Cinsiyetlendirilmiş Şiddet ve Kadın Öfkesini Anlama Beceriksizliğimiz Üzerine
“İnsanlık yazılı mitoloji ve hukuk aşamasına ulaştığında, ataerki kesin olarak kuruldu: yasaları erkekler yazacaktı. Yasa koyucular kadınları ezen mekanizmayı kurarken, ondan korkuyorlar.”
Simone de Beauvoir
26 Nisan 1885’te, genç bir İtalyan göçmen olan Maria Barbella New York’taki Doğu 13. Sokakta bir meyhaneye girdi ve Domenico Cataldo’nun boğazını bir usturayla kesti. Kanı barın üzerine sıçramadan önce Domenico’nun son sözleri şuydu: “Seninle ancak bir domuz evlenebilir!”
Maria fabrikadaki işine giderken her gün çıktığı yürüyüş sırasında ayakkabı boyama tezgahının yanından geçerken Domenico’ya aşık olmuştu. Bu yürüyüşlerin birinde Domenico ona uyuşturucu vermiş ve tecavüz etmişti. Sonraki haftalarda, Maria annesinin yardımıyla bir evlilik teklifi talep edecekti. Domenico nihayet onunla evlenmeye söz verse de 26 Nisan akşamı şehri terk edip İtalya’daki eşinin ve çocuklarının yanına dönmeye hazırlanıyordu.
Bundan bir asır sonra, Maria’nın Güney İtalya’daki memleketinin yakınında bir yerde, bir Tamil kadını olan Inbam, mülteci olarak ona güvenli yolların teminatını veren aracıyla buluşmak üzere göçmen sefaletiyle dolup taşan tekneden iniyor.
Seyahatine başladığı Sri Lanka’da, hükümet tarafından esir alındığında ayrı bir devlet için hükümetle savaşan gerillalardan biriydi. Ona tecavüz eden asker konuştuğu takdirde onu öldürmek için pekçok yöntemi ve sebebi olacağını açıkça söylemişti. “İtalya’da,” dedi Inbam daha sonra, “nihayet güvenli bir yere geldiğimi hissettim.”
İtalya’ya geldikten kısa süre sonra, aracı adam onu küçük bir otel odasına kilitledi ve iki gün boyunca defalarca tecavüz etti. Inbam sonunda kaçmayı başardı ve ertesi yıl yalnızca kazandığı parayı biriktirmeye odaklandı. “Yeterince param olduğunda, bu erkeklerin her ikisini de bulacağım. Nişancı olarak eğitildim. Her iki erkeği de bulacağım ve onları öldüreceğim.”
Mısırlı gazeteci Mona Eltahawy Kız Çocukları ve Kadınlar için Yedi Gerekli Günah adlı kitabını tanıtmak için yakın zamanda çıktığı bir televizyon programında, “Erkekler bize tecavüz etmeyi bırakana kadar kaç tecavüzcüyü öldürmeliyiz?” diye sordu. Çıkan tartışmalar sonrasında program yayından alındı ve sosyal medya derhal iki zıt kampa bölündü: şiddet çağrısını kınayanlar ve arkada “Patriyarkanın Ağzına Sıçalım!” korosuyla birlikte bu hisse göz yumanlar.
Bu tepkilerin hiçbiri kadınların neden öldürdüğü –ve Maria ve Inbam gibi öldüren kadınları birbirine bağlayan şeyin ne olduğu– sorusunu tam olarak ele almıyor. Bir kadının öldürme kararı – Eltahawy’nin görüşlerinin etrafındaki öfkenin ortaya çıkardığı gibi –her daim beklenmedik oluyor, genellikle kınanıyor ve son derece yanlış anlaşılıyor.
Bu kadınlara dair ilk görüşümüz, ahlaken şiddetsizlik yerine şiddet tercihini kınama arzusuyla karışıyor. Varsayılan barışçıl doğalarına kafa tutan kadınlar için, şiddet içeren bir tepkiyi her anlama teşebbüsü mevcut toplumsal cinsiyet varsayımlarına titiz bir şekilde uyan kategorilere ayrıştırılıyor: ya cinsel istismar karşısında hayatta kalmak için hareket ediyordu ya da politik bir ideoloji için savaşıyordu (genellikle savaşması için beyni yıkanmıştır).
