Aktivist ve Akademik Kökenlerden Şekillenen Bir Alan
Orijinali 1 Mayıs 2018 tarihinde The American Historical Association (Amerikan Tarihi Derneği) yayını Perspectives on History’de yayımlanan bu makale, AHA’nın özel izniyle Türkçeleştirildi ve son okuması İlker Hepkaner tarafından yapıldı.
Susan Stryker, 1980’lerde Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nin tarih bölümünde yüksek lisans yaparken Mormon kimliğinin ve topluluğunun gelişimi üzerine bir tez yazdı. Doktorasını bitirmek üzereyken de cinsiyet uyum sürecine girdi. “Erken 19. yüzyıl dini ve kültürel tarih çalışan, açık kimlikli bir transseksüel olarak tarih alanında istihdam edilme ihtimalinin sıfır olduğunu söyleyeyim,” diyor alaycı bir şekilde.
Mecburen, trans tarihi hakkında yazmaya girişti: “Resmi akademik eğitimden dolayı bunu yaptım ve çeyrek yüzyıl önce açık kimlikli bir trans olarak istihdam edilebilme koşullarından dolayı stratejik ve taktiksel olarak bunu yaptım.” Bunu takip eden süreçte, akademik dergilerde makaleler yayınladığı, sergiler ve kamu tarihi programları ürettiği, San Francisco’daki GLBT Tarih Derneği’nin yönetici direktörü olarak görev yaptığı ve San Francisco’daki Compton Kafeteryasında 1966’da gerçekleşen trans isyanı hakkındaki Screaming Queens belgeseli ile Emmy Ödülü kazandığı 17 yıllık bir kariyer yaptı. Stryker 2009 yılında Indiana University Bloomington’a Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Bölümü’nde kadrolu profesör olarak çalışmaya başladı ve o yıldan 2013’e kadar AHA’nın (American Historical Association/Amerikan Tarih Derneği) LGBTQ Tarihçiler Çalışma Ekibi üyesiydi. Stryker, nihayet istihdam edilebileceği bir akademik alanın kurulmasına bilfiil yardım etmişti.
Günümüzde trans çalışmaları ve trans tarihi akademik çalışma yapılabilen alanlardır: Transgender Çalışmaları Seçkisi’nin iki cildi, bir akademik dergi (TSQ: Trans Studies Quarterly), önemli üniversitelerin yayınlarından çıkan bir çok yeni veya yayına hazırlanan kitap ve trans çalışmaları veya trans tarihi üzerine araştırma yapmak ve ders vermek isteyenlere yönelik güncel iş ilanları vardır.
Ne var ki, transların kamusal alanda artan görünürlüğüne paralel olarak akademide yaşanılan gelişmeler, transların yaşamlarını denetlemeye yönelik siyasi çabalar eşliğinde gerçekleşiyor. Bu, kamu alanlarına ve sağlık ve ekonomik güvenlik gibi temel ihtiyaçlara erişebilmeyi de içeriyor. Bir düzineden fazla eyalet 2017’deki “tuvalet yasalarını” gündemlerine aldı ve Human Rights Campaign (İnsan Hakları Kampanyası) ile Trans People of Color Coalition (Beyaz Olmayan Translar Koalisyonu) göre translara, özellikle de beyaz olmayan trans kadınlara karşı şiddet artmaya devam ediyor. Trans tarihi, bir çok şey tehlike altındayken ve nihayet önemseyen bir kitle varken, aciliyet duygusu ve potansiyel ile dolu bir alandır.

Trans tarihinin akademide ortaya çıkışından önce, transların yaşadığı deneyimler hakkındaki yazıların çoğu ya tıp uzmanları ve psikologlar tarafından ya da otobiyografi şeklinde translar tarafından yazılmıştır. Birçok trans, Leslie Feinberg’in Trans Savaşçılar: Jeanne d’Arc’tan Dennis Rodman’a kadar Tarih (Transgender Warriors: Making History from Joan of Arc to Dennis Rodman) (1996) gibi popüler çalışmalarda kendileri ile tarihsel özneler olarak karşılaştılar.— “Tarihte kendimi bulamadım” diye yazmıştı Feinberg. “Bana benzer hiç kimse var olmamış gibiydi.”
