Halkın bazı insanların neden trans olduklarına dair takıntısı, halihazırda ötekileştirilmiş bir topluluğa yük oluyor ve kimlik oluşumu hakkında daha ilgi çekici sorulara kafa yorma fırsatını kaçırıyor.
Bu yıl dünya çapında translar için zorlu bir zaman oldu: Amerika Birleşik Devletleri’nde 2020’de federal düzeyde yapılan bazı iyileştirmelere daha sonra eyalet düzeyinde karşı çıkıldı ve otuz üç eyalet hükümeti, transların (ve özellikle trans çocukların ve gençlerin) sağlık hizmetlerine ve destekleyici eğitim ortamlarına erişimini engelleyen “örnek yasa tasarıları” geliştirdi. Geçen ay (Mayıs 2021’de) Almanya ve İspanya‘da, yerel sosyal demokrat partilerin korkakça çekimser kalmasından sonra özbelirlenime yönelik hamleler yenilgiye uğratıldı. İngiltere’de karmaşık Cinsiyet Tanıma Yasası’nı reforme etmeye yönelik benzer çabalar 2018’de başarısız oldu ve bu yıl ABD Hristiyan sağı tarafından finanse edilen transfobik feministler, kazanılan trans haklarının kaldırılması için birbiri ardına dava açtı. Ve Macaristan’da Viktor Orbán, transların cinsiyetleri üzerinde herhangi bir hak talebinde bulunmalarını etkili bir şekilde yasaklamak için COVID-19’u bir fırsat olarak kullandı.
Bu bağlamda, yalnızca translara yönelik bu engellere ve saldırılara yanıt vermenin yanı sıra cinsiyet geçişinin ne anlama geldiğine dair kendi anlayışımızı sunmak da elzemdir. Trans özgürleşmesi tamamen defansif bir süreç olmayacaktır; fakat trans hareketleri tarafından elde edilen (genellikle gözden uzak) mevcut atılımlar üzerine bilinçli olarak inşa edilmelidir. Bu makale, cinsiyet geçişleriyle ilgili zararlı soruları, geçişlerin nasıl mümkün hale geldiğiyle ilgili sorular olarak yeni bir çerçeveye oturtmak yerine direkt olarak karşılamayı önererek bu inşa sürecine yaklaşıyor.
Bu yöntem, geçişle ilgili hem “eğer” hem de “neden” ile başlayan soruları bir kenara bırakmamızı sağlıyor. Geçişlerin nasıl geliştiğine odaklanmak, Julia Serano’nun trans meseleleri üzerine yazı yazmanın “etiyolojik”* saplantısı olarak adlandırdığı, bazı insanların neden trans olduklarına duyulan meraktan farklı bir konu. (Bu spekülasyona özellikle cis düşünürler eğilimli gibi görünüyor.) Serano, trans insanlara her an her yerde sıkça sorulan “Neden?” soruları hakkında şöyle yazıyor:
Nihayetinde bunun anlamsız bir soru olduğunu fark ettim. Gerçek şu ki ben transseksüelim ve varım, bu yüzden bir cisseksüelden [yani bir transeksüel olmayandan] daha aşağı hissetmem için meşru bir sebep yok. Kendi transseksüelliğimi kabul ettiğimde, “Transeksüeller neden var?” sorusunun sadece bir merak meselesi değil; aksine bir kabul etmeme eylemi olduğu benim için aşikar hale geldi. Çünkü bu soru her zaman, ona karşılık sorulabilecek şöyle bir soru olmadığı için ortaya atılıyor: “Cisseksüeller neden var?” Transseksüelliğin nedenini ortaya çıkarmaya yönelik bitmek bilmeyen arayış, transseksüel cinsiyet kimliklerini sürekli olarak sorgulanabilir bir durumda tutmak ve böylece cisseksüel cinsiyet kimliklerinin sorgulanamaz olmaya devam etmesini sağlamak için tasarlanmıştır.
Bu “etiyolojik zorunluluk” genellikle trans yazarlara itilerek tercihen detaylı çocukluk anıları ve çok önemli, dramatik bir keşif anıyla süslenmiş, cisgender normundan neden saptığımızın açıklanması beklentisiyle omuzlarımıza yükleniyor.