Eltahawy’nin kitabı kızgınlık ve öfkeyi incelerken, şiddeti örgütlü bir direniş biçimi olmasa bile, acil bir misilleme olarak öneren ve patriyarkaya yönelik sızlanmaları evlerden sokaklara taşımaya düşünmemizi isteyen feminist yazar kalabalığından biraz ayrılıyor.
“Patriyarkanın anladığı dil şiddetse, yalnızca kendi güvenlikleri için bile olsa, daha fazla kadının bu dilden konuşma zamanı gelmedi mi?”
Şiddete en fazla çekinerek değinen feminist bir tartışmada, Eltahawy’nin kitabından alınan bu öneri radikal – ve hatta tehlikeli – görünebilir. Fakat tahayyülden duygu politikalarına (özellikle kızgınlık ve öfke) göz yumma çağrılarını kendilerini silahlandırmayı tercih eden kadınların gerçek politiğinden çıkarırsak ne olur?
Cinsel şiddet politik bir eylemdir ve kimliği hedef alan şiddet daima derinden hissedilir. Kadınların şiddet içeren tepkileri – öz-savunma olarak bile ele almaya genellikle isteksiz olduğumuz bu tepkiler – belki de politik bir eylem olarak daha yararlı biçimde anlaşılır: otonomi için kolektif mücadele.
İstismar edilen eş, ihlal edilen azınlık ve sınıflandırmalara uymayan çoğu kadın için derin yaralar iç güdümlü bir motivasyonu ateşleyerek onu otonomi, kontrol ve öz-yönetim için hesaplanmış şekillerde davranmaya iter.
*
“’Öldürücü bir öfke’ hissettim. Onu yavaşça bıçaklamak, çantamda olmasını dilediğim silahla vurmak istedim.”
bell hooks
Maria Barbella ülke genelinde İtalyan-Amerikalıların kitlesel olarak linç edildikleri bir dönemde ona tecavüz eden kişiyi öldürmeyi tercih etti. New York Times’ta bir köşe yazarı modern zamanların bilindik nakaratıyla Maria’nın topluluğunu, “bu ülkeye hukuksuz isteklerini taşıyan, bize göre azalmak bilmeyen zararlı bir böcek olan eşkiyaların ve suikastçilerin soyundan gelenler” olarak tanımladı. How The Other Half Lives isimli eserinde, yazar Jacob Riis Maria’nın semti Mulberry Bend’in kasvetli, yabancı düşmanı bir tasvirini yapar: “Ezelden beri o eski inek yolu kocaman bir insan ahırından başka bir şey değildir.”
Maria’nın hızlı, öldürücü elinin abartılı hikayesi dışında aklından geçenlere dair yeterince bilgi sahibi olmasak da; ırkçılık, dışlanma ve ötekileştirmenin gücünün sokaklardaki belli toplulukları ezdiğinde, ev içerisinde yakın partner şiddetinde daima artış olacağını artık biliyoruz.
Bu topluluklarda kadınlar için artan bu kırılganlık anlarında, polis kurtarıcı olarak görülmez – polisler daha ziyade tüm ailelerini çevreleyen toplumun şiddet içeren ırkçılığının suç ortaklarıdır. Bireysel eylemi topluluğun kolektif mücadelesi içerisine yerleştiren Kimberlé Crenshaw bir keresinde Amerika’da silahlanan siyah kadınlar hakkında şunları söyledi: “Doğrusunu söylemek gerekirse, bu topluluğu savunma işidir, koruma işidir, bir özsaygı ve otonomi hissi geliştirme ve yalnızca var olma hakkı meselesidir.”
