Velvele’de çalışmanın en güzel yanlarından biri kimi yazarlarımızın bizde yazılarını yayınlandıktan sonra kitap çıkarmalarına şahit olmak. Nazlı Yıldırım’ı iki yıl önce “Anneme Mektup” isimli yazısıyla Eflatun Koza’da konuk etmiştik. Yazar, hayatın getirdikleri nedeniyle o mektubunun izinden gitmek zorunda kalan Seninle Başım Dertte isimli kitabını bu yaz Onagöre’den yayımladı. Görselle sözün hesaplaşması gibi bir eser Seninle Başım Dertte. itirdiğinizde yas ve isyan gibi iki güçlü duyguyla baş başa kalıyorsunuz.
Yas konusu LGBTİ+’lar olarak çok konuşmadığımız bir konu. Her şey gibi bazen o da bize çok görülüyor. “Ölüm, Yas ve Keşkeler Üzerine” yazısında Velvele editörlerinden Bawer’in dediği gibi, “LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık deyince herkesin aklına benzer şeyler geliyor: şiddet, ölüm, işten kovulma, aşağılanma vs. Ancak fobiler sanıldığında çok daha sinsi bir biçimde günlük hayata/ilişkilere sirayet ediyor. Bir taziye evinde size misafir muamelesi yaparak çıkıyor ortaya mesela.” Yazar Sarah Schulman Ties That Bind: Familial Homophobia and Its Consequences isimli kitabında eşcinsellere atanmış ailelerinin uyguladığı sakınma (shunning) pratiklerinden söz eder. Ailelerimizin bizi ve hayatımızın gerçekliğini yok sayarak yaşattıklarının toplumda çoğalarak kültürel bir probleme dönüşmesinin tehlikelerinden de bahseder. Neyse ki bu sorunlu durumda dahi üretmek bazılarımızın imdadına yetişiyor, ailelerimizle yaşadığımız problemleri pozitif şeylere dönüştürebiliyoruz. Seninle Başım Dertte çok kişisel bir metin gibi dursa dakitabın bir aile ferdini ona açılamadan kaybetmiş herkese hatırlatacağı bir şey var bence. Söyleşimizin “o şeyi” siz değerli okuyucularımıza göstereceğini umuyorum.
Nazlı Yıldırım’ın incelikli cevaplarını okurken bir yandan ailelerle ilişkinin sadece sakınma noktasında ilerlemeyebileceğini, LGBTİ+ çocuklarını kabul eden ailelerin örgütlenmesinin ve dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu kendi deneyimimi de düşünerek hatırladım. Bu nedenle LGBTİ+ olmanın her geçen gün daha da zorlaştığı bir bağlamda aile bireylerine verilen desteğin öneminin altını yeniden çizmek isterim. Kimi zaman aileler bizden değil de yaşıtlarından benzer deneyimleri dinlediklerinde bizlere daha iyi davranmaya ikna olabiliyorlar. Umarım ailelerin birbirine destek olduğu oluşumlar daha da güçlenir diyerek giriş yazımı bitiriyor, sizleri Yıldırım’ın sorularıma verdiği yanıtlarla baş başa bırakıyorum. İyi okumalar.

Okuyucularımıza biraz kendinizi tanıtır mısınız? Kendinizi hem yazıyla, hem de görsellerle ifade etmeye başlama sürecinizi biraz anlatabilir misiniz?
Ankara’da doğdum. Lise yıllarım Manisa’da geçti ve on sekiz yaşımla birlikte İstanbul maceram başladı. Üniversite ve çalışma yıllarım İstanbul’da geçti. İstanbul yılları, benim için büyüme yıllarıydı. Duyguların açıkça ifade edilmesine izin verilmediği bir ev ortamında yetiştim. Hâliyle bir şeyler çatlamaya başladı ve o çatlaklardan geçmek bana, kendimi nasıl ifade edebileceğimi gösterdi. Önce yazarak ardından fotoğraf ile. Yunanistan, Belçika ve Türkiye’de çeşitli dergi, gazete ve sanal platformlarda edebi yazılarım yer aldı. O dönemlerde ne yazık ki kapsayıcı alan yoktu. Bu beni epey zorladı ve bir süre yazmaktan uzak kaldım. Bu süreçte fotoğrafla ilgilendim ve Hayret adında bir fotoğraf fanzini çıkardım kendi çabamla. Kuir bir alan yaratabilme çabasındaydım. Kendi alanımı, kendim yaratabilme hâlleriydi. Fotoğraf, kendimi görebilmek için aradığım bir seçenekti açıkçası. Bedenimi, kimliğimi, varlığımı yeryüzüne kabul ettirme ıstırabı biraz da, sadece bu ıstırabı görsel olarak kaydetmek istedim. Son olarak da 2019’da Boysan Evi’nde gerçekleşen “1+1 Birlikte Güçlüyüz!” sergisinde yer aldım. Hâlen fotoğraf ve yazı çalışmalarına devam ediyorum.
