George Floyd’un beyaz bir polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan ve önce ABD’nin dört bir yanına, ardından da başka ülkelere yayılan Siyah Hayatlar Değerlidir eylemleri birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu tartışmaların, özellikle de Siyah Transların Hayatları Değerlidir eylemlerinin yapıldığı günlerde Çağdaş Afrika Diaspora Sanat Müzesi (MoCADA) Tumblr sayfasında ünlü siyah queer düşünürler Audre Lorde ve James Baldwin’in 1984 tarihli Essence Magazine söyleşisini yeniden dolaşıma soktu.
Bundan tam 36 yıl önce Lorde ve Baldwin’in ırkçılık hakkında yaptığı sohbet bugünün karanlığına ışık tutacak bir el feneri adeta. Hiçbir deneyimin bir diğerini gölgeleyemeyeceğini ve hepsinin tartışılmaya ve mücadele etmeye değer olduğunun altını çizen bu zihin açıcı sohbeti Özde Çakmak, Velvele için Türkçeleştirdi. Sizlerin huzurunda kendisine bir kez daha teşekkür ediyor, iyi okumalar diliyoruz.
James Baldwin: Siyah bir Amerikalı olmanın tehlikelerinden biri şizofren olmak ve “şizofren” derken kelimenin en gerçek anlamını kastediyorum. Siyah bir Amerikalı olmak bazı açılardan beyaz olma arzusuyla doğmaktır. Bu burada doğduğun için ödediğin bedelin bir kısmı ve her Siyah kişiyi etkiliyor. Vietnam’a geri dönebiliriz, Kore’ye geri dönebiliriz. Aynı şekilde Birinci Dünya Savaşı’na geri dönebiliriz. Bu ülkeyi kurtarmak için savaşırsak vatandaşlık hakkımızın asla ama asla sorgulanamayacağını söyleyerek – kim onu suçlayabilir? – Siyahların Birinci Dünya Savaşı’nda savaşması için kampanya yürüten W.E.B Du Bois’a – onurlu ve güzel bir adam – geri dönebiliriz. O bunu söylerken ciddiydi, o an orada olsam belki ben de bunu söylerdim. Du Bois Amerikan rüyasına inanıyordu. Martin de inanıyordu. Malcolm de öyle. Ben de inanıyorum. Sen de inanıyorsun. Bu yüzden burada oturuyoruz.
Audre Lorde: Ben inanmıyorum, tatlım. Üzgünüm, bunu söylemeden geçemeyeceğim. Çok ama çok derinlerde bir yerde o rüyanın hiçbir zaman bana ait olmadığını biliyordum. Ağladım, zırladım, dövüştüm, bağırıp çağırdım ama bunu biliyordum. Siyahtım. Kadındım. Erk sahibi her yapının dışında – dışarısındaydım. Yani kendimi paralamam gerekiyorsa, yaşayacaksam bunu tek başıma yapmak zorunda kalacaktım. Kimse benim hakkımda rüya görmüyordu. Kökü kazınacak bir şey olmam dışında hiç kimse beni incelemiyordu bile.
JB: Amerikan rüyasında karabasan olmak haricinde yer almadığını söylüyorsun.
AL: Doğru. Jet’i her açışımda da bunu biliyordum. Kotex kutusunu her açışımda bunu biliyordum. Okula her gidişimde biliyordum. Dua kitabını her açışımda biliyordum. Biliyordum, biliyordum işte.
JB: Hem aşağılandığın hem de azimle – şununla, bununla, bilirsin – imkânsızı başarabileceğin söylenilen bir yerde doğmak zor. Kadınla, erkekle, çocukla – cinsiyeti her neyse – baş etmeye çalışıyorsun ve o kız ya da oğlan, erkeğin ya da kadının günde 24 saat bu ülkenin gerçekleriyle baş etmek zorunda. Başka bir yere kaçıp gitmeyeceğiz, biliyorsun, o günü bir şekilde atlatmalı ve birbirimize destek olmaya ve çocukları yetiştirmeye devam etmeliyiz – bir şekilde bunların hepsinin üstesinden gelmeliyiz. Ve bu günün 24 saati oluyor ve bütün o güvenlik teçhizatıyla çevreleniyorsun: bu uzlaşmaya varırsan eğer. Koltuk altlarının kokmamasını sağlarsan. Saçını kıvır. Kusursuz ol. Amerikan halkının sana yapmanı söylediği şeylerin hepsi ol, doğru değil mi? Bu şeylerin hepsini yaptığında ise – aslında hiçbir şey olmaz. Bundan daha da kötü olan şey ise şudur, çocuğuna da hiçbir şey olmaz.
