“EVİMİZ YANIYOR!”: Yeşiller Partisi’nden Melisa Kutluğ ile Genç Siyaset, Toplumsal Cinsiyet ve Örgütlenme üzerine

Yeşiller Partisi Eylül 2020’de resmi kuruluşu için başvurusunu yapmıştı. Öne çıkan çözüm önerilerinde karbonsuz ekonomi, yeşil yeni düzen, herkes için su hakkı, herkes için iyi, temiz ve sağlıklı gıda, cinsiyet ve cinsellik açısından da hak, eşitlik ve özgürlük bulunan Yeşiller, bir yılın ardından halen belgelerinin bakanlıkta bekletildiğini ve bu şekilde de kuruluşlarının engellendiğini açıkladı. Partinin Genel Sekreteri Melisa Kutluğ ile hem Türkiye’de ekoloji ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair politikaları, hem de bir genç kadın siyasetçi olarak kişisel örgütlenme deneyimini konuştuk.

Merhaba Melisa. Resmi olarak kurulma aşamasında olan Yeşiller Partisi’nin genel sekreterliğini yürütüyorsun. Öncelikle kendi örgütlenme deneyiminden biraz bahseder misin?

Üniversiteyle birlikte ekoloji hareketi içinde olmaya başladıktan sonra Yeşiller’in, sivil toplum ayağını yaklaşık 5,5 sene önce çalıştığım dernek vesilesiyle tanıdım ve Yeşiller’e katıldım. Yıllar içinde ekolojiyi merkezine alarak doğa ve beraber yaşadığımız tüm canlıların hakları için ortak savunuculuk yapan katılımcı, barışçıl, feminist, şenlikli siyasetini gördükçe de kendimi hareketin içine dahil hissetmeye başladım. Şartlar olgunlaşmaya başladıkça ise Yeşillerin üçüncü partileşme süreci başladı, Eylül 2019’da Yeşiller Meclisi kuruldu ve ben de kuruluş süreci içinde yer aldım. Eylül 2020 yılında ise yine kurucu üyelerinden olduğum Yeşiller Partisi’nin kuruluş evraklarını İçişleri Bakanlığı’na teslim ettik. Siyasete olan ilgim çok daha öncesinden beri var aslında, 17 yaşından beri farklı siyasi hareketlerin içinde oldum, tanımaya çalıştım ve şimdi feminist, gökkuşaklı, eşitlikçi bir siyasetin parçası olabilmek için Yeşiller Partisi’nde siyaset yapıyorum.

Partinin resmi başvuru süreci devam ediyor, bu süreç nasıl ilerliyor ve ne gibi zorluklar yaşanıyor? 

Parti kuruluş belgelerimizi İçişleri Bakanlığı’na teslim edeli tam bir sene oldu ve bir senedir geri  alamadık. Başlarda belki biraz iyimser olarak sürecin Covid-19 pandemi şartlarına bağlı olduğunu düşündük ve düşündüm. Ancak süreç ilerledikten sonra bunun pandemi şartlarıyla hiçbir ilgisi olmadığını, bakanlıktan hiçbir muhatabımız olmadığını ve belgelerimizin nedensiz bir şekilde bekletildiğini gördük. Türkiye’de parti kurmak anayasal bir hak ve hiçbir izne tabii değil ama bu çok keyfi olarak Yeşiller’e işletiliyor. Daha geçen gün İçişleri Bakanlığı 2020 ve 2021 yılında toplam 40 partinin kurulduğu ile ilgili bir tweet attı ama biz Yeşiller olarak neden alındı belgemizin bize verilmediğini, neden sürecin bizim için bu kadar antidemokratik olduğuna dair bir cevap alamıyoruz. Yine bununla ilgili olarak altı ay önce İçişleri Bakanlığı’na bir dava açtık şimdi dava bahane edilerek süreç uzatılıyor ve konu dava sonucuna bırakılıyor. 

Büyük resme baktığımızda Yeşiller Partisi’nin kuruluş belgesini hala alamamış olması, uzatılan başvuru süreci, bu bir nevi yıldırma politikası Türkiye siyaseti açısından ne ifade ediyor sence?