Bir başka sorgulama noktası geçişlerin meşru kabul edilip edilemeyeceğidir ve bu noktada Anglofon feminist felsefenin git gide sesi daha yüksek çıkan bir azınlığı, transların (ve çeşitli nedenlerle, özellikle trans kadınların) cinsiyet kimlikleri üzerinde geçerli bir iddiaya sahip oluşunu baltalamaya çalışmaktadır. Özellikle trans lezbiyenler, translıkları ile sapphic cinselliği birleştirmelerinin zararlı olduğu ve cisseksüel lezbiyenleri “sildikleri” suçlamasıyla karşı karşıya bırakılmakta. Şimdi bu soruları bir kenara bırakıp daha ilgi çekici bir şeye bakalım.
Cinsiyetler arasında geçişin pek tabii mümkün olduğunu verili olarak kabul ediyorum. Ancak bu, geçişin nasıl gerçekleştiğine dair tek bir görüş olduğu anlamına gelmez. Çoğunlukla başka transların yazılarına atıfta bulunarak, geçişlerin nasıl geliştiğine dair iki yaygın anlayış sunacağım. İlki, geçişleri transların kişisel düzeyde bir dizi engeli aşmasının bir sonucu olarak merkeze alır. İkincisi, cinsiyetlerimizin gerçekleşmesinde trans topluluklarının çalışmalarını ve oldukça özel insani gelişim uğraşımızı merkeze alır.
Bu iki anlayış ne bir rekabet içindedir ne de tamamen birbirine karşıttır. Çoğu trans insanın muhtemelen her gün ve tüm geçiş süreci boyunca, bu iki görüş arasında gidip geldiğini tahmin ediyorum. Her iki görüşün de bu dünyadan geçen trans kişiler ve topluluklar için faydaları var. Bununla birlikte, bu görüşler şu şekilde birbirinden ayrılabilir:
İlkinde geçiş, bireyin, toplumun cinsiyetlendirilmiş beklentileriyle “karşılaşmasını” farklılaştırması ile oluşur. Bu görüş bir bütün olarak alındığında “üstbelirlenim”e varan, “belirleyici” nitelikleri tanımlar: Belirli sayıdaki “işaretler” ile kişi kadın, erkek veya zor anlaşılır bir şekilde arada kalmış olarak algılanabilir. Translar, özellikle nasıl algılanacaklarına hakim olmak için mücadele ederler ve bu karşılaşma anına (rastlantısal etkileşim) alıştırmalar, edinilen tavırlar ve fiziksel değişiklikler ile hakim olmak geçişin odak noktasıdır.
Geçişe ilişkin ikinci görüş trans topluluklara ve bu toplulukların, karşılıklı birbirini tanıma esasını nasıl gerçekleştirdiklerine odaklanır. Bu görüşe göre kimlikler, bu bağlar içindeki geliştirici ilişkiler ve süreçlerden doğar. Bu serbest kolektifler yeni dilin, yaşam tarzına dair gelişmelerin ve kültürün eklemlenmesi için bir bağlam veya alan sağlar. Bu görüş, yalnızca böylesi bir yakınlık temelli gruplaşmaya has bir şekilde, içlerinden sıklıkla trans kimliklerin çıktığı, destek ve kaynak sunan çevreleri ön plana çıkarır.
1. Görüş: Karşılaşmalara hakimiyet olarak geçiş
Geçişe ilişkin ilk görüş, analitik bir görüştür: Cinsiyet tanınması, toplumsal olarak gelişen ve transların hormonlar, ameliyatlar, duruş veya konuşma eğitimleri, kıyafetlerini kullanma ve kimlik belgelerinde resmi değişiklikler yapma konularında ellerinden gelenin en iyisini yapmakla görevlendirildiği bir süreç olarak görülür. Transların kendilerini değerlendirirken, kendilerini hazırlarken ve dünyayla karşılaşırken yaşadıkları yargılayıcı anlara odaklanır.
