Haziran tüm coşkusu ve sıcaklığıyla kendini ilk günden hissettirmeye başladı. Rengârenk bayraklar saklandıkları yerlerden çıktı. “Ah o eski yürüyüşler…” ile başlayan cümleler çoktan kuruldu. Sabırsızlıkla beklediğimiz Onur Ayı nihayet gelip çattı! Haziran hepimizin bildiği üzere queer sanatçıların, aktivistlerin ve kültür üreticilerinin görünürlüğü için büyük önem taşıyor. Farklı disiplinler arasındaki örgütlenme pratikleri üzerine düşünürken sanat alanındaki üretimlerin önemini de her daim vurguluyoruz.
Queer sanat, şartlar ne olursa olsun bugüne ve geleceğe her daim umutla yaklaşan bir yapıya sahip. Bunun yanında geçmişten beslenmeyi de ihmal etmiyor. Şimdi bugünden yaklaşık yüz yıl öncesine, Onur Haftası’nın henüz kutlanmadığı, örgütlenmenin küçük gruplarla sınırlı kaldığı zamanlara gidiyoruz. Geleneksel olarak tanımlanabilecek sanat teknikleriyle queer eserler üreten Fransız illüstratör George Barbier’in renkli sanatına bakıyoruz.
1882 yılında Fransa’nın Nantes şehrinde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan George Barbier, sanat eğitimi almak üzere École Régionale du Dessin et des Beaux-Arts’a kaydolur. Okuldan aldığı eğitimi pekiştirmek için ise Académie Julien’da Fransız ressam ve heykeltıraş Jean-Paul Laurens’in atölyesinden resim dersleri alır. Akademinin geleneksel sanat eğitimi bir süre sonra Barbier’e sıkıcı gelmiş olacak ki kendini farklı arayışlar içerisinde bulur. Paris’e yerleşmesiyle beraber artık kendi sanat kariyerini inşa etmenin vakti gelmiştir. Tam bu zamanlarda Paris’te gerçekleştirdiği müze ziyaretleri sebebiyle sanat anlayışını derinden etkileyecek olan Neoklasizm (Antik Yunan ve Antik Roma dönemine ait tarzların yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkan bir akım) ve milattan önce altıncı yüzyılda İtalya Toskana’da yaşamış antik bir halk olan Etrüsklerle tanışır. Neoklasisizm akımının önemli temsilcilerinden Antoine Watteau ve Dominique Ingres’in resimleri, Barbier’in figüre olan yaklaşımını ve estetik duyarlılığını etkiler. Barbier, Paris’in dallanıp budaklanan kültür sanat ağı sayesinde kendini kısa sürede farklı disiplinlerin içinde bulur. Moda tasarımından tiyatroya, magazin editörlüğünden sanat yazarlığına birbirinden farklı alanlarda çalışma imkânı yakalar. Tüm bu iş yoğunluğunun arasında sanat üretimini de aksatmaz. 1910’lu yılların başında pochoir (stencil ve şablon anlamına gelen Fransızca bir kelimedir. Art Deco dönemi boyunca lüks Fransız kitap ve dergi yayınlarında sıklıkla kullanılır.) tekniğini kullanarak kontrast ve parlak renklere sahip ilk illüstrasyonlarını üretmeye başlar. Bu dönemde moda, sanat ve mimarlık alanlarını derinden etkileyen Art Deco (Art Nouveau sanat akımının devamı ve aynı zamanda bu akıma tepki olarak 1920’li yıllarda Paris’te ortaya çıkmıştır. Mimari, dekoratif sanatlar ve mobilya alanında geometrik desenlerin başrolde olduğu, yüksek el işçiliği gerektiren bir tarzdır.) akımı ile tanışır.
I. Dünya Savaşı’nı sırasında moda ve sanat dergileri yayıncılığa geçici olarak ara verse de Barbier, Art Deco tarzını yansıtan üretimler gerçekleştirmeye devam eder. 1917 ve 1921 yılları arasında her yıl farklı temalara odaklanan almanaklar yayımlar. İllüstrasyon, şiir, şarkı ve hikâyelerden oluşan La guirlande des mois isimli ilk almanağını 1917 yılında çıkarır.