AL: Karabasandan daha da kötü olan şey, boşluk. Ve siyah kadınlar boşluktur. Bunların hepsini ayrıntılarıyla açıklamak ve erkek/kadın ayırımının duvarında durmak zorunda kalmak istemiyorum. Farklılığı kabul edip onunla başa çıktığımızda; yoğun karamsarlıkla başa çıktığımızda; farklı karabasanlarımızın korkusuyla bile başa çıktığımızda; onları çevirip baktığımızda bu ölüme bakmaya benzer: zor ama mümkün. Kabullenmeden ona doğrudan bakarsan seni çok daha az şey korkutabilir.
JB: Katılıyorum.
AL: Aynı şekilde, farklılıklarımıza baktığımızda ve bölünmemize izin vermediğimizde, onlara sahip çıkıp onlar tarafından bölünmediğimizde, işte o zaman hayatımıza devam edebileceğiz. Ama henüz o beyaz sayfayı açmadık.
JB: Ben bundan emin değilim. Bana kalırsa Siyah erkek ve kadın anlayışı batılı düşünceden daha sofistike. Bence Siyah erkekler ve kadınlar toplumsal cinsiyet ya da cinsel tercih sorunu – ya da bunun gibi şeyler – karşısında kolay kolay afallamıyor. En azından benim deneyimlere göre bu doğru.
AL: Evet, ama şimdi kendimizi sadece tepkisel olan bir konumdan – dışarıda olan bitene tepki gösteren Siyah erkekler ve kadınlar – alalım. Dışarıda olup bitene tepki verirken kendimizle de uğraşıyoruz – ve kendimizle aramızda olan güç farklılıkları…
JB: Ah, evet.

AL: Nasıl yaşıyor olduğumuzla gerçek anlamda ilgilenmek, birbirimizin farklılıklarını tanımak görülmedik bir şey…
JB: Farklılıklar ve benzerlikler.
AL: Ama paçan sıkışınca, hepimizin kıçı tehlikede olduğunda benzerliklerle uğraşmak daha kolay görünüyor. Yalnızca benzerliği ele aldığımızda, farklılıklar belirgin olduğunda birbirimize karşı kullandığımız silahlar geliştiririz. Ve yabancı birinin yapacağından çok daha etkili biçimde birbirimizi öldürüp yok ederiz – Siyah erkekler ve kadınlar birbirlerini öldürüp yok edebilir.
JB: Doğru söze ne demeli.
AL: Üstelik kanımız kaynıyor, burnumuzdan soluyoruz. Demek istediğim, Siyah kadınlar bunu birbirlerine yapıyor, Siyah erkekler birbirlerine yapıyor ve Siyahlar birbirine yapıyor. Öyle veya böyle birbirimizi silmekle meşgulüz – ve aslına bakarsan düşmanımızın işini yapıyoruz.
JB: Bu çok doğru.
AL: Aramızdaki güç farklılıklarını kabullenmeye ve bunun bizi nereye götüreceğini görmeye ihtiyacımız var. Ya Siyah erkekler ile kadınlar arasındaki güç ilişkilerini reddederek ya da onların arkasından birbirimizi öldürerek azımsanmayacak kadar enerji harcıyoruz. Siyah kadınların kanının sokaklarda akmasından söz ediyorum – 14 yaşındaki bir oğlana öfkesinin meşru hedefinin ben olmadığımı nasıl anlatırız? İkimizin de boynunun üzerinde bot var. Onu oradan indirmekten söz edelim. Benim kanım senin korkunu gidermeyecek. Yeniyetme Siyah oğlanlara bunu açıklamak istiyorum. Bebek sahibi olan Siyah kız çocukları var. Ama onlar bunu tek başına yapmıyor, yani bebek yapan küçük Siyah oğlanlarımız da var. Küçük Siyah çocuklar yapan küçük Siyah çocuklarımız var. Bunun çaresine bakmak istiyorum ki çocuklarımız heba etmeye devam etmesinler.
