Savaş ve Diktatörlük Yıllarında İspanya’nın LGBTQ+ Topluluğu

Franco binlerce insanı nasıl öldürdü, hapse attı ve hatta toplama kamplarına kapattı?

İspanya’nın LGBTQ+ topluluğu -diğerleriyle- her zaman aynı muameleyi görmedi ve her dönemin fikir ve koşullarına uyum sağladı.

Sodomi, ceza kanunundan ilk kez 1822 yılında kaldırıldı. O andan itibaren, topluluğun kabulüne doğru yavaş ve zor bir evrim başladı.

İspanya İç Savaşı’nın sonuçları

1936’da ve İkinci İspanya Cumhuriyeti sırasında, İç Savaşın kökeni olan bir askeri ayaklanma yaşandı.

Vatandaşların eşcinsellere karşı açıkça zulmettiklerine dair bir kanıt olmamasına rağmen, cinsel yönelimlerinin onların hapsedilmeleri ve/veya idam edilmeleri lehine bir faktör olabileceği de görülüyor.

Federico García Lorca

İç Savaşın ilk günlerinde öldürülen İspanyol bir şairdi. Eşcinsel olduğu ve öğrencileriyle cinsel ilişkisini nasıl sürdürdüğü hakkında çeşitli dedikodular dönüyordu. Onu bulmak için koca bir polis operasyonu yapıldı. İki gün sonra öldürülmüştü. Herkes Federico’nun ölümünden sorumlu olduklarını bilmesine rağmen, daha sonra iktidarı ele geçiren Franco suça karıştığını asla kabul etmedi.

İç Savaş, toplumun genelinde olduğu gibi LGBTQ+ topluluğunda da bir kırılmaya yol açtı. Aşırı ahlakçılık, iffetlilik taslayan ve onunla birlikte gelen ikiyüzlülük, tüm şüpheli materyallerin sansürü ve cinselliğe karşı alınan resmi negatif tavır, LGBTQ+ üyelerinin kendilerini rahat hissedecekleri alanlar bulmakta çok zorlandıkları bir ortam yarattı.

  • Katolik bakış açısına göre eşcinsellik, üremeye yönelik olmayan ve günahkâr bir cinsellikle ilişkiliydi.
  • Askeri açıdan, askeri değerlere ihanetti.
  • Gerici bakış açısından (iktidara yakın olanlar), modernite ve solculukla ilgiliydi.

    İbne (İspanyolcada “maricon”) temel bir hakaret haline geldi ve otosansür ve sosyal kontrol yeterli olduğu için aktif zulme bile gerek yoktu. Daha liberal görülen eşcinseller “cinsel dejenere” olarak kabul edildi ve sürgüne gitmek ya da hapse girmek zorunda kaldı.


Franco’nun diktatörlüğü

1939’da faşist taraf savaşı kazandı. Daha sonra diktatör olan Franco tarafından yönetiliyorlardı. LGBTQ+ topluluğuna yönelik baskı herkes tarafından tam olarak bilinmiyordu ve bu, diktatörlüğün ve genel olarak İspanya tarihinin en sinsi dönemlerinden biri.

Antonio Vallejo-Nájera, Franco rejiminin Psikiyatri Hizmetlerinin başındaydı. Gey ve lezbiyenleri insan ırkının yozlaşması olarak gördü ve onlara bir akıl hastalığı teşhisi koydu.

  • Naziler, akıl hastaneleri ve hapishaneler: Antonio’nun nazi teorilerinin etkisinin sonuçları, hapishanelerin, akıl hastanelerinin, elektrik şoklarının ve hatta ölüme, hapishaneye ve acıya yol açan acımasız zulümlerin yaratılmasında görüldü.
  • Serseriler ve haydutlar yasası: Bu yasa LGBTQ+ topluluğundaki herkes içindi ve onların davranışlarına zulmetmesine yönelikti.

“Bu güvenlik önleminden etkilenen eşcinseller özel kurumlarda ve her durumda diğerlerinden mutlak bir şekilde ayrı tutulmalı.”