Basit bir örnek vermek gerekirse: Geçiş sürecindeki bir kadının istediği gibi görünmesini sağlamada oje sürmek tek başına yeterli olmayabilir ancak uzun saç, belirli bir duruş, beş seans lazer epilasyon ve altı aylık hormon terapisi (HRT) ile birlikte oje işe yarayabilir. Geçiş, toplum tarafından nasıl okunmayı beklediğiniz konusunda toplumu bilgilendiren bir dizi belirleyici özelliğin bir araya getirilmesinden oluşur.
Geçişe yönelik bu yaklaşım, geçmeye (passing) odaklanma ile örneklendirilir: Birçok trans insan için ideal durum ve önemli miktarda enerjinin harcandığı yer, hedeflenen cis kimlikte algılanarak dünyadan geçmektir. Passing uğraşı içindeki kişilerin odak noktası hem kendi biçimleridir (beden, kıyafet, ses, tavırlar, kelime seçimleri) hem de bir gözlemciyle olan etkileşimlerdir (bu gözlemcinin genellikle cis olduğu ve toplumsal cinsiyet konularında nispeten bilgisiz olduğu varsayılır). Bu sanatı mükemmelleştirmek, tamamen öz yönlendirme ile gerçekleşen bir geçişin yanı sıra, cis çoğunluğa doğru yeni bir yönelimi de gerektirir: Müstakbel passing kişiler genellikle “topluluğa karışmanın” öneminden bahseder (yani, hedef cinsiyetten bir grup cis insanla arasında bariz herhangi bir uyumsuzluk olmadan görünmek). Bir kısım passing kişiler için ideal son nokta “derin gizlilik”tir: Bu büyük hedefe ulaşan transların, trans olduklarını yalnızca birkaç yakın arkadaşı, sevgilileri ve doktorları bilir. (Çoğu yetişkin geçişlerinde bu elbette bir tür radikal yer değiştirme de gerektirir.)
Passing, egemen cis düzende hiçbir bozulmaya neden olmayacak şekilde hesaplanan bir geçiş olduğu savıyla politik anlamda asimilasyonist bulunarak buna karşı çıkmaya eğilimli, eleştirel düşünen bazı translar tarafından birçok kez sorunsallaştırıldı. Yine de passing, hem geçiş sürecindekiler hem de geçişi düşünenler için genel bir endişe olmaya devam ediyor. Fark edilir şekilde trans olan kişiler için şiddet tehdidi devam ettiği için passing (en azından günlük düzeyde), birçok kişi için bilinçli bir öncelik olmaya devam edecektir.
Son zamanlarda, “farklılaştırılmış bir karşılaşma olarak geçiş” perspektifi, YouTube kanalı ContraPoints ile tanınan Natalie Wynn tarafından bir tweet zincirinde çok net bir şekilde ifade edildi. Yüz feminizasyon ameliyatı arzusunu açıklayan ve zımnen haklı çıkaran Wynn, geçiş sürecini aşağıdaki ifadelerle anlattı:
Gerçekten istediğim, insanların bana acıdıkları, sempati veya saygı duydukları için bana kadın demeleri değil. Bu, bana erkek demelerinden daha iyi ama sadece son çare olarak. Gerçekten, bana kadın demek onlara doğal geldiği için, onlara kadın gibi göründüğüm için bana kadın demelerini istiyorum. Bu öylece talep edebileceğim bir şey değil, o yüzden yükün çoğu benim üzerimde. Görünüşümü, sesimi, tavırlarımı metafizik anlamda (saçma bir fikir olarak) bir kadın olmak amacıyla değil, diğer insanlarla “bir kadın gibi” görünüp etkileşim kurarak, toplumsal anlamda kadın olmak amacıyla değiştirmem gerek.
Ancak öznel olan, öngörülemez değildir. Ne tür şeylerin bir insanı erkeksi ya da kadınsı gösterdiği konusunda özneler arası pek çok anlaşma vardır. Ve geçişin büyük ölçüde olayı, kadını bu kolektif algıya sunmaktır.