JB: Seni anlıyorum – ama biraz geriye dönmeme izin ver. Nereden çıktıysa, ister doğru ister yanlış olsun, erkekler kuşaklar boyunca erkek oldukları için öyle veya böyle kadınlardan ve çocuklardan – yani kâinattan – sorumlu olduklarını içgüdüsel olarak bilerek dünyaya geldiler, buna inandılar ya da onlara bu öğretildi.
AL: Hmmm.
JB: Bence bunun başka bir açıklaması yok.
AL: Şimdi başka açıklaması yok mu?
JB: Bence bu gerçekten kaçmanın yolu yok.
AL: Eğer insanları aya gönderebiliyor ve bütün bu gezegeni havaya uçurabiliyorsak, eğer Bikini mercan adalarından 18 inç radyoaktif toprağı kazmayı düşünebiliyorsak ve bir şekilde bu toprakla yapacak bir şey bulabiliyorsak – eğer bunu yapabiliyorsak, Siyah kültürel işçiler olarak bizler bir şekilde bu şeyi altüst etmeye başlayabiliriz – çünkü artık hiç kimse “mağara politikaları”nı yutmuyor – “Mamutu öldür yoksa türler yok olur.” Bunu aştık. Altıncı sınıftaki o çelimsiz çocuklar – o siyah çocukların cinsel farkla boğuşurken kaba gücün meşru bir yöntem olmadığını bilmelerini istiyorum. Bazı farklı paradigmalar kurmak istiyorum.
JB: Evet, ama arada büyük bir fark var bir erkeğin dünyaya bakışı ile…
AL: Evet, evet.
JB: Bir kadının dünyaya bakışı arasında. Bir kadın bir erkekten çok daha fazlasını biliyor.
AL: Ama neden? Siyahların beyazların neler düşündüklerini bilmesi ile aynı sebepten: çünkü hayatta kalmak için bunu yapmak zorundaydık…
JB: Peki, peki…
AL: Köprü olmayı bıraktık. Görmüyor musun? Siyah kadınlar sokakta Siyah erkeklerin kanını dökmüyor – henüz. Baltalarla kafanızı yarmıyoruz. Silahlarla sizi vurmuyoruz. Şöyle diyoruz, “Dinleyin, aramızda olup bitenler bizimle diğer insanlar arasında olup bitenlerle ilişkili,” ama kendi sorunlarımızı çözerken aynı zamanda Siyah kıçlarımızı da kolluyoruz, çünkü bunu yapmazsak, ortak hayatta kalma için ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi harcarız.
JB: Buna katılmamak elde değil – ama argümanı bu şekilde ortaya atarsan, görüyorsun ya, bir erkeğin de anlatacak belli bir hikayesi vardır, sırf erkek olduğu için…
AL: Evet, evet ve bunun için de benim sağ olmam ve dinleyebilmem gerekir.
JB: Evet. Çünkü sahip olduğumuz tek umut biziz. Aile tartışması bir şeydir; herkese açık tartışma başka bir şey. Sen ve ben, bilirsin – mutfakta, çocuklarla birlikte, birbirimizle ya da yatakta – aramızda halletmemiz gereken çok şey var ama neyle uğraştığımızı bilmeliyiz. Ve bunun başka yolu yok. Hiçbir yolu yok. Ben erkeğim. Kadın değilim.
AL: Bu doğru, çok doğru.

JB: Kimse beni bir kadına dönüştürmeyecek. Sen bir kadınsın ve bir erkek değilsin. Kimse seni bir erkeğe dönüştürmeyecek. Birbirimizden vazgeçemeyiz, çocuklar da ikimizin eline bakıyor.
AL: Benim için seni dinleyebilmem, seni tanımlayan şeyin ne olduğunu duyabilmem elzem; senin de beni dinlemen ve beni tanımlayan şeyin ne olduğunu duyman elzem – çünkü o kadar uzun zamandır o eski örüntüyü kullanıyoruz ki bu artık kimseye hizmet etmiyor, bize hizmet etmediği kesin.