Öldüren kadınları anlamaya çalıştığımızda bile, yerinde sorular soruyor ve bir başarı emsali olan savunma formülüne giren, hesaplanmış yanıtlar alıyoruz: bireysel aklama. Ancak kadının ve tartışmanın nefes almasına izin verildiğinde öldürme eyleminin politik doğası kolektif özgürlük için köklü arzuların kazılmasıyla ortaya çıkıyor.
*
Gözlerinin etrafındaki koyu daireler yorgunluğunun gerçekliğini ilan ediyor. Racine’in şartlı tahliye duruşması yaklaşıyor. Oldukça zor geçen sekiz haftadır içerde. Tırnaklarından geriye kalanların etrafındaki deri küçük parçalara bölünmüş. Ama o parmaklarını sanki Riker’s Island Hapishanesi’nde saatlerin hızla akıp gitmesini sağlayacaklarmış gibi kemiriyor.
On üç yıl önce, 2006 yılında bir kar fırtınası sırasında, Racine çocuklarıyla birlikte Brooklyn’deki evindeyken uzaklaştırma kararını ihlal eden istismarcı partneri Wes, arkadaşı Jerry ile birlikte kapısına dayandı. Wes’in oradan ayrılmayacağı belli olunca, Racine çocuklarının dört blok ötede bulunan, Wes’in annesinin dairesine gitmelerine izin verdi. Sonraki saatlerde, Racine’e her iki erkek tarafından uyuşturucu verildi, tecavüz edildi ve dövüldü. Kendi evinde 28 saat boyunca rehin tutuldu. Polisi ararsa olacakları biliyordu.
İki gün sonra, bir akrabasından silah temin ettikten sonra, Jerry ile birlikte Jerry’nin yaşlı anne ve babasının evinin bodrumunda kalan Wes’i aramaya gitti. İkisini de silahla vurdu. Merminin biri Jerry’nin midesine isabet etti ve sonra yaraları sebebiyle öldü. Wes de yaralandı ama durumu ağır değildi. Racine yargılandı ve ikinci dereceden cinayetle suçlandı. Hayatta kalan tecavüzcü Wes onun aleyhinde tanıklık yaptı.
*
Racine gibi bir kadın, argümanlarını genellikle Brittany Cooper’ın Eloquent Rage’deki çağrısında ifade ettiği gibi “görmek istediğimiz dünyayı inşa etmemize yardımcı olan” yapıcı bir hiddet türüyle destekleyen “öfkeli feminist”in politik tahayyülünde nerede durur? Benzer biçimde, Soraya Chemaly, Rage Becomes Her adlı kitabında (Siyah Hayatlar Önemlidir’in Alicia Garza’sından alıntı) öfkeyle hareket etme konusunda uyarıda bulunur: “Doğru kullanılmadığında, hemen yıkıcı olabilir.”
Kadınları adaletsizlik karşısında (yalnızca bir tek) duygusal tepki vermeye teşvik etse de, bu metinlerde harekete geçirdikleri politik eylemin aldığı biçim hem kabul edilebilir direniş yöntemleri içerisinde kalmayı gerektirir hem de kararlaştırılan hedefe odaklanır: ataerki.
Şiddeti, hayatları boyunca karşılaştıkları zorlu alanlar boyunca gelişen politik bilinçlerinin amacının mantıklı bir aracı olarak görerek eylemi harekete geçiren mahrem yaraların karmaşık iplerinin haritasını çıkarmak genellikle kurgusal karakterlerde – şiddet fantezilerinden özgürce keyif almalarına izin verilen kadınlar – daha net yansıma bulur.
Meena Kandasamy’nin kendi hayat hikayesine dayanan kurgusal yapıtı When I Hit You’da, kadın kocasının istismarlarını ve kendi direniş sanatını tarih sırasına göre kaydeder. Kocasının darbelerinin her birinde patriyarka politik eleştiri rolünü ikna edici biçimde oynar.
“Kocamdan öğrendiğim Marxist jargonu kullanarak gururla ilan edebilirim: bir tarafta taktikler diğer tarafta strateji vardır.
Ben bir stratejist oldum.