  • Hapishaneler, gözaltılar ve tecavüzler: Sadece cinsel yönelimleri nedeniyle hapsedilen ve “kamu skandalı” ile suçlanan yaklaşık 4000/5000 kişi vardı. Hapishanede diğer mahkûmlar tarafından tecavüze uğradılar ve ayrıca yetkililere fahişelik yapmak zorunda bırakıldılar. Franco rejimi, bu insanları “tedavi etmek” ve “düzeltmek” için gözaltı merkezleri kurdu ve bu merkezleri yetkilendirdi. Mahpuslar bu merkezlerde de kötü muameleye uğradılar.
  • Elektroşoklar: Katolik Kilisesi, topluluğu davranışlarını değiştirmek için cezalandırılması gereken günahkarlar olarak gördü. Psikiyatride akıl hastası muamelesi görmüşler, bu yüzden bazı Nazi psikiyatri teori ve yöntemlerinden etkilenerek tıbbi tedavi olarak elektroşok verilerek korkunç fiziksel ve psikolojik hasarlara yol açmışlardır.
  • Toplama kampları, tehcir ve sürgünler: Franco, rejimi boyunca neredeyse 300 toplama kampı inşa etti veya kurdu. İspanya’da daha sonra “Auschwitz” olarak adlandırılan bir tane vardı. (orijinal adı “Tefía’nın Hapishanesi” anlamına gelen “Penitenciaria de la Tefía” idi.) Fuerteventura adasında bulunuyordu. Sürgüne maruz kalan ve oraya gitmek zorunda bırakılan LGBTQ+’lar için dünya cehennem gibiydi. İnsanlık dışı koşullarda zorla çalıştırıldılar.

1955 yılında toplama kampının bulunduğu Tefía’daki Hostel’in güncel görünümü, Cabildo de Fuerteventura. Kaynak: Publico

Octavio Garcia davası, bir hayatta kalan

Fuenteventura’nın toplama kampında 16 ay hapis cezasına çarptırılmıştı ve kimseyi göremedi ve diğerlerinden tamamen ayrı kalması veya yaşaması gerekti.

Octavio’nun anlatıyor (Kaynak: Los campos de concentración que Franco abrió en los 50 para “reformar” al colectivo homosexual en Canarias)

“Nos tenían a pleno sol para ponernos en evidencia. Nos echaban un toldo y en un camión nos llevaron tapados para que no viéramos el camino si queríamos escaparnos”

“Bizi teşhir etmek için güneşte tuttular. Üzerimize tente koydular ve kaçmak istersek yolu görmememiz için üstü kapalı bir kamyona bindirdiler.”

“Nos levantaban a las seis de la mañana para hacer la cama; pero en aquel paraje no había cama, había petate a ras del suelo. Se escuchaba el viento por la noche con una manta muy fina y unos uniformes grises con los que nos identificaban los guardias”

“Yataklarımızı yapmak için sabah altıda bizi kaldırdılar, ama orda yatak yoktu, yerde bir hasır vardı. Gece olunca incecik bir battaniye çekip muhafızların bizi ayırt etmeleri için verdiği gri üniformalar üstümüzde, rüzgârın sesini dinlerdik.”

Yeni kanunlar ve değişiklikler

Franco 1975’te ölmeden önce, yürürlükte hala bazı homofobik yasalar vardı. Bunlardan biri, bir nevi “Serseriler ve Haydutlar Yasası”nın yükseltilmiş hali olan “Tehlike ve Sosyal Rehabilitasyon Yasası” idi, 

Yeni yasa 1970 yılında çıkarıldı ve Hükümet bunu bir ilerlemeymiş ve öncekinden daha “liberal”miş gibi göstermeye çalıştı ama sonuçta kanunun konusu aynı kavramdı: Devletin eşcinselliği “sağaltmaya” veya “tedavi etmeye” çalışması ve mahkum olanların beş yıl hapis yatmak ya da iltica etmek zorunda kalması.

Yasadışı bir şekilde oluşturulmuş olmasına rağmen, Francesc Francino ve Armand de Fluviá, İspanya’da LGBTQ+’ların haklarını savunan ilk modern dernek olan “İspanyol Cinsel Özgürlük Hareketi”ni kurdular. Polisin tacizi nedeniyle bu dernek 1974’te feshedilmek zorunda kaldı.

Franco’nun ölümü ve özgürlüğe giden yeni bir yol

1975’te Franco’nun öldüğü açıklandı. Bu, İspanya’daki topluma ve insanlara çok fazla ıstırap ve acı getiren uzun ve zor bir diktatörlüğün sonu anlamına geliyordu. Bu dönemden sonra iyileşmek çok zaman aldı ama sonunda ülke düzeldi ve normale dönmeyi başardı.

Son eşcinsel mahkumların hapishaneden serbest bırakılması 1979 yılını buldu. LGBTQ+lar’ın mücadelesi sonunda rayına oturabilecekti. Gittikçe daha fazla oluşum ortaya çıktı ve Madrid veya Barselona gibi büyük şehirlerde protesto yürüyüşleri düzenleyerek kendilerini görünür hale getirdiler.

İspanya’nın bugünkü durumu

İspanyalıyım. LGBTQ+ topluluğunun bir üyesi olarak, hükümetimizle savaşan ve buna katlanan ve bugüne kadar hala mücadele etmeye ve haklarımızı talep etmeye devam eden herkesten gurur duyduğumu ve onlara minnettar olduğumu söyleyebilirim.