JB: Bunu biliyorum. Gerçekten de ikimizin de kanıtlaması gereken bir şey olmadığını düşünüyorum, en azından aynı şekilde değil, Kuzey Amerika yabanında olmasaydık tabii. Erkek kardeş ile kız kardeş, erkekle kadın arasındaki o kaçınılmaz çekişme – kabul etmek gerekir ki, sevgiden kaynaklanan bütün o ilişkiler bu tartışmaya dâhildir. Zira bizim gerçek sorumluluğumuz birbirimizi hiç durmadan yeniden tanımlamaktır. Ben sensiz yaşayamam, sen de bensiz yaşayamazsın – çocuklar da ikimiz olmadan yaşayamaz.
AL: Ama birbirimiz için öncelikle kendimizi tanımlamamız gerekir. Birbirimiz için kendimizi yeniden tanımlamalıyız çünkü tahribatın temeli ne olursa olsun, geriye onu içselleştirdiğimiz gerçeği kalıyor. Bu marazın ve fikirlerin hepsini ırkçılığı nasıl benimsediysek öyle benimsedik. Irkçılıkla ve Siyahlar arasındaki beyaz ırkçılıkla sürekli mücadele etmemiz gerekir – bunu meşru bir soruşturma alanı olarak tanımamız gerekir. Cinsiyetçiliği ve heteroseksizmi nasıl benimsediğimizi de incelemeliyiz. İçine doğduğumuz bu ejderhanın normları bunlar – bu tahribatları açıklık ve adanmışlıkla incelememiz gerek, tıpkı ırkçılık…
JB: “Irkçılık” kelimesini kullandın…
AL: Siyah nefreti ya da renk…
JB: Ama “ırkçılık” kelimesinin altında “güvenlik” kelimesi yatıyor. Beyaz ya da siyah olmak neden önemli?
AL: Kadın değil de erkek olmak neden önemli?
JB: Her iki durumda da Siyah olmaktansa beyaz olmanın daha güvenli olduğu sanılıyor. Kadın değil de erkek olmanın daha güvenli olduğu varsayılıyor. Her ikisi de eril varsayımlar. Ama bu varsayımların üstesinden gelmeye ya da yüzleşmeye…
AL: Yüzleşmek, evet. Bu eril varsayımların arkasında yatan kırılganlık benim için senin için olduğundan daha farklı ve şuna bakmaya başlamalıyız ki…
JB: Evet, evet.
AL: Ve o kırılganlığın inkârından doğan hiddet – Bunu kırıp geçmemiz gerek çünkü kadınların kanını akıtmanın meşru olduğuna inanarak büyüyen çocuklar var, öyle değil mi? Ben bunu kırıp geçmek zorundayım çünkü o oğlan çocukları gerçekten de altıncı sınıftan birini hamile bırakmanın erilliklerinin işareti olduğuna inanıyorlar. Ben bunu hayatta sahip olduğu tek şeyin bacaklarının arasında olduğuna inanan, altıncı sınıfa giden o küçük kız çocuğu için kırıp geçmek zorundayım…
JB: Evet ama şimdi erkeklerden ve kadınlardan söz ediyoruz. Belli bir toplumdan söz ediyoruz. Belli bir zaman ve yerden söz ediyoruz. Sokaklarda Siyah kanın akıtılmasından bahsediyordun ama ben anlamıyorum…
AL: Peki, polisleri erkekleri, erkekler de kadınları öldürüyor. Tecavüzden bahsediyorum. Cinayetten bahsediyorum.
JB: Sana karşı çıkmıyorum ama yanlış taşın altına baktığını düşünüyorum. Siyah adamı – ya da Siyah kadını – bu durumdan kurtarmaya çalışmıyorum, içinde yaşadığımız bu krallıktan söz ediyorum.
AL: Evet, kesinlikle sana katılıyorum; bu çarpıklıkların meydana geldiği krallık değişmek zorunda.