Jinekoloğa giderken meydan okumamın kızgın bir kepçeyle kendi vücudunda yanıklar oluşturmasına yettiğini hatırlıyorum. Hep bana yöneltilen şiddetinin bazen kendisine dönebileceğini ilk kez farkediyorum.
Bu bana umut veriyor. Öfkesinin istediğim zaman infilak ettirebileceğim bir araç olduğunu biliyorum. Doğru zaman geldiğinde, kırmızı butona basabilirim, bu sıradan insanlarla ilgili bu sınıf oyununu kendi istediğim gibi sonlandırabilirim.”
İstismar edilen kadın ve politik devrimci – her ikisini de şekillendiren şiddet – ev içerisinde tartışmaya açıktır.
“Ama mesele onu düşman edinmek değil sadece. Kocamın zihninde yazar fikrine eşlik eden tatsız bir kanun kaçağı havası var. Devrimci imgesiyle bağdaşmayan bir benmerkezcilik. İş tanımı tek kelimeliktir: başkaldırı. Hayatımda hiçbir şeye bu kadar tehlikeli biçimde kapılmadım.”
*
Dharini kız kardeşi tecavüze uğramadan önce de gerillalara katılma isteği duyuyordu. Yan bakışlar kaybolana kadar bilinen askeri kontrol noktalarının yanından hızla geçme korkusuna alışmıştı. Fakat bilinmeyen yabancı askerler ortaya çıkarak Kuzey Sri Lanka’daki çocukluğunun kırmızıya boyalı sokaklarına rastgele yayıldılar. Özgür hareket çemberi günlerinin çoğunu hayal kırıklığı içinde evde geçirene dek daraldı.
“Askerler o akşam ‘güvenlik kontrolü’ için geldiklerinde evde değildim – evde yalnızca küçük kız kardeşim vardı. Tamil olduğu için onu hedef aldılar, gerillaları aradıklarını söylemişler. Kadın olduğu için tecavüz ettiler.”
Fakat Dharini’nin militan olma kararı o anda –Eltahawy’nin “başlarım-böyle-işe anı” dediği an– gerçekleşmedi.
“Tamil Kaplanlarını duymuştum, kadınlar bazen okulumuza gelirdi. Güçlü, benden daha cesur görünüyorlardı. Birilerinin bizim için, Tamiller için savaşması hoşuma gidiyordu ama bunu yapabileceğimi düşünmemiştim. Eğitim kampına katıldım, Amma (anne) eve gelmemi istedi. Ona güvenli olmamız için tek çarenin bu olduğunu söyledim ama o gittiğinde ağladım.”
Kadınlar kırılgan olduklarında ve ihlal edildiklerinde bundan öfke doğar. Ama şiddetle geçen bir ömrün içerisinde üzüntü, endişe, korku ve hayal kırıklığı da vardır. Eylemi belirli bir anda (“anlık/tetikleyen”) doğan tek bir duyguyla sınırlandırdığımızda, yalnızca öz savunmayla hareket eden bireysel bir kadın görürüz.
Eğer şiddete yönelik duygusal tepkiler spektrumunda şekillenen politik yönelimli bir bilinç gelişimini görmeye istekliysek, öldüren kadınların otonomiyle hareket ettiklerini anlayarak başlayabiliriz. Bu kadınlar için direniş kolektiftir.
*
Patriyarki devlet ve onu saran toplum içerisinde kutsallaştırılır. Gücü elden bırakmama teşebbüsüyle çok başlı ejderhaya benzeyen bir biçime bürünür. Tahakküm için patriyarkal arzuya demirleyen beden kendini çok sayıda başla savunur: askerileşme, ırkçılık, üstünlük.
Mizojininin kadın nefreti olduğu yerde, üstünlük belli kadınlara duyulan nefrettir. Bir ırkın tümünü yok etmeye çalışan başlardan birinin nefesiyle karşılaşan kadınlara, karşı karşıya geldikleri düşmanla savaşmayı tercih eden kadınlara ne olur? Kadın hakları için değil de, var olma hakları için savaşan kadınlar.
