aralarındaki ilişkinin çok özel niteliğini anlayabileceğini yazmıştı. Meraklarımızın bizi aynı sonuca götürmesi beni cesaretlendiren bir etken oldu.
İbrahim’den önce de Köroğlu-Ayvaz ilişkisinin homoerotik niteliğine dikkat çeken isimler olmuş. Homofobik ifadelerle de olsa buna ilk değinen kişi Macaristan Bilimler Akademisi üyesi Herrmann (Armin) Vambery. 1860’lı yıllarda Orta Asya’ya yaptığı seyahatlerde, Özbek, Türkmen, Tacik ve Azeri halkları arasında kalan ve oradaki halk kültürü, dili ve edebiyatı üzerine önemli derlemeler yapan Vambery’nin Köroğlu destanındaki Ayvaz karakterini “ayıplanası bir kişilik ve müstehcen işleri olan” biri2 olarak tanımlaması dikkat çekicidir. Ona göre Özbek ve Türkmenler henüz göçebe yaşamdan çıkmamış, gelenekleri henüz İslami eğitimden etkilenmemiş olduğu için “bu ahlak dışı utanılacak kusurdan habersiz” görünmektedirler.
Vambery’nin bu yaklaşımı, inceledikleri Doğu toplumlarındaki kültür ve gelenekleri ahlaki olarak yargılayan Oryantalistlerin tipik bakışını yansıtıyor. Bu ilişkide neden Köroğlu’nu değil de Ayvaz’ın kişiliğini hedef aldığını anlamaksa pek mümkün değil.
Günümüzde kimi yazarlar Osmanlı, İran ve Arap imparatorluk coğrafyalarında yaşanan eşcinselliği, günümüzün modern kavramlarıyla tanımlamanın güçlüğüne dikkat çekerler. James Neill de eşcinsellikle ilgili ahlakçı bakışın İslami toplumlara Batı-Hıristiyan egemenliği yoluyla taşındığını öne sürmekte3, Emevi, Abbasi, Safevi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerindeki edebi yazınlarda erkekler arasındaki aşkın hoş görüldüğüne dair bir çok örnek vermektedir.
Türkiye’de ise Köroğlu Destanları üzerine ilk ve en kapsamlı araştırmaların sahibi, doktorasını da bu konuda yapmış olan ünlü folklor bilimci Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Ayvaz’ın bütün rivayetlerde Köroğlu’nun aşık olduğu bir genç4 olarak tasvir edildiğini belirtir.
Yine homofobik ifadelerle de olsa bu ilişkiye değinen iki yazar daha var: Türk Edebiyatı tarihçisi Mehmet Kaplan, “Köroğlu’nu harekete sevk eden psikolojik faktörlerin toplumun şiddetle karşı olduğu gayri ahlâkî arzular”5 olduğu görüşündedir. Köroğlu’nun yaşamı üzerine çalışma yapan Hüseyin Seçmen de, Köroğlu-Ayvaz ilişkisinin baba-oğul olmanın çok ötesinde “sapık bir ilişki bile denebilecek nitelikte”6 olduğunu yazmaktadır.
Ziya Gökalp, Köroğlu’nun aslında gerçek bir kişilik olan Sultan Gazneli Mahmut olduğunu, öykünün sonradan destanlaştırılarak avamlaştırıldığını savunmaktadır7. Eğer böyleyse öykü yine hemcinsler arasında bir aşkla kesişiyor demektir. Çünkü Gazneli Mahmut ile hizmetkarı Melik Ayaz arasındaki ilişki Doğu toplumlarındaki erkeklere duyulan aşka bir örnek olarak kabul edilir8.
Köroğlu Destanı üzerine yüzlerce kitap, doktora tezi, makale yazılmasına; konferanslar, sempozyumlar düzenlenmesine; destanda geçen neredeyse her kıssanın, her deyimin, her motifin bile enine boyuna tartışılmasına rağmen Köroğlu-Ayvaz ilişkisinin homoerotik niteliği üzerinde durulmamış olması ilginç. Olguya sadece bir iki kelimeyle değinen bir iki araştırmacının ise konuyu çok fazla kurcalamak istemedikleri anlaşılıyor.