Bilimsellik açısından, çoğu akademisyen Yale tarihçisi Joanne Meyerowitz’in Cinsiyet Nasıl Değişti: Amerika Birleşik Devletleri’nde Transeksüellik Tarihi (How Sex Changed: A History of Transsexuality in the United States) (2002) kitabını temel referans olarak alır. Kuşkulu Bedenler: Amerikan Interseks Tarihi (Bodies in Doubt: An American History of Intersex) (2009) kitabının yazarı Elizabeth Reis (Macaulay Honors Coll., CUNY), “Kitap çıktığında, bir alan yaratmaya doğru ilerleyen uzun bir yol kat etti,” diyor. Reis, “diğer tarihçilerin dipnotlara bakarak materyal bulmak için nereye başvurabileceklerini görmeye başlayabilecekleri bir yazılı tarihe sahip olmak önemliydi” diyor. Bir diğer önemli zamanda, Transgender Studies Reader‘ı (Transgender Çalışmaları Seçkisi) (2006’da yayınlanmış ve 2013’te ikinci cildi çıkmıştır) editörlerinden biri olan Stryker, kısa bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri’ndeki transların tarihi hakkında genel okuyucuya hitap eden Transgender History (Trans Tarihi) kitabını yayınladı.
Stryker’a göre, günümüzde akademisyenler trans tarihine iki şekilde yaklaşıyorlar. İlkinde, tarihçiler, geçmişte yaşamış insanları, onlar kendilerini bu şekilde etiketlemeseler bile trans olarak analiz ederler. Trans Tarihi’nde Stryker transı, “doğumda atandıkları cinsiyetten uzaklaşan kişileri ifade etmek için” kullanır. Bu terim sadece 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmış olsa da, birçok akademisyen bu tanımı faydalı ve metodolojik olarak özgürleştirici bulmaktadır. Yakın zamanda yayınlanan True Sex: The Lives of Trans Men at the Turn of the Twentieth Century (Gerçek Cinsiyet: Yirminci Yüzyılın Başında Trans Erkeklerin Yaşamları) (2017), kitabının yazarı Emily Skidmore (Texas Tech Univ.) “Transgender terimi modern olsa da, insanlar çok uzun zaman boyunca bir cinsiyetten diğerine geçmiştir Trans tarih de bu harekete bakar.” diyor.
Rutgers Üniversitesi’nden doktora adayı Jesse Bayker de buna katılıyor. ABD’de 19. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar toplumsal cinsiyet sınırlarını aşan kişileri inceleyen Bayker şöyle diyor: “Bana göre, trans tarihi aslında kişisel bir yeniden keşif, dönüşüm ve insanların kimliklerini değiştirme olasılıklarıyla ilgilidir.” Bu bağlamda, toplumsal cinsiyet sınırlarını aşanların karşı karşıya kaldıkları toplumsal damgadaki değişimler, devlet ve tıp kurumlarıyla etkileşimleri, sosyal ve politik aktivizmleri gibi konuları kapsadı.

Bu tür bir tarihsel araştırma kayda değer arşivsel zorluklar sunar. Skidmore’un da belirttiği gibi, “marjinalleşmiş her türlü topluluk, geleneksel arşivlerin içinde kendi kaynaklarını bulmakta zorluk çekmiştir.” Bayker, kaynaklar olduğunda ise çoğu zaman “kolluk kuvvetleri, hakimler, gazete muhabirleri, yani dışarıdan bakan insanlar tarafından üretilmiştir” diyor. Ve bu kaynakların çoğu transların öznelliklerine dair sadece marjinal bir ima sağlar. Reis, bir keresinde bir kişinin fiziksel özelliklerini doktorun o kişinin cinsiyetine dair değerlendirmesiyle uygun hale getirecek genital ameliyatı “inatla” reddettiğini tarif eden bir doktor raporuna rastlamıştı. Rapor hiçbir ek açıklama sağlamadığından, akademisyenlerin bu öznenin içselliğine dair ellerindeki tek ima “inatla” olmuştu. Trans sesler mevcut olsa bile, akademisyenler onları göründüğü gibi kabul etme konusunda temkinli davranırlar – trans sesler genellikle arşivlerde, üzerlerinde kontrolü olan yetkililerle etkileşimde bulunduklarında ortaya çıkar ve Skidmore’un da belirttiği gibi, bu bağlamlarda, “trans kişi muhtemelen hayatına devam etmesini sağlayacağını umduğu cevapları veriyordu.”