Meena Kandasamy çalkantılı evliliği boyunca ve evliliğinden sonra giderek daha fazla Tamil savaşçısını hem yok eden hem de doğuran aralıksız şiddet hakkında şunları yazdı:
“Tamil halkının IPKF (Hindistan Barışı Koruma Gücü) ya da Sri Lanka Ordusu tarafından LTTE’nin (Kaplanlar) kadın savaşçıları dahil Tamil kadınlarının bedenleri üzerinde işlenen tecavüzlerin dehşetini unutması imkansız. Bu Krishanthi ve Koneshwari’nin, Isai Priya ve Logarani’nin uğradığı tecavüz ve cinayetlerle travmatize olmuş bir halkın öfkesi.”
Kandasamy her türlü şiddetin politik olduğu Tamil kadınlarını, sivil vatandaşları ve halk savaşçılarını tek bir cümlede birleştiriyor.
Yedi Günah’ta, Eltahawy “kadın savaşçıların savaştıkları savaşların patriyarki adına yapıldığını; ancak ataerkil bir devletin hak iddia edebildiği bir şiddeti teşvik ettiklerini” öne sürer. Çoğu hareketin merkezinde olan patriyarka konusunda sonuna kadar haklıdır ama bu hareketlerin içindeki kadınların – öldürmeyi seçen kadınların – motivasyonlarını kolayca reddedemez.
Kaplan Kadınlar Politik Kanadının başkanı Thamilini henüz yayımlanmayan anılarında gerilla mücadelesine uygulanan, dar feminist bakış açısını yansıtır:
“Sıradan insanların temel haklardan mahrum bırakıldıkları o zamanlarda, kadınların karşılaştıkları krizlerin etkilerine dayanacak ve hayatta kalacak içsel güç geliştirebilmelerinin nedeni ezilmeye alışkın olmalarıydı. Mücadelenin başlangıcından bu yana ırkın özgürlüğü için silahlı mücadeleye girmek için cesaretle sokağa çıkmaları bunun bir uzantısıydı.”
1994 yılında Thamilini’nin bölüğüne katılan Dharini bunu kısaca şu şekilde ifade eder:
“Bütün o askerleri köyümüzden çıkarmak, barış içinde yaşamak dışında pek bir şey düşünmedim. Akka’nın (büyük kız kardeş) olayından (tecavüz) sonra bunun benim de başıma geleceğini biliyordum. Belki kendimi korumak içindi ama ben hepimizi korumak istedim.”
Militanlığa katılan kadınlar arasında bile, öldürme kararı genellikle sonradan akla gelen bir düşüncedir. Savaşma kararının şiddetten hayatta kalma arzusunu serbest bırakmayı gerektirdiği durumlarda, öldürme kararı barış içinde yaşamak için gereken tutarlı vicdanı yüceltmeyi gerektirir.
Nihayetinde, tercih cephe hattındaki hayat tarafından damıtılarak netlik kazandırılan o an – Dharini’nin “tek düşüncen korumak” diye belirttiği an – tarafından ele geçirilir.
*
“Kendimi sık sık bir öz-savunma vakasında haklı olan tek kadının ölü bir kadın olduğunu söylerken buluyorum.”
Sue Osthoff, Darp Edilmiş Kadınlar için Ulusal Takas Odası Müdürü
Öldüren bir kadının, kendisini istismar eden erkeğe kıyasla yargılanması daha olasıdır. Devletler, askerler ve sevgilileri tarafından istismar edilen kadınlar davalarına itiraz etmek için güvenilir bir tanık sayılmazlar.
1976’da, Gayle Jones Eva’s Man’i– ömür boyu süren cinsel şiddetten sonra kendisini istismar eden kişiyi iğdiş eden ve öldüren siyah bir kadının kasvetli, kurgusal hikayesi – yayımladığında, Eva’nın karakterinin karmaşıklığı yaygın olarak hem tartışmalı hem de yetersiz bulundu.