Geçen ay yayımlanan Seninle Başım Dertte’nin tanıtım metninde kitap için “Birbirlerini artık asla tanıyamayacak bir anne ve kızın hikayesi” diyorsunuz. Kitabın yazılma hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Annemle geçirdiğimiz anlar neredeyse yok denecek kadar az. Kendisine dair hiçbir kişisel paylaşımı olmadı ya da bunu fark edemedim. Anlamak gerçekten zor. Heyecanlı, meraklı ve güleç bir insandı. Daima hareketliydi. Bu dışarıya yansıttığı hâlleriydi. Ben asıl iç dünyasını merak ediyordum. Davranışlarını çözümleyebilecek, sessizliğini okuyabilecek yetkinliğe sahip değildim. Sadece maskelediği yaşamına tanık oldum. Özüne baktığımda annem kimdi, bilmiyorum. Duygularını, düşüncelerini ve bireysel alanında neler yaşadığına/yaşandığına dair kesinlikle bir yansıtma yoktu. Annemle ilgili öğrendiğim birkaç şey var, onlar da sarsıcı olaylar. Üzerine konuşmak zor. Tabii bu öğrendiklerimden annemin haberi yoktu. Hâlen hazır olup olmadığımdan emin değilim annemin odasına girmeye. Üzerinden iki yıl geçti ve kapıyı açmadım. Odaya girdiğimde nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Mahremiyetine dokunmaya çekiniyorum. Kitaba gelecek olursak; kitapta yer alan fotoğraflar bu beş yıllık zaman içerisinde çekildi. Kendi içinde mücadele veriyordu bunu gördüm. Her ne kadar idare edemediğim çatışmalı zamanlarda kalp kırıklarına ve yalnız kalmalara neden olsa da içimde anlama isteği uyandı ve kafa tutuşlarımı bir kenara bıraktım. Annemin hayata tutunma gayretini seyrettiğim anlarda çekilmiş fotoğraflardan sadece bir kısmı. O zamanlarda aklımda hiç kitap fikri yoktu. Sadece tanımak ve anlamak istiyordum. Beş yıl içerisinden çekilmiş çoğu fotoğraf ne yazık ki dijital kazalar yüzünden gitti, geri kurtarabildiğim fotoğraflara bakarken elinizde tuttuğunuz kitap var oldu.

Kitapta “anlatmayı istemek ama anlatamamak” önemli bir tema. Anlatamamanın nedenlerinden biri de annenizin rahatsızlığı sonrası hayata gözlerini yummuş olması. Bu kitaba yasa dair bir derinlik de katıyor. Seninle Başım Dertte’nin yasınızla ilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ankara’ya taşındığım ilk dönemlerde bir geçiş bunalımı yaşadım. Hiçbir düşünceye açık olmayan katı bir mahallede, geleneklere yaslandırılmış akıl almaz davranışlara sahip olan bir ortamda kendimi adapte etmeye çalışıyordum. Gizli gizli Ankara’daki bütün LGBTİ+ etkinliklerine katılıyordum. Özellikle ODTÜ’nün LGBTİ+ aileleriyle birlikte düzenlediği açılma etkinliklerinin hiçbirini kaçırmadım. Her bir ebeveyn ile birebir konuşarak neler yapabileceğime dair bilgi almaya çalışıyordum. Gerçekten annemle aramda olan sessizliği kırmak ve sağlıklı bir iletişim kurarak kızının nasıl bir hayatı olduğunu bilmesini istiyordum. Bu onun en doğal hakkıydı. Pazar kahvaltılarımızda anlattığım olayların bana ait olduğunu bilmesini istiyordum. Bu ikili oyunu oynamak gerçekten beni hırçın, agresif ve öfkeli birine dönüştürüyordu. Önce LİSTAG’ın hazırladığı Gökkuşağından Hikâyeler kitabını evin içinde dolaştırdım annemin tam da görebileceği şekilde. Salonda otururken, sehpanın üzerine bırakıp odadan çıktım ve uzun süre geri dönmedim salona. Ardından Ankara’da Türkiye