1919 yılına geldiğimizde ise Birinci Dünya Savaşı sonrası modadaki radikal değişimi tasvir eden ve kendi tarzını bulmasını sağlayan üçüncü almanağını yayımlar. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği bağımsızlığın ardından, geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri değişikliğe uğrar. Kadınlar oy kullanma hakkı elde edip ev içindeki rollerinden aniden sıyrılırlar. Gündelik hayatta gerçekleşen bu değişiklikler, giyim kuşama da yansır. Barbier’in resimlerinde takım elbise giyen kadınlar bu değişimi sembolize eder. George Barbier’in savaş sonrası illüstrasyonlarında takım elbiseli kadınlar, ilk bakışta cinsiyetini okuyamadığımız androjen ve zarif figürlere dönüşür. Örneğin 1925 tarihli L’Automne (Sonbahar) illüstrasyonunda dış mekândaki bir Eros heykeline yaslanmış iki figür görürüz. Şapkası elinde oturmuş dinlenen kadının hemen yanında ayakta duran takım elbiseli, son derece şık bir kadın yer alır. Barbier’in kadın figürlerini geleneksel cinsiyet rollerinin dışında resmetmesi, potansiyel olarak ikili cinsiyet normlarına karşı bir direniş olarak okunabilir. Bu tarihten itibaren George Barbier’in illüstrasyonlarına queer ilişkiler hakim olmaya başlar.


Yine sanat tarihi referanslarından beslenen illüstrasyonlarında Yunan mitolojisindeki figürlerin cinsiyet rollerini sorgular. Mitolojide aşk, seks ve şehvet tanrısı olarak bilinen Eros, Barbier’in dünyasında masküleniteden tamamen uzaktır. Kadın ve erkek arasındaki keskin sınırlar artık bulanıklaşmıştır. Barbier’in çağına göre iddialı olan queer figürleri bir süre sonra kadın homososyalliğine doğru evrilir. Issız plajlar, lüks evlerin havuzları, dans partilerinin verildiği saraylar ve şehirden uzak bahçeler Barbier’in illüstrasyonlarında kadınların bir araya geldiği ve ilişkilendiği mekânları oluşturur. Le Feu (Ateş) isimli illüstrasyonunda iki kadın arasında gerçekleşen homoerotik bir yakınlaşmaya şahit oluruz. Queer özneler arasındaki bu beklenmedik yakınlık, iç mekânlarda daha belirgin hale gelir. L’Aveu difficile (Zor Bir İkna) isimli resimde el ele tutuşmuş iki kadın görürüz. Solda yer alan kadın, yüzü öteye dönük ve beden dilinden okunabildiği üzere kararsızdır. Kadınların diz çökerek el ele tutuşmaları, evlenme teklifini akıllara getirir. Örnek olarak verdiğim illüstrasyonlarda olduğu gibi resimlerin altında yer alan isimler, hikâyeleri çözümlememize yardımcı olur.


George Barbier, queer ilişkileri açığa çıkardığı illüstrasyonlarını üretirken edebiyat alanından isimlerle temas halindedir. O dönemlerde 1911’deki ilk sergisinin katalog metnini yazan şair Pierre Louÿs ile yakın arkadaştır. Louÿs ve Barbier zamanlarının büyük bir kısmını beraber geçirip edebi ve sanatsal olarak birbirlerine ilham verirler. Barbier, Louÿs’in Türkçeye Bilitis’in Şarkıları olarak kazandırılan ve lezbiyen şiirlerden oluşan derleme kitabı için kadınlara odaklanan illüstrasyonlar resmeder. Bu illüstrasyonlar, Bilitis’in Şarkıları kitabında olduğu gibi kadınların özgür benliğini, çıplaklığını ve şehvet dolu homoerotizmini kutlar. Louÿs ve Barbier’in kitap üzerinden gerçekleştirdikleri bu işbirliği, sanat ve edebiyat alanında tanınmalarına büyük katkı sağlar.
