Ceren Avşar’ın kelimeleriyle geçtiğimiz bahar Velvele’ye bir öykü gönderdiğinde tanıştım. Tek solukta hikayesini okuduğum İlhami Abi’ye o mahallede yaşamasam da, ben de aşık oldum. Ceren Avşar’ın öykülerinin okuru bir anda içine çekme ve son noktaya kadar orada tutma gibi bir gücü var. Geçen yaz çıkan Tesadüfi Tezahürler’i okurken de dizelerinin içinden çıkamamıştım. Son bir buçuk senenin gürültüsünün, keşmekeşinin ve belirsizliklerinin ortasında Avşar’ın yazdıklarını okumak ilaç gibi geldi. Tesadüfi Tezahürler’i, öykülerini ve şiirlerini konuşmak için yazdım, o da büyük bir incelikle teklifimi kabul etti. Aşağıda okuyacağınız söyleşi New York-İstanbul arasında gidip gelen elektronik mektuplarla yapıldı.
İlker: Sevgili Ceren, Velvele’ye yeniden hoş geldin. Eflatun Koza serimizde Öykün İlhami Abi’yi yayınlamıştık. Öyküyü okuduğumdan beri aklımda bir sürü soru var, ancak yorumu biraz kendime bırakmak için tek bir soru sormak istiyorum. İlhami Abi’nin büyüleyiciliğinin en vurucu yeri anlayışlı olması bence. Bu karakterin derinliği ve anlayışlı olma özelliği ne kadar tesadüf, ne kadar herkeste olan bir özellik? Yazdığın hikayeler veya hikayelerin gerçek ve idealle ilişkisini anlatabilir misin bize biraz?
Ceren: Sevgili İlker, yeniden hoş buldum. Ne güzel Velvele ile yeniden bir araya gelmek.
İlhami Elektrik İşleri herhangi bir mahallede, herhangi bir elektrik dükkanı. Her yerde karşılaşabileceğimiz bir dükkan burası. Bu dükkanı diğerlerinden ayıran sahibi İlhami Abi; onun dışına vurmuş iç güzelliği. Bu güzellik dediğin gibi biraz anlayışından, biraz derinliğinden, biraz kendini ve etrafındaki insanları tanıyabilme yeteneğinden. Özü sözü bir oluşundan. Böyle biri olduğundan neden kendisinden kimseye yar olmaz bütün samimiyetiyle anlatıyor ona aşık herkese. Bunu da büyüklenerek yapmıyor. Bu özelliklerden bazıları hepimizde var; gerçeklikle burada kesişiyor. İlhami Abi’de bulunan bütün özellikleri şöyle özetleyebilirim aslında, İlhami Abi, toksik maskülinitenin çok uzağında. Onu büyüleyici yapan bu. Elektrik dükkanı ise İlhami Abi’nin bu özelliğinden benim ideal dünyam. Bu dünya sadece İlhami Abi’de değil senin de dediğin gibi bütün öykülerimde belli ediyor kendini.
İdeal dünyanın kaleminin ucundan önce sana, sonra da bizlere merhaba diyor oluşu çok önemli bir konu aslında. Biz okurlar birçok nedenle bir kitabın kapağını açıyoruz veya bir öykünün linkine tıklıyoruz. Ancak yaşadığımızdan daha güzel, daha insancıl, içimizi biraz daha rahatlatacak bir dünyaya yazarın penceresinden bakmak bence her zaman ilk sıralarda geliyor okuma eylemimizin nedenlerinde. Fakat ben senin öykülerine ve şiirlerine baktığımda bir de yalnızlık temasının ön plana çıktığını düşünüyorum. Senin yazdığın yalnızlığın bence çok ilginç bir yanı var, çünkü biraz “etkin bir yalnızlık.” Mesela Lunapark isimli öykünde “Kendimi yalnız hissetmekten yoruldum” dese de karakterin, dört yaşındayken o kaybolma anında hayatı yaşamaya tek başına devam etmesinin hissini ilgiyle okuyoruz. Bize biraz anlatır mısın, senin için yalnızlık ne demek ve bu kavram yazdıklarını kimi zaman nasıl şekillendiriyor?