Köroğlu üzerine gerçekler ve rivayetler
Acaba Köroğlu, kurgulanmış hayali bir destan kahramanı mıdır; yoksa gerçek bir kişiliktir ama zamanla efsaneleşmiş, destan karakteri haline mi gelmiştir?
Saz aşıklığına ve sözlü anlatıma dayanan bu destan temelde iki ana versiyona ayrılıyor: Batı versiyonu, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği ve etkisi altındaki tüm bölgeleri kapsar; Azeri, Gürcü, Ermeni ve diğer Güney Kafkasya topluluklarının yanı sıra Kürtlere ait anlatımlar da Batı grubuna dahil edilir. İstanbul-Bolu Rivayeti, bu versiyonların ana temasını oluşturur. Doğu versiyonu ise Özbek, Türkmen, Tatar gibi daha çok Safevi İmparatorluğu etkisi altındaki bölgelerde geçerlidir. Daha sonra Rus İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği alanında kalan bölgelerdir bunlar. Azerbaycan anlatımlarını aslında Batı ile Doğu arasında bir bağlantı kümesi saymak da mümkün.
Destanının Doğu versiyonlarında eski Orta Asya Türkmen rivayetlerinde “Mezardan doğan kişi” anlamında “Gor-oğli” anlatısı temel alınırken; Batı versiyonları gözleri kör edilerek cezalandırılan babasından mülhem “Körün oğlu” anlatısı esastır. Doğu versiyonlarında o, soylu ve adil bir bey olarak tasvir edilirken; Batı versiyonlarında beylere karşı savaşan, yol kesip haraç alan, gözüpek bir eşkıya olarak yer alır. Buna karşın hikâyenin omurgasını oluşturan öğeler çok fazla değişmez.
Köroğlu’nun 16. yüzyılda yaşamış gerçek bir kişilik9, ünlü bir Celali isyancısı olduğuna dair güçlü veriler de vardır. Nitekim 1942’de İsmail Hakkı Uzunçarşılı aracılığıyla Ankara Başbakanlık Arşivinde ulaşılan Osmanlı Mühimme Defterlerindeki fermanlar ışığında onun muhayyel bir şahsiyet değil, Celalî eşkıyası olduğu belgelenmiştir. Celalî isyanları sırasında -çocuk kaçırılması dahil- arşiv kayıtlarına geçmiş pek çok olayın, destanın çeşitli varyantlarında anlatılan olaylarla örtüştüğü görülür10.
Destanın bu kadar geniş bir alana yayılmasının nedeni de Celalîlerin özellikle Osmanlı Asya’sının tamamında hareket halinde olmalarıydı. Aynı dönemlerde Safevi İmparatorluğunda ve genel olarak Kafkasya’da da benzer nitelikteki ayaklanmalarla bir duygudaşlık oluşturarak, Türkmen ve Azeri asıllı âşıklar tarafından da benimsenerek taşınmıştır diyebiliriz. Gerçek Köroğlu’nun Kafkas halklarıyla bir biçimde ilişki içinde olması, oralara kadar bizzat gitmiş olması da mümkündür. Bir kez “efsane” haline geldikten sonra destanın her yöre ve dönemde buna uygun adaptasyonlar geçirmesi, katmanlaşması kaçınılmazdır. Bu kadar uzun soluklu bir destandaki tüm şiir ve öykülerin bir tek kişinin ürünü olması da mümkün değildir. Sonuçta sözlü edebiyat kolektif ve anonimdir ve bu destan da bunun bir örneğidir; her bir varyasyonu toplumsal bir ihtiyaca dayanır, sınıfsal gerilimleri ifade eder, siyasi ve kültürel sorunları, beklentileri yansıtır.
Nihayetinde Köroğlu hikayesi gerçekliğe dayansa da geleneksel bir halk eğlencesi olma özelliği taşıdığını, abartma, komikleştirme öğelerinin de ön planda olduğunu unutmamak gerek. Onu ulus ötesine taşıyan, zamana dayanıklı kılan yanlarından biri de mizahıdır.