Açıkçası bu süreci başlarda daha mütevazi okuyordum. Ancak son bir yıla baktığımda; Yeşiller’in potansiyelinin görüldüğü, yıllardır süren baskı ve nefes aldırmayan politik yaşam için özgürleştirici politikalarla önemli bir muhalefet alanı oluşturduğu ve tam bu sebeple de Türkiye’de her gün bir başka şekilde yaşadığımız demokratik hak ihlalinin yine devlet eliyle sistematik olarak uygulandığı başka bir örnek olduğunu söyleyebilirim. Belgelerini vermiş, süreci tamamlamaya bir adım yakın bir partinin sadece keyfi olarak kurulmasına izin vermedikleri bir durum. Ama bir yandan da iklim krizini gündemine oturtup bununla birlikte herkes için herkesle adil bir dünya düşleyen yeşil siyaset ihtiyacının, potansiyelinin fark edilerek bir kaygı yarattığını da görebiliyorum. Özellikle Avrupa’da Yeşiller’in oylarının arttırmış, arttırmakta olduğu da bu kaygıyı besleyen unsurlardan biri. Oy vermeye başlayan gençler ekolojik kaygıları çok daha derinden hissediyor ve bunu gündemine alan bununla birlikte sosyal politikaları, adalet, eşitliği, çoğulculuğu merkezine alan Yeşil partilere oy vermeye başlıyor. Mevcut iktidarın ötekileştirdiği ne varsa parti programında bahsinin geçmesinin de tırnak içinde kendinden olmayanı değil muhalefet etmesine alan açmak, kurulmasına bile izin verilmediğini tüm gerçekliğiyle yaşıyoruz. Programda iktidarın aksine doğa merkezli ve doğa korumacı bir yerden yaklaşıyoruz, merkezi tek bir yerden yönetimi değil yerelden ve doğrudan demokrasiyi savunuyoruz ve açıkça acilen barış talep ediyoruz. Bu talepleri dile getiren insanların ne bedeller ödediğine yıllardır tanık oluyoruz.

Türkiye’deki parlamenter sistemde baskın olan siyasi anlayış gençleri, kadınları, lubunyaları duyulmaz ve görünmez kılıyor. Genç bir siyasetçi ve kadın olarak, böylesi engellerle dolu bir siyasi alanda sesini duyurmakta zorlanıyor musun?

Türkiye’de bir genç olarak da bir kadın olarak da siyaset yapmanın, sözünü duyurmanın zor olduğunu düşünüyorum. Özellikle deneyim hiyerarşisinin önüne geçerek tanık olduğun dönemde genç yaşının deneyimleriyle elde ettiğin birikimi ifade etmek zor olabiliyor. Hele ki genç bir kadın olarak toplumdaki bütün cinsiyet rollerini omzunda hissederken bundan sıyrılmak ve o rollerin üstünde yarattığı baskıdan kurtulmak çok zor. Ben kendi adıma bundan kurtulabildiğimi çok sanmıyorum ama Türkiye’deki kadın hareketinden, LGBTİQA+ hareketinden güç bulmaya çalışıyorum. Özellikle 2015 yılından sonra umutlu kalmaya çalışmak ve direnmek gerçekten çok zorlaştı, kendi adıma yeni bir parti kurulma süreci içindeyken yaşadığımız şartlarda bu iki hareketin azmini, direnişini ve şenlikliliğini hep kendime hatırlatıyorum. Getirdikleri talep ve mücadeleyi Yeşiller Partisi’yle de yıllar içinde meclise taşıyacağımıza inanıyorum.

Sence Türkiye’de genç siyaset ne durumda? Gençlerin siyasette aktif rol almasının nasıl bir etki yaratacağını düşünüyorsun?

Mecliste genç milletvekili sayısının ne kadar az olduğunu biliyoruz, halbuki genç bir nüfusa sahip bir ülke olarak gençlerin doğrudan yaşadığı sorunlar kendilerince temsil edilemiyor. Gündeme getirdikleri çoğu şey önemsizleştiriliyor, marjinalleştiriliyor. Eylem yapma biçimlerinin, olanaklarının bu kadar imkansızlaştığı bu zamanda ben özellikle bizim jenerasyona ithafen apolitik genellemesini de kabul etmiyorum. Öyle olmayı seçmek bir yana mevcut partilerde gençlerin, genç kadın ve lubunyaların kendine yer bulmasının da çok zor olduğunu biliyorum. Bu noktada da Yeşiller Partisi’ni yeni bir nefes, özgür bir alan olarak tanımlıyorum. Küresel olarak içinde bulunduğumuz iklim krizinin en derin etkilerini de gelecek kuşaklar, gençler ve çocuklar çok daha derinden hissedecekler; verilen politik kararların sorumluluğu açısından da siyasetteki yerleri, gündemleştirdikleri çok önemli. 