Bu görüşe göre geçiş, uzlaşmacı bir hareket, çoğunlukla Wynn’in omuzlarına binen bir yük olarak görünür. Kişiye yalnızca arkadaşları ve sırdaşları tarafından nasıl hitap edildiğini değil, yoldan geçenler, bir postacı veya biletçi tarafından sezgisel olarak nasıl anlaşıldığını da değiştiren geçişin yükü kişisel olmakla birlikte “öteki” ya da izleyici olarak toplumun tamamını da içerir: Geçiş sürecindekiler, kendilerinin doğru bir şekilde “okunmalarını” sağlamak için gereken değişiklikler ne olursa olsun, kendilerini yabancılarla karşılaşmaya hazırlamalıdır. Ancak Wynn’in hikayesi tamamen karamsar değil:
Bir yıl önce çok az insan beni bir kadın olarak görürdü. Şimdi insanların çoğu muhtemelen kadın olarak görüyor. Amacım bu eğilimi olabildiğince ileriye taşımak, ilerleyişime bakmak ve bir gün ‘Biliyor musun? Yeterince iyisin.’ demek. Saç, makyaj, ameliyat, ses eğitimi, tavırlar… Bunların her biri nasıl algılandığımı, başkalarının bana davranışını, başkalarıyla nasıl etkileşim kurduğumu değiştirmeye yönelik genel bir çabanın sadece küçük bir parçası. Bana kadın denmesini felsefi anlamda sahih kılan, bu şeylerin topyekün etkisi; yani bir kadın olarak toplum içinde edindiğim konum. Bu hedefe nasıl ulaştığımın ayrıntıları konuyla çok da alakalı değil… Geçişimin amacı, basitçe, o gizemli ‘kadına benzeme’ algısını elde etmek için *yeterince* uyumlu olmak.
Geçişi belirleyici özelliklerin bir araya getirilmesi olarak ele alan bu görüş, geçiş sürecinin ilk aşamalarında olanlar için (ya da yıllarca, hatta on yıllarca uzayabilen böylesi bir süreci düşünenler için) özellikle zorlayıcı olabilir.
Kendini bir “Wittgenstein kızı” olarak tanımlayan Wynn, bu durumu ortaya koyarken metafizik bir duruş sergilemekten kaçınmak için elinden geleni yapsa da söyledikleri Fransız düşünür Louis Althusser’in kariyeri boyunca geliştirdiği “karşılaşma” vurgusunu fazlasıyla anımsatıyor. Daha sonra bu konumu “rastlantısal materyalizm” olarak adlandıran Althusser insan etkileşimlerini, özneleri karşılaştırmalar aracılığıyla var olmaya çeken bir olgu olarak sunuyordu çünkü özneler, onlardan kendilerini tanımlamalarını talep eden kurumlarla karşı karşıya geliyordu. Wynn tarafından tanımlanan “kolektif algı”, altta yatan herhangi bir gerçeği reddettiğinden bu çizgiyi takip ediyor: Wynn, kadın olarak kabul edilmek istiyor ve (kendi deyimiyle) bu şekilde okunmak, onun kadın olarak kabul edilmesinin felsefi açıdan tek sağlam temeli.
C.J. Hale’in Monique Wittig’e verdiği “Lezbiyenler Kadın mı?” isimli klasik yanıtta da kadınlığı ayırt etmeye yönelik aynı yaklaşım görülüyor. Wittig’in provokasyonunu (lezbiyenlerin olmadığını) oldukça ciddiye alan Hale, birinin kadın olarak tanımlanmasına neden olabilecek en olası özellikleri belirlemek için zengin bir sosyal bilimler araştırma seçkisinden yararlanıyor. Bu anlatım biçiminde belirli bir cinsiyette algılanmak, her biri söz konusu kişiyle karşılaşanların yaptığı değerlendirmeyi belirleyen bir dizi kültürel belirteç tarafından tetiklenen bir endişe.