Köroğlu anlatımları aynı zamanda müziklerle, mizah malzemeleriyle süslenen bir gösteri sanatıdır. Çeşitli ve anakronik yolculuklara çıkarılması, bu malzemeyle bol bol yeni versiyonlar yaratılması, onu her defasında yeniden üreten sanatçılarla ve izleyen kitle ile ilişkilidir.
Ayvaz’ın kaçırılması
Destandaki Köroğlu-Ayvaz ilişkisi, Köroğlu’nun bir kasap başının henüz bıyıkları terlememiş oğlu olan Ayvaz’ın güzelliğini duyarak, onu çeşitli oyun ve hilelerle zorla kaçırarak Çamlıbel’e getirmesiyle başlar. Ayvaz’ın kaçırılma hikayesi destanın bütün varyasyonlarında olan ortak bir temadır. Kaçırılmaya sevk eden itici gücün Köroğlu’nun Ayvaz’a aşık olması destanın en eski versiyonlarında çok açıkken, ilerleyen süreçlerde bu kaçırmanın nedeni Köroğlu’nun “evlat edinme” isteğine bağlanır.
Pederasti duyguların perdelenmesi kaygısıyla eklemlendiği belli olan bu “evlat edinme” gerekçesi anlatımlarda öylesine eklektik durur ki, örneğin neden öksüz-yetim, çok küçük yaşta ve korunmaya muhtaç birinin değil de, anası babası belli, bakıma muhtaç olmayan “güzelliği dillere destan” bir delikanlının evlatlık seçildiği konusunun ayakları hep havada kalır. Evlat edinmenin rızayla değil de “kaçırmayla” gerçekleşmesi de inandırıcı biçimde gerekçelendirilemez. “Evlat edinmek için kaçırdı” kalıbı yeterli sayılır. Basitçe bir “dağa oğlan kaldırma” vakasını “evlat edinme” olarak günün ahlaki normlarına uydurma kaygısı tüm Köroğlu versiyonlarının en acıklı çabasını oluşturur.
Ayvaz için söylenmiş, bestelenmiş şiirler bir evlat, baba-oğul ilişkisini değil, tutkulu bir cinsel eğilimi / aşkı ifade eder. Köroğlu, Ayvaz’a olan aşkını kimliğinin ayrılmaz bir parçası sayar. Kendini tanıtırken şöyle der:
“Adımı sorarsan Uruşen Ali, Aba ecdadımdan adım Köroğlu (…), Ayvaz’ın sevdası serinde gerek”
Ayrıca bu birlikteliğe bir kutsallık da atfeder:
“Mevlâ’m bizi yoldaş etti / Ali’yinen Veli’yinen / Açlar doyar susuz kanar / Leblerinin balıyınan.”11
Ayvaz’a duyduğu sevginin homoerotik içeriği hiç de gizli saklı değildir oysa:
“Ayvaz’ın geydiği ensiz dolama / Ayvaz’a durun selama
Bir nur doğmuş âleme / Ayvaz göğsünü açtı sandım.”12
Oğlunu Leyla’ya, kendini Mecnun’a benzeten kaç “baba” vardır ki?
“Âşıklığa vardır meyli / Riyazet13 eylemiş hayli
Ben Mecnûn olayım sen Leylî / Düşüp çöllere, çöllere / Gel Ayvaz’ım dolaşalım Çamlibelleri…”14
Konuyu çalışırken, başlangıçta Köroğlu-Ayvaz ilişkisini öncelikle “klasik bir aşk öyküsü” gibi tanımlamak eğilimindeydim. Kaçırılma hikayelerine odaklandığımda ise henüz ergen olmayan bir delikanlının kaçırılmasının, düpedüz “pedofili” olarak tanımlanması gerektiği ve bunun karşılıklı bir aşk ilişkisi olarak tanımlamayacağı sonucuna vardım. Ayvaz’ın çocuk yaşta kaçırıldığı bütün rivayetlerde yer aldığına ve bunun cinsel bir güdü taşıması nedeniyle kaçırmanın, alıkoymanın, içerdiği cinsel şiddet itibariyle günümüzdeki tanımıyla bir pedofili vakası olarak da tanımlamak gerekiyor.