Yalnızlık, iletişimsizlik demek benim için. Yalnızlıkla başa çıkma yolum da yine iletişim kurmak. Bence bu yüzden ‘etkin’ bir yanı var anlattığım yalnızlığın. Dört yaşında bir çocuk, lunaparkta unutuluyor. Tek başına kalmış; ağlamak, korkmak yerine yalnızlığa çare buluyor hemen. Gidip diğer insanlara bakıyor. Onları gözlemliyor. Bir çeşit iletişim kuruyor yani. ‘Lunapark’, Şenlik’te yayımlanan bir anım. O bırakılma hikayesi gerçek. Dört yaş Ceren’i o yalnız olduğu ilk an bakarak, gözlemleyerek iletişim kuruyor insanlarla. Yazmak da iletişim kurmanın en sevdiğim yolu. Bu yüzden ben öne çıkan temanın yalnızlıktan çok ona sebebiyet veren iletişimsizlik ve yalnızlıkla baş etme yolu olan iletişim olduğunu düşünüyorum. İlhami Abi’de de böyle değil mi? Ne güzel ifade ediyor kendini herkese. Nasıl becerikli iletişim kurma konusunda. Yalnızlığı tercih etmiş. Kimseyi kırmadan da tatlı tatlı anlatıyor sebeplerini. Öykü ise karakterin İlhami Abi ile konuşamaması ile başlıyor, İlhami Abi’nin güzelliğinden dili tutuluyor. Sesi çıkmıyor. İlhami Abi bir bardak su getiriyor ona. Eve geçiyorlar beraber. İlhami Abi, karakter daha evini tarif bile etmeden evi buluyor. Karakterin konuşmasına gerek yok bile. İletişim – iletişimsizlik hayatımın odağında, bu nedenle yazımımın da odak noktası. Yazdığım her öyküde, şiirde, anıda bunu görebilmek mümkün.
İletişim – iletişimsizlik ikilemini 405 Numaralı Oda isimli öykünde de hatırlıyorum. Haticanım’ın sadece kuşlarla kurduğu bir iletişim var, hikaye biraz da onun bu halinin onu ittiği yeri anlatıyor sanki. Ama iletişimsizlikten iletişimin de doğduğu bir an olarak okudum o hikayeyi mesela, çünkü bazen düşünüyorum, belki de lanet dediğimiz şey aslında bir başka iletişim formudur. Peki iletişimden hitaba geçersek… Obsesif’te ikinci tekil şahıs kullanıyorsun tüm şiir boyunca. İkinci tekil şahıs kullanımının edebiyattaki yeri hakkında biraz düşünelim istiyorum. Benim de çok yaptığım bir şey, özellikle şiirde. Ne oluyor da kendimizi ikinci tekil şahısta buluyoruz ve sence ne tip bir güç veriyor bu anlatıcıya?
İletişim ve iletişimsizlik birbirinden doğuyor gibi geliyor bana. Sadece Haticanım’da iletişimsizlikten iletişim doğduğu an değil belki ama iletişimden iletişimsizliğin doğduğu anlar da çok yazdıklarımda. Ben lanetin şu olduğunu düşünüyorum bu birbirini doğurup durma yüzünden, iletişim bence mümkün bir şey değil. Ne desek eksik, ne desek yanlış anlaşılmaya açık. Ne desek tam ifade edemiyoruz kendimizi. İletişimin o anki diğer özneleri için de geçerli bu. Ne deseler eksik, ne deseler yanlış anlaşılmaya müsait. Ne deseler tam ifade edemiyorlar kendilerini. İletişime dair asıl lanet, iletişimin hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmeyecek olması. Lanet bu bence.
Ben ikinci tekil şahsı çok az kullanıyorum. Hatta sorun üzerine oturup etraflıca son dönem yazdıklarıma bakınca Obsesif dışında ikinci tekil şahsı çok az tercih ettiğimi gördüm. Obsesif‘i ikinci tekil kullanmadan yazamazdım çünkü şiirdeki kişi ile aramda mesafe olmasına ihtiyaç duydum yazabilmek için. Obsesif için ikinci tekil şahsın bana verdiği güç o mesafeyi sağlaması ile oldu. Şiirde anlattığım kişi toksik maskülinitenin neferlerinden biri. Hemen her yerde gördüğümüz kırılgan erkekliğin, her yerde karşımıza çıkardığı biri.
“İçine girilemeyen nice şey vardı ve sen kalktın bedenin dedin
İlle de bedenin dedin ki içine girilemeyen ne çok şey vardı aslında ama sen onları bilmedin”
Bence ikinci dize başındaki ‘ille’ kısmı bahsettiğim erkeği tek kelimeyle özetliyor şiirde. O ısrar; hayır’dan anlamamak.