Psikologlar Derneği’nin düzenlediği bir etkinlik vardı. Sadece anne ve babalar katılabiliyordu. Anneme bu etkinliğe katılmayı isteyip istemediğini sordum. “Neyle ilgili?” dedi ve ben de “Gittiğin zaman beni daha iyi anlayacaksın.” dedim. Maalesef o gün hava koşulları kötüydü ve annem otobüsü kaçırdığı için etkinliğe katılamadı. Şu an düşündüğümde belki de böylesi iyi oldu, bilemiyorum. Hastalığı boyunca terapiye gitti ve düzenli olarak grup terapilerine katılıyordu. O gün annemin grup terapisi vardı ve akşam eve geldiğinde nasıl geçti diye sormuştum. Annem de “Bugün eşcinsellik konusunda konuştuk. Çok güzel şeyler öğrendim. Doktorumuz çok güzel konuştu kızım.” dedi. O akşamı hiç unutamıyorum. Annemin ağzından ilk kez “eşcinsel” kelimesi çıkmıştı. Gözlerimin nasıl büyüdüğünü ve yediğimi yutamayıp öylece kalakaldığımı dün gibi hatırlıyorum. Sonrasında ise vakit yetmedi, konuşmaya. Annemle ilgili gökkuşağı altında yan yana olabilme hayalim vardı. Melike Çatkı’nın güzel çizimi sayesinde biraz da olsa hayalim dönüştü. Melike’ye bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Seninle Başım Dertte yazınsal ve görsel bir deneyim. Kitabın görsel tasarımı anlattığı hikayenin önemli bir parçası. Fotoğraflar metninizle bir araya nasıl geldi?
Metinler fotoğraflardan önce vardı. Hastane odasında annemin yanı başında otururken yazmıştım. Birlikte dört ay hastane odasında kaldık. Gerçekten hastane ortamının yarattığı psikoloji o kadar bambaşka ki. Üstesinden gelebilecek bir kapasitem yokmuş ki, pişman olunabilecek olaylar yaşandı. Hatta Velvele’de yayınlanan “Anneme Mektup” da hastanedeyken yazmıştım. Cesaretimi kıran korkumun ne olduğuna dair hâlen bir fikrim yok. Annemden sonraki süreç çok ağırdı. Hâlen üzerine konuşabilecek kadar güçlü hissetmiyorum. Vefatının ardından çok duramadım Türkiye’de ve İrlanda’ya taşındım. Bir şeyler hafifler diye ümit ederken daha da kötüleştim. Psikolojik olarak kendimle savaştığım bir anda elimdeki anneme dair bütün fotoğrafları alıp tek tek izledim. Hastanedeyken yazdığım metinler masanın üzerindeydi. Küçük boyutlarda çıkardığım fotoğrafları duvara yapıştırdım ve yüzleşmeye başladım. Hatıraları hatırlamaya, ikimizin olduğu anlara geri dönerek anlamaya çalıştım. O kadar çok konuşuyordum ki, bir noktadan sonra kendimden şüphelenmeye başlamıştım. Anlamak için gözyaşı döktüğüm bir günün öğlen vaktinde yürürken Roland Barthles’in kitabı aklıma geldi. Hemen geri dönüp ara sokaktaki küçük bir kitapevine girip yazarın “Mourning Diary” isimli kitabını alıp eve döndüm. Birkaç hafta boyunca sadece bu kitabı okudum. Hem okuyor hem de deneyimlerimi ayrıca yazıyordum. Kitabı kaç kez bitirdim hatırlamıyorum ancak Roland Barthes’in bu kitabı bana ilham oldu. Fotoğraflar duvarda asılıydı, metinler masanın üzerinde yayılmıştı. “Neden olmasın?” diye kendime sorduğum an bir taslak oluşturmaya başlamıştım. Ben de kendi yas yolculuğumu anlatabilirdim. Bu sayede annemle bir diyalog kurabilmeyi başarabilirim derken dördüncü ve beşinci taslak denemelerinden sonra nihayetinde son hâlini aldı. Tabii ilk taslakta yer alan çoğu fotoğraf, kitapta yer almadı. Belki hazır olduklarında başka bir şekilde kendini anlatırlar.