Cinsiyetlendirilmiş özellikler, geçiş sürecinde önemli derecede kaygıya neden olabilir (tıpkı cis erkeklerin çok fazla pembe giymenin kendilerini “kadınsı” gösterdiğinden veya cis bir kadının, kısa bir saç modelinin yüzünü “erkeksi” göstermesinden endişe duyabileceği gibi). Ancak çoğu durumda trans insanlar, değiştirmek için pek bir şey yapamayacakları sabit özelliklerle karşılaşır (ergenlik sonrası geçiş yapan trans erkeklerin kalça kemikleri ve trans kadınların göğüs kafesleri buna iki örnektir). Bu sabit ve değişmez özellikler arasında kişi, dış dünyayla arzu ettiği gibi karşılaşma ihtimalini tartmaya çok fazla dikkat ve enerji harcayabilir. Wynn, çektiği (sonradan yayından kaldırılan) Gender Dysphoria isimli kısa filmde, en kötü ihtimalle transları uzun süre evlerinde mahsur bırakabilecek bir öz inceleme süreci olan geçiş sürecini düşünen birçok insanın yüzleştiği acı verici iç diyaloğu aktarıyor.
Bu bakış açısını benimseyen birçok trans, gündelik öz sunuş şeklinin cinsiyetlendirilmiş özelliklerini fark etme ve ayırt etme konusunda neredeyse takıntılı bir şekilde başarılı hale geldi. Bugün toplumun gelişigüzel cinsiyetli çağrışımlarından veya cinsiyet beklentilerinden çok azı endişeli transların keskin gözünden kaçar. Pek çok “nasıl yapılır” kılavuzunun içeriğinde, daha deneyimli yazarların toplumda fark edilmeyecek şekilde passing olma sonucunu elde etmek için biriktirdikleri püf noktalarını ve ipuçlarını ortaya koymasıyla, müstakbel geçişçilere net talimatlar vermek amaçlanır.
Bu bakış açısı, devletin bakış açısına çok yakın olduğu için dikkate değerdir: Örneğin, [belgedeki] “cinsiyet” kısmını değiştirmek üzere İngiliz Pasaport Bürosunu, değişiminizin yeterince kalıcı olduğuna ikna etmek için şunlara ihtiyacınız var: Alanında nitelikli bir tıp uzmanından değerlendirme, bir işverenden veya yerel makamdan yeni kimliğinizin onlar tarafından da kullanıldığını onaylayan bir mektup ve isim değişikliği belgesi. ABD’nin bazı eyaletlerinde, geçiş yapan kişinin isim değişikliğini duyurmak için yerel bir gazetede bir ilan vermesi gibi ek işlemler de isteniyor. Bir kontrol listesine duyulan bu güven resmi kayıtlarını güncellemek isteyenlerin, geçiş sürecine (en azından evrak işleri açısından) bir dizi ardışık görev olarak yaklaşmalarını gerektiriyor. Buna uymak, çoğu durumda açıkça kötü niyet temelinde gerçekleşiyor: Cinsiyet kimliği kliniklerinden geçen trans kişiler, randevularına günlük hayatta giydiklerinden daha bariz cinsiyet kodları taşıyan giysiler giyiyor ve hormonlara erişim sağlamak için tercih edilen “transseksüellik” modeliyle örtüştüğünü bildikleri günlük yaşam hikayelerini ve cinsiyet geçmişlerini anlatıyor. Devletin ve tıbbın transları maruz bıraktığı pek çok onur kırıcı durum ve şüphe oyunları göz önüne alındığında, birçok transın kendi temel deneyimlerini ele almak için birbirleriyle neredeyse aynı görüşü benimsemesi kaçınılmaz oluyor.
“Dünyayla karşılaşma için bir hazırlıklar bütünü olarak geçiş” bireye ve çevresindekilere sabit bir şekilde odaklandığı için nihayetinde hem en faydalı hem de teorik anlamda en az tatmin edici görüş. Bu düşünce tarzında en büyük risk, geçişi genel bir atomizm durumunda gerçekleşen tek bir sürece basitçe indirgemektir. Toplumun etkisi, kolay geçişe yalnızca analitik bir engel veya kısıtlamaymış gibi görünür ve bireyselleştirilmiş tepkilere ihtiyaç duyar. Sosyal ilişkilerin oynadığı büyük rolü kabul etmek farklı bir teorik yaklaşım gerektirir. Bu da bizi, bu ilk bakış açısının toplum tarafından oluşturulmuş değil, verili olarak aldığı geçiş sürecindeki öznelliği geliştirmede trans toplulukların oynadığı rolü merkeze alan diğer görüşe getiriyor.