“Sen kapı üstlerinde numarası yazılı 7/24 açık çilingir san kendini
Ama o kağıt tam da numaranın olduğu yerden yırtık
Bedenin kadınları ağlatmış biraz çünkü bütün kadınlar biraz kilit ve sen çilingir değilsin”
Kendini çilingir sanmasından anladığımız şey kendini Kaf Dağı’nda görme hali. Ben böyle birini yazarken mesafeye ihtiyaç duydum az önce dediğim gibi ve ikinci tekil şahıs kullanmak imdadıma yetişti. Senin dediğin o güç mesafe sayesinde oluştu Obsesif’te.
Belli ki ben kendi kullandığım bir tekniği sende bir kereliğine de olsa görünce heyecanlanmışım. Ancak benim çok düşünmediğim bir şeye parmak bastın, ikinci tekilin Obsesif’te yarattığı bu mesafe ve güç üzerine çok düşünmek istediğim bir şey. Şiirleri kime ve kimler için yazarız, bu soruların cevaplarının kümeleri bazen kesişmiyor bile. İkinci tekil belki de bu kime kümesini netleştiriyor, ya da şairin dilini daha da keskinleştiriyor. Peki, gelelim Tesadüfi Tezahürler’e. Dizeler gürül gürül akarken konunun bir çok kez çocukluğa geldiğini görüyorum. Çocukluk anılarının bugünle bağlantısı arasında çok düşünen bir metin, burada tanım ve kendini tanımlama, yani kimlik konuları ortaya çıkıyor. Bu konular bütününde ilk olarak isim koyma konusuna girmek istiyorum. İsim koymak konusu anlattığın duygular için neden önemli?
1990’larda queer teori genişledikçe, toplumsal cinsiyet rolleri, cinsellik, arzu nesneleri, kimlik konusu daha yüksek sesle tartışılır oldu ama ben 90’larda çocuktum. Toplumsal cinsiyet rollerini, arzu nesnelerini, cinsel kimlikleri ve cinselliği queer okumalar yapamadığım için çocuk aklımla anlamaya çalışıyordum. Çok uzun yıllar sonra bu konuların bir tek benim düşünce alanım olmadığını kavrayabildim. Kendimi kimliklendirme sürecim, okumalarla, düşünmelerle kendimi kimliksizleştirme sürecine evrildi. Kafamdaki kendime dair var olan kadınlık-erkeklik ikilemi yıkıldı. İkili cinsiyet sisteminin çok da bana göre olmadığını fark ettiğimde henüz çocuktum ama bilincine varmam epey geç. Kendimi kadın ya da erkek olarak tanımlamıyorum ama çocuklukta ve ilk gençlikte bu tanımlayamama hali sancılı oldu biraz. Kaynakların sınırlılığı, var olanlara o yıllarda bir çocuğun ulaşmasının çok da mümkün olmaması, internet kullanımı başlarda olmadığı, daha ilerleyen yıllarda ise sınırlı olduğu için kısıtlı bir çevreden insanla tanış olmaktan doğan yalnızlık hissi. Kitap 90’larda geçiyor. Tam da kendimi bu yüzden yalnız hissettiğim yıllarda tezahür ediyor, tam da queer teorinin genişlediği yıllara tesadüf ediyor. Yalnızlık hissini anlatırken Ceren ve Eren ismiyle henüz kendisine ikili cinsiyet sisteminin uymadığını anlamamış Ceren’i anlatmak istedim. Ceren genelde kız, Eren genelde oğlan ismi malum ama ikisi neredeyse aynı isimler bakılınca. Toplumsal rollerine bakıldığındaysa ne kadar farklılar Ceren ve Eren birbirlerinden. O toplumsal farklılık başlarda beni yalnızlaştıran bir şeydi ama şu an öyle hissetmiyorum. Aksine mücadele alanım içinde tanıdığım insanlar zaman içinde sosyal çevrem de oldu. Güç veren bir şey bu bana.
90’larda bir şeyleri çocuk olarak içinde kavrarken, başka yerlerde bunun teorisinin yazılıyor olması ve bizim gün geldiğinde hislerimizle teoriyi birleştirmemiz çok özel bir şey bence. Bu nedenle şanslı bir kuşağız gibi geliyor bana. Acısını da yaşadık, aydınlanmanın verdiği o mutluluk anını da. Tesadüfi Tezahürler 90’larda geçen bir hikaye anlatsa da, anlatıcı bugünde, hatta tam olarak pandeminin göbeğinden yazıyor dizeleri. Kitapta virüs, maske, dokun(a)mama gibi olgular okuyucunun karşısına çıkıveriyor bir anda. Tesadüfi Tezahürler bu yüzden bana biraz queer edebiyatla pandemi edebiyatının kesiştiği yerdeki imkanları gösterdi, o yüzden çok teşekkür ederim sana okurun olarak. Peki bundan sonra masanda hangi yazı planları bekliyor? Hangi konular üzerine yazıyorsun veya yazmayı düşünüyorsun?