Yeşiller’in web sitesinde yayınladığınız çözüm önerilerindeki cinsiyet ve cinsellik kısmında “Erkek egemen zihniyetin değişmesi, eşit yurttaşlık temelinde kadın, erkek, LGBTİQA+ tüm bireylerin özgürleşmesi için yapısal ve ilişkisel değişiklikleri her alanda sürekli kılmak için yola çıkıyoruz” deniyor. Sen de kadın ve LGBTİQA+ hareketinden güç bulmaya çalıştığından bahsediyorsun. Ancak maalesef taban örgütlenmeleri ile siyasi partilerin organik işbirliği ve mücadele yolları arayışına nadiren şahit oluyoruz. Taban örgütlenmelerinden gelen bir siyasetçi olarak bunun nasıl gerçekleşebileceğini düşünüyorsun?

Öncelikle bunun tabii ki bahsettiğin hareketlerin öznelerinin parti içinde siyaset yaparak mümkün olabileceğini düşünüyorum. Partide kadınların merkez ve yerel örgüt karar ve yürütme organları seçimlerinde %50, 30 yaş altı için %20, LGBTİQA+’lar için ise %5 kotalar bulunuyor. Tabii ki kotaların olması yeterli değil ancak alan açmaya dair iddianın önemli bir göstergesi. Kadın ve LGBTİQA+ hareketi Türkiye’de bir hayli güçlü ve kendi muhalefet alanlarında son derece güçlü politikalar yapıyorlar. Ama burada önemli bulduğum, kişilerin bu yozlaşmış siyasi arenada kendilerini rahat hissedecekleri ve değerlerini temsil ettiğini düşündüğü partilerde politika yapmak. Açıkçası bu gün için Türkiye’de Yeşiller Partisi’nin buna en uygun alan olduğunu düşünüyorum, hissediyorum. Muhalefet alanlarını, örgütleri ve hareketi terk etmeden partiler içinde çoğalmanın gerekliliğini hissediyorum. Partilerde örgütlenmeye ek olarak ise sivil toplum ve partiler arası diyaloğun, iletişiminin, paylaşımı da burada kilit öneme sahip görüyorum.

Avrupa’da sol ile Yeşiller ayrı örgütleniyor ve belirli alanlarda ayrışıyor; sizin için bu nasıl işliyor? Kişisel deneyiminde senin için ne ifade ediyor bu ilişki?

Yeşiller’in tarihinde Türkiye’de geçtiğimiz 10 yıllık zaman dilimi içinde sol bir partiyle birleşerek bir parti kurma deneyimi de var, bunlar süresinde ben içinde olmadığım için ancak uzaktan bazı izlenimlerim oluştu. Ama bu gün geçmiş deneyimlerden hareketle ve bu Yeşiller Partisi’nin kurucuları arasında o deneyimi hiç yaşamamış kişilerle bir birleşme olmaksızın ayrı bir örgütlenme ve partileşmeye gidildi. Benim izlenimim özellikle Türkiye solu için belli ve sınırı çizilmiş bir gündem güdülüyor. Özellikle ekoloji, kadın ve LGBTİQA+ politikaları ikincilleştirilebiliyor. Yeşiller Partisi de 2020’deki ilk çıkışını Greta Thunberg’in sözüne ithafen “evimiz yanıyor” sloganı ile yaptı. İlk vurgusu iklim krizi oldu evet, ama parti programında ve ilkelerde hayatın her yerine değen ve bunlara bütüncül yaklaşan politikalar var. Türkiye’de genellikle bu gündem şimdiye kadar çok daha sonra geliyordu, ekoloji odaklı sorunlar tırnak içinde çok da gündelik hayata değmeyen çevre sorunlarını işaret ediyordu. Ancak Yeşiller bu odakla birlikte aslında yeşil ekonomiyi yani doğanın sınırlılığını kabul ederek sürdürülebilir bir kalkınma hedefinde, fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişi savunurken buradaki emek dönüşümü için adil geçişi işaret ediyor. Yerelde demokrasi vurgusunu da küresel mücadele vurgusunu da aynı anda yapıyor. Sadece insanlar için bir politika anlayışını değil nehirlerin, hayvanların, ağaçların haklarını aynı anda aynı mücadele içinde özgür bir yaşam ile tanımlıyor. Elbette buralarda pek çok ortak mücadele alanı var ve dayanışmaya da çok ihtiyaç var ama Yeşillerin bahsettiğim vurguları, özellikle ilkesel bazlı farklılıkları, Türkiye’de ayrı bir örgütlenmeyi beraberinde getiriyor. 