Devamında iki taraflı olmaktan ziyade Köroğlu’ndan gelen tek taraflı abartılı bir tutku olduğu; Ayvaz tarafındaki karşılığının çok net ifadesini göremediğimiz bir ilişki gibi görünüyor. Gerçi geleneksel halk aşığı klasiklerinde de kadınların erkeklerin sevdasına verdiği karşılık oldukça ölçülü biçimlerde işlenmiştir. Cinsellik ve erotik imalar oldukça zayıftır. Kadınların daha edilgen, daha az hevesli ama daha sadık partnerler olarak resmedilmeleri onlara biçilen rol modeline uygun bir erkek bakışını ifade eder. Bu hikâyede de Ayvaz’ın daha az hevesli ama itaatkar, kabullenici ve sadık bir motif olarak gösterilmesi bu “kadınsı” rolle ilgili olabilir.
Eşkiyanın çocukları dağa kaldırmasının, cinsel suistimal babından bu yüzyılların vakayi adiyesi olmakla beraber; Ayvaz’la ilişkinin sadece kaçırılmakla kalmayıp ölünceye kadar süren bir birlikteliğe dönüşmesi öyküyü en ilginç kılan yanlardan biridir. Bir yanıyla da kaçırılarak veya geleneklerin zoruyla çocuk yaşta zorla evlendirilen annelerimizin hikayesine benzer biçimde bir sadakate, ölümüne bir bağlanmaya dönüşüyor.
O halde bu ilişkiyi nasıl tanımlayabiliriz? Tıpkı çoğu kız çocuk kaçırma vakalarında olduğu gibi, kızın bir kez dağa kaldırıldıktan/kaçırıldıktan sonra “namusunun kirlendiği” ve asla geri dönemeyeceği, dolayısıyla “kaderine razı gelmek, ona katlanmak” gibi bir zorunlulukla karşı karşıya olması Ayvaz için de geçerli olabilir mi? Destan bize Ayvaz’ın güzelliği kadar, yiğit ve gözüpek bir savaşçı haline geldiğini de anlatıyor. Kadınlar gibi aileye muhtaç olmak ve özellikle de çocuk sahibi olup onları korumak gibi bir engeli olmadığına göre, Ayvaz’ı kalmaya ikna eden şey ne idi? Ayvaz, yetişkin, cesur bir savaşçı olmasına rağmen neden ölünceye kadar Köroğlu ile birlikte kalmaya devam etti?
Ayvaz’ın Çamlıbel’de Köroğlu ile birlikte kalmaya devam etmesini “baba ihtiyacından” çok, zamanla Köroğlu’nun kendisine biçtiği “rolü” kabul etmiş olduğu çıkarımıyla açıklayabiliriz. Köroğlu’nun aşkı zamanla karşılık buldu mu? Ayvaz’ın birçok versiyonda Köroğlu’yla ters düşüp ona savaş açtığı hikayeler de var. Fakat bunlar özellikle ”kıskançlık” ile ilgilidir ve sonuçta tekrar barışıp-kavuşma ile sonuçlanır.
Öte yandan Köroğlu’nun Ayvaz için giriştiği savaşlar, Truvalı Helen için göze alınan savaşlarla boy ölçüşecek niteliktedir. Üstelik Ayvaz’a aşık olan başka eşkıya başlarına, destan kişilerine de tanık oluruz.
Kurbanların faillerle bir tür duygusal bağ kurmaları günümüzde “Stockholm sendromu” olarak adlandırılıyor. Bu da bize Ayvaz’ın çocukken zorla kaçırılmış olmasına rağmen, genç bir savaşça haline gelmesinden sonra, yaşlanıp “Bir Köroğlu Bir Ayvaz!” kalıncaya kadar bile halen neden Köroğlu’nun yanında kalmaya devam ettiğine dair cevaplar barındırabilir. Belki de buna özgün olarak “Ayvaz sendromu” demeliyiz.
“Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk 1500-1900” adlı çalışmasıyla Droe Ze’evi bu boşluğa ışık tutuyor. Örneğin onun bu çalışması sayesinde Köroğlu gibi Karagöz oyununun da homoerotizm örnekleriyle dolu olduğunu görüyoruz. Ze’evi, Karagöz-Hacivat oyunlarındaki cinsiyet sınırlarını aşma/ihlal etme durumlarına dair örnekler sunar. Karagöz, Hacivat’la ve diğer erkek karakterlerle “oğlancılıkla” ilgili kelime oyunları yapma, şakayla da olsa kendini onlara cinsel partner olarak sunma fırsatını asla kaçırmaz. “Binmek” ve “vermek” gibi sıradan sözcüklerin anlamını altüst edip cinsel çağrışımları açığa çıkarır. Kendi oğluna bile böyle takılır. Arkadaşlarına sık sık “oğlan pezevengi” der. Oyunda, homoerotik eğilimler ayıp ya da yasak değil, “normal” cinselliğin bir parçası olarak görülür. İşin lafta kalmadığı, pratiğe döküldüğü hallere dair Deli ile Karagöz’ün dudak dudağa öpüşmesi sırasında Deli’nin Karagöz’ün dilini ısırdığı sahneyi örnek verebiliriz.”15
Kimi yazarlar Osmanlı, İran ve Arap imparatorluk coğrafyalarında yaşanan eşcinselliği, günümüzün modern kavramlarıyla tanımlamanın güçlüğüne dikkat çekerler. Hatta Neill, eşcinsellikle ilgili ahlakçı bakışın İslami toplumlara Batı-Hıristiyan egemenliği yoluyla taşındığını öne sürmektedir. Emevi, Abbasi, Safevi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerindeki edebi yazınları inceleyen araştırmacılar da erkekler arasındaki aşkın hoş görüldüğüne dair birçok örnek vermektedirler.
Kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkinin çok katı kurallarla belirlendiği böylesi toplumlarda veya askeri kışlalar, cezaevleri, yatılı okullar, gemiler gibi tecrit edilmiş mekanlarda eşcinselliğin “durumsal” olarak ortaya çıktığını savunan görüşler de vardır.
Köroğlu-Ayvaz birlikteliğinin çok kullanılan bir deyim haline gelip ölünceye ve yaşlanıncaya kadar sürecek olması önemli bir ayrımı gösteriyor.
Ne var ki bu durum Köroğlu-Ayvaz ilişkisinin erotik içeriğini değiştirmez. Tıpkı “oğlancılık” gibi biseksüellik de, aktif olmak şartıyla erkek üstünlüğünün bir yansıması olarak görülür. Yani güçlü, yiğit bir erkeğin pek çok kadınla birlikte olabilmesi gibi; genç oğlanlara ilgi duyması, onlarla yatıp kalkması kusur sayılmaz, üstün bir özelliktir bile denebilir.
Bu yazı elbette çok daha kapsamlı bir çalışmayı gerektiren, İslam’da ve Doğu kültürlerinde eşcinsel aşkı tüm boyutlarıyla tanımlama iddiası taşımıyor. Köroğlu efsanesi ve ona ait kollar sadece Sünni İslam’a değil, bir çok varyantta Aleviliğe, Bektaşiliğe, Ehl-i Hak inancına ve Hz. Ali’ye de göndermelerde bulunuyor. Dolayısıyla popüler bir tartışma konusu olarak Aleviliğin kökenleri ve İslam’la ilişkisi gibi; erkekler arası aşka, cis-heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelim ve kimliklere nasıl baktığıyla ilgili çalışmalar yapılması bu nedenle çok yararlı olacaktır
*
Köroğlu gibi neredeyse kahramanlığı ve yiğitliği tartışılmaz bir tabu haline gelen gerçek veya epik bir kahramanın bir erkeğe duyduğu aşkın üzerindeki tozları silkeleyerek görünür hale getirmek, onun halk nezdindeki itibarına, kabullenilişine bir meydan okuma değil; insana ve tüm toplumlara ait gerçekliklerin isimleri konularak kabul edilmesiyle ilgili bir sorundur.