(Kaynak & Fotoğraf: Jean Bloch & Christies)
George Barbier, illüstrasyonlarında queer öznelere sıklıkla yer verse de sanatçı biyografilerinde kendi kimliğine dair bilgiye pek rastlanmaz. Hatta yakın çevresi tarafından özel hayatını gizli tutmayı tercih eden biri olarak anılır. Buna rağmen dönemin çoğunlukla kültür sanat alanında görünürlük elde etmiş LGBTİ+ sanatçılarla kurduğu dostluklarla bilinir. İllüstrasyonlarına ilham veren, Fransa’nın o dönemki queer kültürüne alan açan mekânlarına da sık sık ziyaretler gerçekleştirir. Vefatından hemen önce ise Robert de Montesquiou, Paul Iribe, Pierre Brissaud ve Georges Lepape gibi yazar ve sanatçılarla üretken dostluklar kurar.Barbier, büyük bir görünürlük ve başarı elde ettiği sırada henüz elli yaşındayken aniden vefat eder. O dönemde yirmi yılı aşkın süredir emek verdiği illüstrasyonları Art Deco akımının önemli örnekleri olarak gösterilir. Çoğu sanatçının başına geldiği gibi ölümünden sonra yavaş yavaş unutulur. Zamanında Paris’te hatırı sayılır bir üne kavuşan Barbier, yalnızca illüstrasyon sanatıyla ilgilenen küçük bir kitle tarafından bilinen birine dönüşür. Fakat 2008 yılı Georges Barbier ve zamansız sanatı için önemli gelişmelere sahne olur. İtalya Venedik’te bulunan Fortuny Museum, George Barbier: The Birth of Art Deco isimli geniş çaplı bir retrospektif sergisine ev sahipliği yapar. Bu sergi sayesinde Georges Barbier’in illüstrasyonları büyük bir izleyici kitlesine ulaşır. 2017’de Londra’daki Victoria & Albert Museum’da gerçekleşen Being Human Festival kapsamında ise queer sanat çevresi tarafından yeniden keşfedilir. Barbier’in edebiyat, sanat, moda, tiyatro ve dans gibi birbirinden farklı alanlar arasında gezinen gösterişli ve bir o kadar da renkli sanatı, kendine yüzyılı aşkın bir süre sonra yeni yollar bulur. İkili cinsiyeti reddeden, kimliğin sınırlarını aşan bu yollar, nihayetinde queer sanat tarihine alternatif bir bakış açısı ve derinlik kazandırır.
George Barbier, illüstrasyonlarında queer öznelere sıklıkla yer verse de sanatçı biyografilerinde kendi kimliğine dair bilgiye pek rastlanmaz. Hatta yakın çevresi tarafından özel hayatını gizli tutmayı tercih eden biri olarak anılır. Buna rağmen dönemin çoğunlukla kültür sanat alanında görünürlük elde etmiş LGBTİ+ sanatçılarla kurduğu dostluklarla bilinir. İllüstrasyonlarına ilham veren, Fransa’nın o dönemki queer kültürüne alan açan mekânlarına da sık sık ziyaretler gerçekleştirir. Vefatından hemen önce ise Robert de Montesquiou, Paul Iribe, Pierre Brissaud ve Georges Lepape gibi yazar ve sanatçılarla üretken dostluklar kurar.Barbier, büyük bir görünürlük ve başarı elde ettiği sırada henüz elli yaşındayken aniden vefat eder. O dönemde yirmi yılı aşkın süredir emek verdiği illüstrasyonları Art Deco akımının önemli örnekleri olarak gösterilir. Çoğu sanatçının başına geldiği gibi ölümünden sonra yavaş yavaş unutulur. Zamanında Paris’te hatırı sayılır bir üne kavuşan Barbier, yalnızca illüstrasyon sanatıyla ilgilenen küçük bir kitle tarafından bilinen birine dönüşür. Fakat 2008 yılı Georges Barbier ve zamansız sanatı için önemli gelişmelere sahne olur. İtalya Venedik’te bulunan Fortuny Museum, George Barbier: The Birth of Art Deco isimli geniş çaplı bir retrospektif sergisine ev sahipliği yapar. Bu sergi sayesinde Georges Barbier’in illüstrasyonları büyük bir izleyici kitlesine ulaşır. 2017’de Londra’daki Victoria & Albert Museum’da gerçekleşen Being Human Festival kapsamında ise queer sanat çevresi tarafından yeniden keşfedilir. Barbier’in edebiyat, sanat, moda, tiyatro ve dans gibi birbirinden farklı alanlar arasında gezinen gösterişli ve bir o kadar da renkli sanatı, kendine yüzyılı aşkın bir süre sonra yeni yollar bulur. İkili cinsiyeti reddeden, kimliğin sınırlarını aşan bu yollar, nihayetinde queer sanat tarihine alternatif bir bakış açısı ve derinlik kazandırır.
Ana görsel: George Barbier, Bilitis’in Şarkıları (Les chansons de Bilitis), 1922 (Fotoğraf: Pierre Corrard Koleksiyonu, Paris)
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.