Taban örgütlenmeleri ile siyasi partilerin ilişkisine geri dönecek olursak, eşitlik ve özgürlük mücadelesi sürdürenler için, öğrenci hareketi, feminist hareket ve LGBTİQA+ mücadelesi için çok zorlu bir yıl daha geçiyor. Boğaziçi Direnişi, İstanbul Sözleşmesi’nden hükümetin kararıyla çekilinmesi, kadınların yasal haklarının gaspı, hak mücadelesi yürüten siyasetçilerin ve aktivistlerin tutsak edilmesi, kadın cinayetleri, LGBTİQA+’lara yönelik devlet kurumlarının üst mercilerinden doğrudan hedef gösterme ve nefret söyleminin de körüklediği ve toplumun her alanında artarak çoğalan transfobi ve homofobi, çok şiddetli bir müdahaleye uğrayan İstanbul LGBTİQA+ Onur Yürüyüşü, barınma sorunu, vb. şeklinde liste uzuyor. Ortalık yangın yeri gerçekten de… “Evimiz yanıyor! Bu yangını söndüreceğiz!” şiarıyla yola çıkan Yeşiller, hal böyleyken ne gibi somut çözüm önerileri sunuyor? 

Şu anda tabii ki en aciliyetli olarak ihtiyacımız tüzel kişiliğimizi kazanmak, hali hazırda bir senedir kurulmuş bir parti gibi çalışmalarımıza devam ediyoruz, örgütlenme çalışmalarımız da devam ediyor ama iddiamızı seçimlere de taşımak için bu elzem. Bahsettiğin bütün hak gasplarına, mücadele alanlarının yanında konumlandık. Özellikle farkı toplumsal kesimler arası yaşanan bu mücadeleler için geçmişle  yüzleşme, onarıcı mekanizmalar geliştirme ve baskıyla tümden mücadele etme gibi çoğulcu bir yerde duruyoruz. Yaşanan ekolojik felaketlerde, doğa tahribatlarında tek bir açıdan değil sosyal, ekonomik ve ekolojik bir perspektifle bütüncül yaklaşmaya çalışıyoruz. Yazın yaşanan çeşitli felaketler özelinde bir diyalog zemini de oluşturacak forumlar yaptık, çok çeşitli yönleriyle ele alıp politika notları derledik. Bunun dışında işsizlik; genç işsizliği, sosyal adalet, herkes için emeklilik, sosyal haklar, iş güvenliği, ekonomide toplumsal cinsiyet eşitliği için yeşil yeni düzeni, cinsiyet meselesine dair de bir toplumsal cinsiyet bakanlığının olması gerektiğini savunuyoruz. Klasik tabirle bildiğimiz usül siyasetin kazanımlar getirmeyeceği aşikar, iklim krizinin boyutlarının bu kadar derinden yaşarken, kapsamlı tespitler ve çeşitli çözüm ve politikaları geliştiriyoruz.

Kendini Türkiye siyasetinde uzun vadede nerede görüyorsun ve parti bunu sana sağlayabilecek mi ya da nasıl sağlayabilir? 

Henüz alındı belgesinin bile bir senedir “verilmediği” bir parti üyesi olarak bir yandan bu soruyu iddialı buluyorum, böyle hissetmek zorunda olduğum için şartlara öfkeleniyorum. Siyaset içinde kendine yer bulmak isteyen, uzun senelerdir farklı yerlerde örgütlenen biri olarak siyasette pişmek ve politikalarda yön verici, karar verici bir konumda olmayı tabii ki istiyorum. Partide bunun önünün de açık olduğunu hissediyorum ama mevcut şartlar içinde Türkiyede ne olacağını açıkçası pek kestiremiyorum. Tırnak içinde marjinal, radikal ama aslında temel insan hakları için mücadele verdiğimiz çoğu şey bu ülkeyi yönetenler için birer suç unsuru. Bizzat devleti yönetenlerin nefret söylemleriyle hedefleştirdiği, toplumdan dışlamaya olanak verdiği siyasetin içinde yaşıyoruz. Ama buna rağmen tabii ki umutlanmanın; adil, demokratik, gökkuşaklı ve feminist bir siyaset için çalışmanın ve böyle bir ülke hayal etmenin önünde bir engel yok. 

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Author

Bir Cevap Yazın