JB: Bir kadını döven adamın başına bir şey gelir. Büyükannesini döven adamın başına bir şey gelir. Uyuşturucu bağımlısının başına bir şey gelir. Bunu adım gibi biliyorum. Harlem sokaklarında yürüdüm; orada büyüdüm, değil mi? Şimdi biliyorsun ki bu beni gören ve soymaya çalışan Siyah erkeğin suçu değil. Bunu bilmem gerek. Bu onun sorumluluğunda ama onun suçu değil. Arada ince bir ayrıntı var. UI büyük annesini dövdüğünde bile benim düşmanım olmadığını bilmeli. Büyük annesi de bunu bilmeli. İkimizi de o sokaklara iten şeyi görmemiz gerek demeye çalışıyorum. İkimiz de aynı yoldayız. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Benim de eve geldiğim, gözümün önündeki her şeye saldırmak istediğim oldu – ama Audre, Audre…
AL: Buradayım, buradayım…
JB: Seninle aynı fikirdeyim. Ne demek istediğini tamamen anlıyorum ve bu beni en az seni üzdüğü kadar üzüyor. Fakat kişi kendini bu noktada nasıl çekip çevirmeli – aslına bakılırsa işgal bölgesinde olan erkeği ya da kadını nasıl kaybetmemeli? Bu ülkede Siyahların durumu gerçekten budur. Gettoda eksik olan tek şey dikenli tel örgü, insanları hayvanlar gibi hapsettiğinde amaç onları küçük düşürmektir ve sen onları küçük düşürdün.
AL: Jimmy, seninle tartışmıyoruz.
JB: Tartışmadığımızı biliyorum.
AL: Ama senin yalnızca bana değil oğluma ve oğullarımıza karşı sorumluluğun hakkında gerçek bir anlaşmazlık yaşıyoruz. Senin ona karşı sorumluluğun benim asla yapamayacağım şekilde – çünkü o benim bedenimden çıkmadı ve benimle başka bir ilişkisi var – ona izahta bulunmak. Babası olarak onunla olan ilişkin ona öfkesi için uygun bir hedef olmadığımı anlatmanı gerektiriyor.
JB: Peki, peki…
AL: Bu onun içine o denli yerleşmiş ki Siyahlığı kadar bir parçası haline gelmiş.
JB: Tamam, tamam…
AL: Bunu ben yapamam. Sen yapmak zorundasın.
JB: Tamam, kabul ediyorum – bu zorlu görev her halükârda orada bir yerde. Başka türlüsü hiç aklıma gelmemişti zaten. Bu kesinlikle doğru. Ben sadece tehlikenin yerini saptamak istiyorum…
AL: Evet, savaştayız…
JB: Bizi yok etmeye kararlı bir krallığın kapıları ardındayız.
AL: Evet, tamamen öyle. Ben birbirimizi yok etmemize yardımcı olan koşulları kabul etmemeyi görmekle ilgileniyorum. Ve bence birbirimizi yok etme yollarından biri, hiç düşünmeden farklılıklarımıza programlanmış olmak. Seks hakkında düşünmemek. Cinsellik hakkında düşünmemek…
JB: Bu konuda tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama sana katılıyorum. Ve ne demek istediğini tamamen anlıyorum. Son derece haklısın. Toplumsal cinsiyetler kafamızı karıştırıyor – biliyorsun, batılı kadın anlayışı aslında hiçte bir kadının ne olduğunu anlatmaz. Bu kesinlikle bir Afrikalı kadın anlayışına uymuyor. Ya da Avrupalı bir kadın anlayışına bile. Ve bu ülkede herkesin saygı duyabileceği bir erillik standardı kesinlikle yok. Siyah bir Amerikalı olmanın dehşeti, bir taklidin taklidi içerisinde tuzağa düşmektir.

AL: Sana “senin yerinde olsaydım şunu yapmanı isterdim” diyemem. Erilliği yeniden tanımlayamam. Bilhassa siyah erilliği yeniden tanımlayamam. Benim görevim, siyah kadınlığı yeniden tanımlamak. Senin görevin, siyah erilliği yeniden tanımlamak. “Hey, lütfen bunu yapmaya devam et,” diyorum çünkü bu kaleyi daha ne kadar tutabileceğimi bilmiyorum ve ben gerçekten Siyah kadınların bu kaleyi tuttuğunu düşünüyorum, bu diyaloğu daha az mümkün kılan şekillerde onu tutmaya başlıyoruz…
JB: Gerçekten mi? Neden öyle dedin? Ben hiç de öyle hissetmiyorum. Bana tuzağa düştüğü için Siyah erkekleri suçluyorsun gibi geldi.
AL: Siyah erkekleri suçlamıyorum; kanımı dökme diyorum. Siyah erkekleri suçlamıyorum. Kanım dökülecek olursa, bir noktada bıçağı kaptığım gibi o lanet olası kafanı koparmam için meşru bir sebebim olacak diyorum, ben bunu yapmamaya çalışıyorum.