C. Riley Snorton (Cornell Univ.), alana yaklaşmanın ikinci yolunun, değişimi incelemek için bir çözümleme şeklinde, transı daha soyut düşünmek olduğunu söylüyor. Black on Both Sides: A Racial History of Trans Identity (2017) (İki Tarafta da Siyah: Trans Kimliğin Irksal Tarihi) adlı kitabında Snorton, transı “net bir kökeni ve varış noktası olmayan bir hareket” olarak tanımlıyor. Toplumsal cinsiyet sınırlarını aşmayı tanımlamaktan daha fazlası olarak trans, toplumsal cinsiyetin kendisini bir kategori olarak istikrarsızlaştırır. “Kimin erkek, kimin kadın olduğuna nasıl karar veriyorsunuz? Pratiği ve geniş bir yelpazedeki cinsiyetlendirilmiş pratiklerin varlığını nasıl anlıyorsunuz?” diye sorar Stryker. Bu yorumlama, bilimi geçmişte transları geçmişte aramaktan uzaklaştırıp transı dünyayı görmek için bir lens olarak kullanmaya doğru harekete geçiriyor. Toplumsal cinsiyet kategorileri ve insan farkının diğer biçimleri hakkında yeni sorular sormaya izin veriyor.
Snorton ve Stryker, transa dair bu bakışın, beyaz olmayan kadınlar ve queerlerin aslen öncülük ettiği feminizm biçimlerinden kaynaklandığını söylüyor. Gloria Anzaldúa ve Audre Lorde gibi düşünürlerin “etteki teori” denilen şeyi geliştirdiğini açıklar Stryker. “This Bridge Called My Back” metninde (1981) Chicana (Meksika kökenli) feminist Cherríe Moraga, etteki teoriyi “hayatımızın fiziksel gerçeklerinin – ten rengimizin, üzerinde büyüdüğümüz toprak ya da betonun, cinsel arzularımızın – hepsinin, zorunluluktan doğan bir siyaset yaratmak için birleştiği” bir alan olarak tanımlar. Trans bilimi, “normatif olmayan toplumsal cinsiyet, uyumsuz cinsiyet, cinsiyet değiştiren, cinsiyet azınlığı” olarak üretilen bilgi türlerini dikkate aldığında dünyanın neye benzeyeceğini” sorar, diyor Stryker. Bu bilim, diyor, “ampirik arşiv araştırmalarının yanı sıra kültürel teoriden çokça yararlanıyor ve bir noktada oldukça felsefi bir hale geliyor.”
Bu şekilde göz önüne alındığında, trans tarihi, toplumsal cinsiyet tarihine ve LGBT tarihine de bir giriş noktası sunmaktadır. Toplumsal cinsiyet tarihi, diyor Stryker, çoğu zaman kadınların tarihsel itaatini gözeten “toplumsal cinsiyetin ikili modeli üzerine kurulmuştur” “İki toplumsal cinsiyet olduğunu ve bunlardan birinin diğerine tabi olduğunu söylemek,” diyor, “ilk etapta bu koşullara” nasıl vardığımıza dair daha büyük bir süreci “maskeler”. Stryker, trans tarihin transların hayatlarını belgelemenin ötesinde, kadınların yanı sıra “iki baskın kategoriden birine uymayı başaramayan insanları” tabi kılan ikili cinsiyet sisteminin eleştirisini kolaylaştırdığını söylüyor.
Benzer şekilde, trans tarihi LGBT tarihini eşcinsel arzu veya cinsellik çalışmasının ötesine iter. Bayker, “Sadece eşcinsel arzuyu incelememiz gerektiğini ve bunun bize LGBT tarihi hakkında bilmek istediğimiz her şeyi öğreteceğini söylemek bir hata olur” diyor. Stryker, eşcinsel arzuyu incelemenin aynı zamanda “cinsiyetin” sabit bir kategori olduğunu varsaydığına dikkat çekiyor. Trans tarihi, cinsiyet ifadesinin (sadece cinsellik değil), aksi kanıtlanana kadar geçmişteki insanların heteroseksüel olduğunu varsayan sosyal önyargılara da karşı çıkabileceğini gösterir diyor. Ancak akademisyenler, trans tarihinin LGBT tarihine derinden borçlu olduğu konusunda hemfikir. Birçoğu yine 1990’ların başında ortaya çıkan queer teoriyle çekirdekten yetişir ve bu alanları birbiriyle gerilim içinde görmeye karşı uyarıda bulunurlar.