Çağdaş romancı Namwalli Serpell, “Ses tonundaki soğukluk suçlamadan ya da acımadan bizi bu dehşetle yüzleşmeye zorladı,” diye anımsıyor. Eva’nın travmalarını zihni bulanık biçimde tekrar tekrar anlatışı “şaşkınlık ve hayretle bakakaldığımız Daha Büyük Şiddet mozaiklerini birleştirdi.”
Öz savunma kanıtlanmasının zor olmasıyla meşhur; ve feminist hukuk akademisyenleri tarafından istismarcılarını öldüren kadınların vakalarında kısıtlı uygulanabilirlikleri nedeniyle açıkça eleştiriliyor. Şiddete şiddetle direnen bir hayatta kalan “muhakkak” bedensel zarar ve ölüm tehlikesi içerisinde olduğuna makul biçimde inandığını kanıtlamak zorunda. Bir kadın kendisini istismar eden kişiyi uykudayken (bir “yanan yatak” vakası) ya da Racine gibi sıcağı sıcağına değil de istismarcının saldırısından günler sonra öldürdüğünde geleneksel öz-savunma standartları geçerli olmuyor. Mahkeme odasında tek bir an onun hayatta kalmasını belirliyor.
Bir kadın öz-savunma çağrısının sınırlarını ve cezai yasa sisteminin destekleyen ırksal eşitsizlikleri ortaya koymak için öldürmek zorunda da değil. 2012’de, ‘şiddet tehlikesi oluşmadan öldürmeye izin veren eyaletlerden Florida’da Marissa Alexander kendisini öldürmekle tehdit eden kocasına uyarı ateşi açtığı için yirmi yıl hapis cezası aldı.
Dönemin Bölge Savcısı Angela Corey Siyah bir kadın olan Marissa Alexander’ın “öfkeli” olduğunu ve tetiği çektiğinde korkmadığına dayanarak cezasını altmış yıla çıkarmak istedi. Bir kez daha eylemi tek bir duyguya indirmek – bu defa korku – onun tek hayatta kalma şansıydı.
NRA başkanı Wayne LaPierre, “Şiddetli bir tecavüzcünün karşılaşmayı hak ettiği tek şey, iyi bir silahlı kadındır,” dediğinde öz savunma dilinden faydalanıyor. Ulusal araştırmalar “iyi kadınlar”ın beyaz kadınları öldüren herhangi bir ırktan kadınlar olmadıklarını gösteriyor. “İyi” bir kadın öfkesine kapılamaz, kendini korumak için harekete geçtiği sırada dehşetli bir endişe dışında hiçbir duyguyu ifade etme hatasına düşemez.
Rikers’daki yıllarında, Racine hayatının geri kalanını tanımlayacak olan eylemi ifade etmeyi başardı:
“Bu olduğunda, bilirsiniz o gece [Jerry ile partneri Wes’i silahla vurduğunda] aklımdan geçen pek de bu değildi. Ama oldu bir kere. Kendi hayatımı kontrol ettiğim hissi. Biliyordum, ya savaşacak ya da ölecektim. Öz savunma ama bundan çok daha fazlası. Ben kendi hayatımı seçiyordum, sadece kendim için değil, metrodaki, ölü olmaları an meselesi olan kadınlar için hayatı seçiyordum. Çünkü yalnız olmadığımı biliyordum. Dünyanın bir köşesinde her saat bir kadının dövüldüğünü söylerler, değil mi? Ben bunu biliyordum işte. Hissediyordum. Ben dövülüyordum, başka bir kadın da, o gün, ertesi gün ve ondan sonraki gün. O tetiği kendim için, onlar için çektim.”
Öz savunma bir kişinin yargılanması için sunulan dil olduğunda, özerklik direnişin ısrar ettiği dil olmuştur. Özerkliğin merkezinde bir kişiyi “Daha Büyük Bir Şiddet”e karşı kendi özyönetimleri adına harekete geçiren esas motivasyon, içsel faktörler fikridir.