Köroğlu gibi “halk kahramanı” sayılan birinin bir erkeğe aşık olması, onun üzerine çok güzel şiirler yazıp, bestelemiş olması kötü bir şey değil. LGBTİ+ / queer literatüründe “açılma” ya da “dolaptan çıkma” diye bir kavram var. Kişilerin kendi cinsel kimliklerini, kendi istekleriyle açıklamaları ve bundan gurur duymalarını ifade ediyor. Destanlar üzerinde böyle bir çalışma yaparak Köroğlu ve Ayvaz ilişkisini “dolaptan çıkarmayı” denedim.
Bu çalışmanın tamamının bir kitap olarak okuyucu ile buluşması mümkün olur ve gereği gibi tartışılırsa çok sevineceğim.
Berlin 2023
Editörü notu: Recep Maraşlı’nın bu yazısı yayına hazırlanırken kitap müjdesi de geldi. “Bir Köroğlu Bir Ayvaz: Sıradışı Bir Aşk Öyküsü” online olarak satışta, çok yakında raflarda.
- Bu yazının Velvele’de yayımlanmasına vesile olan Ahmet Can Yılmaz‘a teşekkürler.
Görsel, Nuray Ertığrak’ın Köroğlu Destanı adlı kitabının kapağından alınmıştır.
Dipnotlar
- Doç.Dr. Doğan Kaya, “Köroğlu’na Ait Yeni Bir Kol: İran Seferi“,VI. Uluslararası Köroğlu Sempozyumu” Bildiriler Kitabı, Bolu, 2017 s.242-247 ↩︎
- Herrmann Vambery (1832-1913); Çagataische Sprachstudien, F.A. Brockhauss, Leipzig, 1867, s.35. ↩︎
- James Neill, “The Origins and Role of Same-Sex Relations In Human Societies”, McFarland, 2008 ↩︎
- Pertev Naili Boratav, “Köroğlu Destanı”, Adam Yayınları, 1983, İstanbul, s.53-55 ↩︎
- Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar III: Tip Tahlilleri, İstanbul 1991, s. 102-103. ↩︎
- Hüseyin Seçmen, “Köroğlu, yaşamı, sanatı, şiirleri”, Deniz yayınları, İstanbul, 1983, s.118-119 ↩︎
- Pertev Naili Boratav, “Köroğlu Destanı”, Adam Yayınları, 1983, İstanbul, s.137 ↩︎
- Neill, James; “The Origins and Role of Same-Sex Relations In Human Societies”, 2008. McFarland. s.308. ↩︎
- Mehmet Fuat, “Köroğlu“, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s. 9. ↩︎
- P.N. Boratav, “Köroğlu Kimdir”, Folklor ve Edebiyat II, 1983, s.237,240; Keza:P.N. Boratav, İslâm Ansiklopedisi, “Köroğlu” maddesi, c.6, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, s.912 ↩︎
- http://dogankaya.com/fotograf/Koroglu-Done_%20Hanim_Kacirmasi.pdf ↩︎
- Hüseyin Seçmen, “Köroğlu,yaşamı, sanatı, şiirleri”, Deniz Kitaplar Yay., İstanbul, 1983. 20, s.161 ↩︎
- Riyazet: yiyip içmeyi azaltarak nefsi terbiye etmek. ↩︎
- Öztelli, (1953) s.62-53; Sadık Gürbüz bu şiirin iki kıtasını seslendiriyor; 8 no’lu Albüm, “Yine O Sevda” (2002), 12. Parça “Ayvaz Güzellemesi”. Bu şiirin bir de “Döne”ye uyarlanmış bir versiyonu vardır. ↩︎
- Droe Ze’evi, ”Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk 1500-1900”, Çev: Fahri Aytuna, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2009 ↩︎