Evet, 90’larda bir şeyleri çocuk olarak içinde kavrarken, başka yerlerde bunun teorisinin yazılıyor olması ve bizim gün geldiğinde hislerimizle teoriyi birleştirmemiz çok özel. Farklı farklı yerlerde hepimiz bunun teorisi yazılırken varmışız, dahilmişiz aslında. Bilmiyormuşuz henüz sadece. Sonra o şanslı kuşak birbirine ulaştı. Yaşadığı acıları da birbiriyle paylaştı, senin de dediğin gibi aydınlanmanın verdiği mutluluğu da ve bu çok değerli.
Pandemi zorlayıcı bir süreç oldu, oluyor hemen herkes için. İzolasyon, tekinsizlik, belirsizlik, iletişimde kopuşlar, fiziksel temasın ket vurulması birçok insanı etkiledi; değiştirdi, dönüştürdü. Olumlu ya da olumsuz manada başkalaştı az ya da çok insanlar. Bütün değişim, dönüşüm sürecinin bendeki karşılığı 90’lar. Virütik değil ama belki toplumsal sebeplerden yaşadığım izolasyon, tekinsizlik, belirsizlik, iletişimde kopuşlar, fiziksel temasa ait kafamdaki sorular bende o değişim–dönüşüm sürecini 90’larda başlattı. Bu yüzden pandemiye dair yazmak için 90’lara geri gittim. O kesişimi yakalamak, anlatmak benim için de keşif süreci oldu. Hem edebiyat anlamında, hem de kişisel tarihime dair o kadar çok tesadüf belirdi ki kitabın ismi Kenan Yücel’in önerisi ile Tesadüfi Tezahürler oldu, iyi ki de oldu.
Queer edebiyat ve pandemi edebiyatındaki kesişimle ilgili söylediklerin ne kadar kıymetli, asıl ben sana teşekkür ederim.
Yazmaya dair hem çok planım var hem de dosya haline getirebileceğim bir şey yok henüz. 2020’nin sonunda Aşkın L* Hali yayımlandı. Orda öykülerimle varım ben de birçok kadınla beraber. 2021 Tesadüfi Tezahürler Anima Yayınları’dan çıktı. Velvele’de, Şenlik’te, Yükleniyor Fanzin’de, Çıvgın’da görünür oldum; yazar, editör olarak ve söyleşiler yaparak. Şimdilik planım bütün bunların devamlılığını sağlayabilmek. Bütün bunları yapmak benim için toplama, biriktirme süreci. Biraz geri çekilip bu topladıklarımı ve biriktirdiklerimi ifade edeceğim zamanlarda da gelecek tabii ama şu an zamanını kestiremiyorum.
Bütün yazdıklarımın ortak noktası dediğim gibi iletişim konusu oldu. Üzerine yazdığım konular çeşitli gibi görünse de iletişime dair tek bir cümle ile yazdıklarımın hepsi tek tek özetlenebilir. Şimdilik iletişim ve iletişimsizlik üzerine yazmaya devam etmeyi düşünüyorum.
Velvele okuyucuları olarak heyecanla bekliyoruz yazacaklarını. Bize vakit ayırdığın için çok teşekkürler; hikayelerine, dizelerine yeniden Velvele’de yer vermek ümidiyle diyerek noktalıyorum ben de.
Ceren: Asıl ben teşekkür ederim. Velvele iyi ki var, iyi ki varız. Daim olsun.
Ceren Avşar Kimdir?
1984’te İstanbul’da doğdu. Kaos GL Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda çeşitli yıllarda birçok kez ödüle değer görüldü, ödüllü öyküleri Aşkın L* Hali adlı ortak kitapta yayımlandı. (Nota Bene Yay., 2020)
İlk yayımlanan öyküsü ‘Sobe’dir (Kaos GL, 2010).
Öyküleri, şiirleri ve söyleşileri Kaos GL, Velvele, Şenlik, Yükleniyor Fanzin, Çıvgın Sanat gibi çeşitli mecralarda yayımlandı.
Yükleniyor Fanzin ve Çıvgın Sanat’ta editörlük yapmaya devam etmektedir. Çıvgın Sanat adına söyleşiler yapmaktadır.
Kitapları:
Tesadüfi Tezahürler, (şiir) 2021, Anima Yay.
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.
5 Comments