JB: Bir adamı delirtirsen, onu canavarlaştırırsın – bunun rengiyle bir alakası yok.
AL: Bir kadını delirtirsen, o da bir canavar gibi hareket eder. Daha geniş bir yapı – topyekûn, mutlak bir savaş içinde olduğumuz bir toplum – var. Ejderhanın ağzında yaşıyoruz ve birbirimizin gücünü birlikte savaşmak için kullanabilmemiz gerek çünkü birbirimize ihtiyacımız var. Ortak savaşımızda bizim de çok gerçek silahlar geliştirdiğimizi söylüyorum ve bu silahları birbirimize doğrulttuğumuzda daha da çok kan dökülür çünkü birbirimizi belli bir şekilde tanıyoruz. Bu silahları birbirimize doğrulttuğumuzda korkunç bir katliam olur. Daha da kötüsü, bunu hâlihazırda savaş durumuna geçtiğimiz bir yapıda yapıyoruz. Bunu inkâr etmiyorum. Şimdi aile arasında tartışıyorum bunu. Suçlamıyorum. Siyah erkekleri oldukları şey için suçlamıyorum. Onların ilerlemelerini istiyorum. Siyah erkekleri suçlamıyorum; şunu söylüyorum, ortak baskıyla mücadele etme yollarımıza yeni bir gözle bakmalıyız çünkü eğer bunu yapmazsak birbirimizi havaya uçuracağız. Kadın nedir, erkek nedir, birbirimizle nasıl ilişki kurmalıyız, bunları yeniden tanımlamaya başlamak zorundayız.
JB: Ama bu batı dünyasının koşullarını yeniden tanımlamayı gerektirir…
AL: Ve ikimiz de bunu yapmak zorundayız; ikimiz de yapmalıyız…
JB: Ama sen bu ülkede Siyah bir adam olmanın tek gerçek suç olduğunun farkında değil misin?
AL: Hayır, değilim. Tek suçun Siyah olmak olduğunun farkındayım. Tek gerçek suçun Siyah olmak olduğunun farkındayım ve bu beni de kapsıyor.
JB: Siyah bir adamın çükü vardır, keserler. Siyah bir adam çocuklarına örnek olmaya ve kadınlarını korumaya çalıştığında ******dır. Bu bu ülkedeki en önemli suçtur. Her Siyah erkek bunu bilir. Ve her Siyah kadın bunun bedelini öder. Her Siyah çocuk da öyle. Onunla hiçbir ilgisi olmayan bir durum için Siyah erkeği suçlayacak kadar nasıl duygusallaşabiliyorsun?
AL: Hala suçu üzerinden atamadın. Ben suçla ilgilenmiyorum, değiştirmekle ilgileniyorum…
JB: Sana bir şey söyleyebilir miyim? Bir şey söyleyebilir miyim? Haklı da olabilirim haksız da.
AL: Bilmiyorum – söyle.
JB: Biliyor musun, bir adama ne olur…
AL: Ne olduğunu nereden bileyim?
JB: İş bulamadığı için kendinden utandığında bir adama ne olur biliyor musun? Hiç kimseyi koruyamadığında? Elinden hiçbir şey gelmediğinde? Kendinden utandığı için çocuklarının yüzüne bakamayan bir adama ne olur bilir misin? Kadın olmaya benzemez…
AL: Hayır, haklısın. Peki, sen doğum yapan, çocuğu bir yere bırakıp onun karnını doyurmak için hırsızlık yapmak zorunda kalan bir kadına ne olur biliyor musun? Aklını yitiren ve hayal kırıklığı ve öfkeyle oldu olduğu için odada çocuklarını döven bir kadına ne olur biliyor musun? Bunun ne olduğunu biliyor musun? Altı erkek kendisini tutarken kadınının ve çocuğunun dayak yediğini gören bir lezbiyene ne olur biliyor musun? Bunun nasıl hissettirdiğini biliyor musun?
JB: Mm-hm.
AL: Peki öyleyse, sen bir kadının nasıl hissettiğini biliyorsun, ben de bir erkeğin nasıl hissettiğini. Çünkü bu eninde sonunda sevdiğimiz insanları koruyamadığımız için öfkeli ve eciş bücüş hisseden insanlara gelip dayanıyor. O halde şimdi başlayalım –
JB: Tamam, peki…
AL: – başlayalım ve bunun üstesinden gelelim.