—–
Sonraki bölümünde cinsiyet geçişleriyle ilgili ikinci görüşün paylaşılacağı bu makale, Jules Joanne Gleeson ve Elle O’Rourke’un editörlüğünü yaptığı, Pluto Press’ten çıkan “Transgender Marxism” isimli kitaptan bir parçadır. Makalenin yazarı Jules Joanne Gleeson, cinsiyet ve düşünce tarihi alanlarında çalışan bir tarihçi, yazar ve komedyendir. Gleeson’ın kuir, trans ve interseks meseleleriyle ilgili yazıları Novara Media, VICE ve Hypocrite Reader gibi dergilerde yayımlanmış ve kendisi birçok uluslararası komünist ve kuir kültür etkinliğinde sahne almıştır.
Notlar
1 Yazının orijinalinde kullanılan “transition” kelimesini ben yazı boyunca tercihen “geçiş” olarak ele alıyorum zira kavramı daha iyi karşılıyor. Daha geniş bir bağlam vermek gerekirse, Deniz Gedizlioğlu’nun (2020) hazırladığı sözlükte “transition” şöyle tanımlanıyor: “Kişinin doğumda kendisine atanmış cinsiyet yerine kendi cinsiyetiyle algılanmak adına yaptığı birçok şeyin genel adı. Uyum sürecinin önemli bir kısmı sosyal unsurlardan oluşur; giyim şeklini değiştirmek, (sosyal olarak ya da hukuken) adını değiştirmek, kimliğindeki cinsiyet kaydını değiştirmek, göğüslerini sarmak veya takma memeler kullanmak gibi. Bunun yanında hormon (replasman) terapisi ya da muhtelif cerrahi işlemler gibi tıbbi müdahaleleri de içerebilir. Genel anlamda uyum sürecinin doğru ya da yanlış bir şekli yoktur. Türkçe literatürde şimdilik hem ‘uyum süreci’ hem de ‘geçiş süreci’ kullanılmakta, en doğru kavramsallaştırma konusunda tartışmalar devam etmektedir” (s. 52-53).
2 Özellikle tıpta yaygın bir şekilde kullanılan “etiyoloji” nedenselliğin incelenmesi, nedenbilim gibi anlamlara gelmektedir ve genellikle hastalıkların sebeplerini aramayla ilgilidir. O yüzden bu bağlamdaki kullanımı oldukça önemli. (ç.n.)
3 Gedizlioğlu’nun (2020) hazırladığı sözlükte “passing” kavramı şöyle tanımlanıyor: “(“Bir engele takılmadan geçmek” ifadesinde olduğu gibi.) Trans kişilerin, benliklerine atfedilmesini arzu ettiği cinsiyette okunması durumudur. Çoğunlukla ikili cinsiyet bağlamında kullanılır. İngilizce trans literatürünün bir dönem sık kullanılan kavramlarından biri olan “passing” tabiri, “cis olarak görülme arzusuna” yorulduğundan giderek kullanımdan çıkmaktadır. Türkiye’de buna en yakın kavram, lubunca “alıktırmamak” sözcüğüdür” (s. 44).
4 Ludwig Wittgenstein (1889-1951) analitik felsefe, antitemelcilik, mantıksal atomizm ve mantıksal davranışçılık gibi alanlarda çalışmış bir filozof ve matematikçi.
5 Bilimsel anlamda atomizm, evrendeki tüm maddenin birbirinden ayrıştırılamaz temel bileşenlerden veya atomlardan oluştuğunu söyler. Sosyolojide ise atomizm, bireyi sosyal hayata dair tüm sonuçların analizi için temel birim olarak ele alır. (ç.n.)
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.
1 Comment
Comments are closed.