Trans akademinin geleceği için halen birçok imkan vardır. Tarihçiler, trans cinsiyet ifadesinin cerrahi veya hormonlar yoluyla bedensel müdahale gerektirdiğini varsayan sözümona tıbbi modelle baş etmelidir. Bayker, tarihçileri trans tarihini özellikle de modern tıp teknolojisinin gelişiminden önceki daha uzak geçmişe götürmeye teşvik ediyor . Bunun, “insanların, bedenlerini değiştirmeden kimliklerini değiştirmesinin nasıl bir şey olduğunu” düşünmemize yardımcı olabileceğini söylüyor. “Trans deneyim sadece tıbbi müdahaleyle ilgili değildir”, diyor. Yine de, tıbbi söylem trans kimliğinin ortaya çıkışı için çok merkezi olduğundan, akademisyenler da bunu daha çok dikkate almayı öneriyorlar. Snorton, “Translarla çalışan hekimlerin, psikiyatristlerin, sosyologların metinleri, akademik çalışma açısından daha ziyade bunu desteklemiştir” diyor.
Kültürel teorisyenlerin ve aktivistlerin ırk ve cinsiyetin kesişimleri hakkında yaptığı çalışmalar olsa da, birçok akademisyen, beyaz olmayan transların hayatları hakkındaki akademik çalışmaların görece eksikliğine dikkat çekmektedir. Skidmore, “Şimdiye kadar konuştuğumuz konular oldukça beyaz olma eğilimindedir” diyor. Akademisyenlerin “daha fazla beyaz olmayan transların tarihini kurtarabilmesini” umuyor. Reis, “Irk ve trans kimlikleri arasındaki ilişki, önümüzdeki birkaç yıl içinde akademisyenler tarafından takip edileceğini hayal ettiğim bir istikamet”, diyor.
Birçokları için, bu konu son derece kişiseldir ve trans tarihini okuyanlar veya trans olarak, akademide her zaman hoş karşılandıklarını hissetmemelerine rağmen çalıştıkları bir konudur. Stryker’ın da açıkladığı gibi, kadın ve toplumsal cinsiyet tarihi çalışan akademisyenlerin bazıları, trans tarihinin “öncelik verdikleri şeyi değersizleştiren” bir şey olduğunu düşünüyor. Bazı akademisyenler, trans tarihi ve trans çalışmalarının bazı tepkilerle karşılaştığını kabul ediyor. AHA’nın 2015 LGBTQ Çalışma Ekibi raporu, bir tarihçinin çalışmasının bir Amerikan tarih dergisindeki “ABD tarihine trans çalışmalarını sokmasını, akademik olmaktan ziyade bir “manifesto” olarak” nitelendiren bir kör hakem tarafından reddedildiğini söyleyen bir deneyim içeriyor. Daha halka açık olan bir başka örnekte, 2017’de birkaç trans akademisyen, popüler bir kadın çalışmaları çevrimiçi tartışma grubu olan WMST-L’yi , kadın olmanın ne olduğunun temel belirleyicisinin biyolojik üreme olduğunda ısrar eden tartışmalara moderatörlerin müdahale etmemesi üzerine boykot çağrısında bulundu.
Transların düşmanca yasalar, olumsuz siyasi söylemler ve şiddet dalgalarıyla eşzamanlı olarak artan medya görünürlüğünü yaşadığı bir zamanda, akademisyenler trans tarihi çalışmanın özellikle değerli olduğunu söylüyorlar. Bayker, “Bugün pek çok insan trans [konuları] hakkında konuşuyor” ve trans yaşamları yoluna koymanın ne anlama geldiği hakkında “verimli bir konuşma yapabilmek için tarihi gerçekten bilmemiz gerekiyor”, diyor. Skidmore, “Trans bedenlerle ilgili pek çok siyasi söylemin altında yatan şey, onların yeni ve tehdit edici oldukları” fikridir diyor. Trans tarihinin, “inanılmaz bir gücü olabilir, çünkü transların yeni olmadığını gösteriyor; uzun zamandır buralardalar.” diyor.
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.