Kitap ismini Selami Şahin’in ünlü şarkısından alıyor. Şarkı bilenlere bu okuma deneyiminde duygusu ve melodisiyle eşlik ediyor, en azından ben kitabı incelerken böyle oldu. Bu şarkıyı neden seçtiğinizi anlatabilir misiniz? Müzikle yazının ve fotoğrafın etkileşimi hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Ölüme dair hiçbir kaygım yoktu. Sağlığına kavuşunca evimize döneceğiz düşüncesi içindeydim. Gitmeden birkaç gün önce “Kahvaltı saati” diye koridorlarda bağıran hastane personelin sesine uyanmıştım ve sabah beşti. İnanılmaz bir öfkeyle koltuktan fırlamıştım. Annem gayet sakin ve yumuşaktı. Tatlı tatlı beni yatıştırmaya çalışıyordu. Doğdum doğalı bendeki gereksiz öfkeyi ve saldırgan hâllerimin nedenini bir türlü anlayamadı ve hep üzülüyordu. “Kızım ne olacak senin bu hâlin. Biraz sakin olsan ne olur sanki? İçinde ne oluyor ne bitiyor anlatmıyorsun da.” derdi hep. O sabah her zamanki hâlimi görünce büyük bir iç çekişle “Kızım seninle sonumuz ne olacak bilmiyorum.” dedi ve ardından “Seninle başım dertte ne yapsam bilmiyorum canımdan bir parçasın söküp atamıyorum. Her gün değişiyorsun kızım.” diyerek hastane personelin sesini bastıracak kadar yüksek sesle söylemişti. Sonra hemşire gelip odanın kapısını sert bir şekilde örtmesiyle yarım kaldı ve çok gün geçmeden kendisi veda etti. Kitap çalışmalarına başladığım süreçte aklımda birçok başlık geçiyordu ancak kararsızdım. Başlıkları tek tek taslağın üzerine yazıp, bir süre bakışıyorduk. Tamlayıcı güçlerini hissetmediğimde vazgeçiyor ve yeni bir başlık düşünüyordum. Açıkçası karar vermek kolay olmadı. Hatırlıyorum, bir süre boyunca yas üzerine yazılmış bütün kitapların isimlerine bakıyor ve içerik bütünlüğünü çözümleyerek kendimce denemeler yapıyordum. Tabii, hiçbir isim içime sinmiyor ve hikâyemle bütünleşemiyordu. İğreti, yama gibi duran tüm fazlalıkları attım ve sadece annemle ilgili anlarımıza geri dönerek yaşadıklarımızın içinden aramaya karar verdim. Daha çok bizim diyaloglarımızı hatırlamaya çalıştım. Konuşmalarımızda kullandığım cümlelerden birini seçip kitabın adını tamamlayacak ve artık yayınevine gönderecektim. Nihayetinde hastanedeki son anlarımız daha taze, daha canlı ve her şey netti. Ve bu anı hatırladığım an kitabın adı da kendiliğinden belirdi. Açıkçası kitabın adını ben değil de annem vermiş oldu.
Kitabınız hikayesini annenizin rahatsızlığı ve ona açılmanızın gerçekleşememesinin kesişiminde anlatıyor. Benzer imkansızlıklarla boğuşan LGBTİ+’lara ve ailelerine Seninle Başım Derttte‘nin ne önderdiğini sizden dinlemek isterim.
Bendeki cesareti kıran ve sebebini bilmediğim korkularla yüzleşmekten kaçıran esas sebep bilinmezlikti. Sonra ne olacak, sorusunun cevabını bilmediğim için hep adımlarımı ileriye değil de geriye attım. Bir de ağır bir hastalık da varsa ve bunun yarattığı psikolojik durumları da göz önünde bulundurunca ister istemez kaygı daha da yükseliyor. Bu kaygıyı yöntemediğim anda yaşanılanlar elbette yaralayıcıydı. Fotoğraflara baktığımda ve metinleri tekrar tekrar okuduğumda bu yaraları iyileştirebilmenin mümkün olduğunu fark ettirdi bana. Yas yolculuğumda yüzleşebilmeyi, yüksek sesle konuşabilmeyi, görebilmeyi ve gösterebilmeyi nezaketle yapılabileceğini öğretti. Çünkü annem hayattayken; kendimi iyileştirmeden, dünyanın beni yaraladığı yerden anneme saldırıyor ve sonrasında da annemin yaralarımı iyileştirmesini bekliyordum. Seninle Başım Dertte, yapıcı ve dönüştürücü ilişki kurabilmenin bir yolu olduğunu gösterdi. Ve hâlen mümkün olabileceğini, adım atabilmek için geç olmadığını…

Kitabı buradan edinebilirsiniz.