Ne yazık ki, hala Franco’nun yaptığı her şeyi kabul eden ve hatta bununla gurur duyan çok sayıda insan var. Bugünlerde Franco’nun destekçilerinin çoğu rejimin parçası olanların sadece akrabaları. Eminim hala dokunulmamış ve söylenmemiş birçok şey vardır çünkü bunlar gün ışığına çıkarsa çoğumuz dehşete düşeriz.

Değişimin gerekliliği

Burada bir vatandaş olarak, İspanya’nın her zaman daha muhafazakar tarafta olduğunu söyleyebilirim. Hükümetimiz tüm ülkenin önünde onların feminizme, LGBTQ+ topluluğuna, ırkçılığa vb. ne kadar “liberal” ve açık olduğunu savunmaya devam etse de durum hiç de öyle değil.

Mevcut anayasamız hükümet tarafından 1978’de oylandı; 42 yıl önceydi. O zamandan beri birçok yasanın değiştiği doğru, ancak genel olarak, hala eski ve geleneksel bakış açısını koruyor.

Her şey göründüğü kadar güzel değil. Biz monarşik bir devletiz ve neredeyse altmış yıldır bu böyle. İspanya İç Savaştan önce cumhuriyetçi bir devletti. 1939’da İç Savaş sona erdiğinde, doğrudan Franco’nun diktatörlüğüne girdik. 35 yıllık liderliğin ardından Franco, İspanya’yı monarşik bir devlet olarak ilan etmeye karar verdi.

Franco, kimin kral olacağına ve veraset çizgisini hangi ailenin koruyacağına kendisi karar verdi ve günümüzde aynı aile hüküm sürüyor. Franco Juan Carlos de Borbón I’i seçti ve 1975’ten 2014’e kadar kral oydu. Ardından yerine oğlu Felipe IV de Borbón geçti. O kadar çok yıl oldu ki, bir şekilde buna alıştık.

Ama düşünürseniz, monarşik sistemimiz ve kraliyet ailemiz bir diktatör tarafından seçildi; bu diktatör binlerce insanı öldürdü ve birçok aileyi oğullarının, babalarının* ve akrabalarının nerede olduğunu bilmemeye (ve hala hiçbir fikri olmamaya) mahkum etti.

Bu beni her zaman çok düşündürmüştür. Topluluktaki diğer İspanyollarla konuştuğum için hepimizin aynı şeyi hissettiğini biliyorum. Bütün bu insanların monarşiyi, onun geleneksel tavırlarını savunduğunu görmek, bizi ve haklarımızı umursamadıklarını görmek çok yorucu ve çok üzücü.

Değişim gerekli. Haklarımızı elde etmemize yardımcı olan ve mücadelemizde bizi destekleyen kapsamlı bir devlete ihtiyacımız var. Yapacak ve başaracak çok şey olduğunun çok farkındayım, ama başladığımız yerden -bugüne- çok yol kat ettik ve artık hiçbir şey bizi durduramaz.

Notlar:

  1. Bu yazı 3 Temmuz 2020 tarihinde aninjusticemag.com sitesinde yayımlandı.
  2. * İspanya İç Savaşında kaybedilenler sadece “oğullar” ve “babalar” değildi. Franco rejiminden nasibini alan çok sayıda kadın ve diğer cinsiyet ifadelerine sahip insanlar da tıpkı erkekler gibi işkence gördü ve kaybedildi. Bugün birçoğunun akıbeti hala bilinmemekte. 
  3. Yazar orijinal metinde LGBTQ+ olarak kullandığı için kısaltmaya müdehale etmedik.
  4. Bu yazının yayımlanmasından tam bir yıl sonra İspanya’nın Galicia eyaletinin A Coruña şehrinde 24 yaşındaki Samuel Luiz, bir grup tarafından homofobik hakaretlere maruz bırakıldı, dövüldü ve sonrasında kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Cinayetin ardından çok sayıda fobik saldırı da gerçekleşti. Geçtiğimiz hafta Madrid’in lubunya mahallesi Chueca’da Naziler yine lubunya, Siyah ve göçmen karşıtı “eylem” yaptılar. Konuyla ilgili 7 Temmuz’da yayımladığımız Bawer Murmur imzalı yazıyı da okumanızı öneririz: “Samuel Luiz cinayeti: Aşırı sağcı Vox Franco’nun ruhunu çağırıyor”
  5. Ana görsel: 27 Haziran 1977’de Barselona’daki Las Ramblas’da yapılan İspanya’nın ilk Onur Yürüyüşü’nden. Kaynak: EFE.

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.