Bir kadın, istismarcı partnerini öldürürse ya da cephe hattında savaşırsa, Dharini’nin ifade ettiği gibi “korunma” bir tür özerkliktir.
Öz savunmanın bireye bağlı olduğu durumlarda, özerklik kaderin kolektif, daha büyük bir sorgulamasının yanı sıra toplumun ve devletin ezmesi için bir “tutarlılık”tan kaynaklanır.
Çoğu kadına neden öldürdükleri sorulduğunda öz savunma rahatsız edici bir cevaptır. Eva’nın karakterlerinin öldürme kararında olduğu gibi, Serpell “onun aşırılığı – eylemin sınırsızlığı ve yoğunluğu daha büyük, eski çağlardan kalma ve korkutucu bir şeyi işaret ediyor,” iddiasında bulunur.
*
“Kaburgaları arasındaki sözcükleri stiletto bir bıçak gibi kaydırdım. Soluğu gerçekten de kesildi.”
Meena Kandasamy
Öldüren kadınların hayatlarını göz önünde bulundurmayan yakın zamanlı feminist yazarların alt türünün (sub-genre) öfkeyi yeniden sahiplenmesi kadınları eyleme geçmeye seferber etmek için daha kapsamlı politik projenin temel bir parçasını görmezden geliyor.
Bir araç olarak şiddete yönelik verimsiz (ve genellikle iki yüzlü) ahlaki kızgınlığı bir kenara koyduğumuzda ve bir toplumsal cinsiyetin tümünün önceden belirlenmiş savunmasına tanı koyma eğilimini reddettiğimizde, öldüren kadınların daha derinlerdeki motivasyonları Dharini, Racine ve onlar gibi çok sayıda kadının anlatılarında geçen politik bir bağı ortaya çıkarır.
Silahlı mücadeleye katılan kadınların yaşamlarını şekillendiren şiddet ile tehdit ve istismar tahakkümü altında yaşayan kadınların karşı karşıya kaldıkları şiddet arasında önemli bir fark yoktur. Feministlerin uzun zamandır farkında olduğu gibi, kadına yönelik şiddet şiddetin yaygın kullanımını sürdüren devlet ve yasal sistemleri şekillendiren patriyarkal kurumlardan kaynaklanır. Şiddete başvurarak şiddete direnen kadınlar arasındaki bağlantıları pekiştirmek eylemin fetişleştirilmesi değildir. İradenin geri alınmasıdır.
Bu kadınlar çeşitli duyguların derlenmesi yoluyla oluşan politik bilinçlilikle kendilerini istismar edenleri hem patriyarka hem de onun devam ettirdiği politik baskı içerisinde belirlediler. Racine gibi kadınlar için, son benlikten daha büyük bir şeyi savunmak için düşünülen, hesaplanan ve gerçekleştirilen bir şiddet eylemidir.
“Mahkemeye geldiğimde avukatım bana pişmanlık göstermemi söylüyor, insanların ne kadar üzgün olduğumu görmeleri için. Ama bunu hissetmiyordum. Onlar [avukat ekibi] eylemlerimi parmağımı şıklatmışım, aniden orada bulunmuşum gibi anlatmaya çalışıyorlardı. Fakat şimdi geriye dönüp baktığımda, şunu söyleyebilirim, bu şiddetten ve istismardan artık gına geldiği için şiddet kullanmadım, yeterli olduğumu bildiğim için yaptım. Haysiyetimi ve insanlığımı hak ediyordum. Üstelik polis ve uzaklaştırma kararı bu bildiklerimi desteklemek için hiçbir şey yapmadı. Malcolm X’in söylediği gibi, bu “Her türlü yola başvurmak” gibiydi. İşte bunu düşünüyordum. Insanlığa geri dönmek için nasıl savaşacağımı, çünkü hükümet dahil hiç kimse bunu bana vermeyecekti.”
Bu yazının orijinali 10 Nisan 2020 tarihinde http://www.lithub.com sitesinde yayımlandı.
Ana görsel: “Klytaimnestra ve Agamemnon”, Pierre Narcisse Guerin (1822)