“Bazılarınız sırf trans olduğu için sanatçı sayılıyor, değer görüyor.”
Geçen gün yakın bir arkadaşımın muhabbet arasında söylediği bir cümle bu. Kendisine o an yalapşap bir cevap verdim; ardından konu konuyu açtı, başka muhabbetler döndü, gündem değişti, konu arada kaynadı. Sonra fark ettim ki o cümle aklımı kurcalıyor, ünlem ve soru işaretleri kafamın içinde asılı duruyor, beynimi kemiriyor ve durumu bir sonuca bağlamamı bekliyor. Bilen bilir, bu konuda biraz dengesizim; soru işaretlerini sevmem. En negatif sonuç bile kabulümdür ama soru işareti beni aşırı geriyor. Sonraki günlerde bunu düşünürken buldum kendimi ve en iyisi yazayım da kendimce çözüme ulaştırayım dedim. En başından söyleyeyim: bu bir “acındırma” yazısı değil. Kendimi övme yazısı da değil. Bu bir sesli düşünme, kafamın içinde dolaşan, beynimi kemiren soru işaretlerini sizinle paylaşma yazısı. Bana ne senin aklındaki soru işaretinden, dedikodu anlatmayacaksan ben yokum diyorsanız çıkışlar sağdan.
Anneannemin evinin salonu benim Maksim’imdi
14-15 yaşımda çok istediğim için bir radyoya DJ olarak işe başladım. Stüdyosuna girebilmek için bile çok çabaladığım bir yerde program yaptım. Sonra Adana’nın bilgisayar sistemli iki radyosundan birisine girdim. 2021’den bakınca şarkıların bilgisayardan çalınması garip gelmeyebilir ama o yıllarda CD bile yeniydi ve hemen hemen her radyoda kaset vardı. Üçüncü sıradaki şarkıyı çalmak için o kısıma kadar atlatmak gerekiyordu. Radyo deneyimlerimden hemen sonra, 15 yaşımda yarı amatör, bir yıl sonra da profesyonel bir tiyatroda oyuncu olarak çalışıyor buldum kendimi. O dönemde -Adana’yı bilenler hatırlayacaktır- Çetinkaya mağazasının önünde gizli saklı duran, yaptığı işten utanan, hâlâ gerçek adını bilmediğim bir palyaço vardı. Onun utandığı mesleği bana özgür davranabileceğim, bir nebze de olsa kendim olabileceğim bir ihtimali vaadediyordu ve o ihtimalin peşinden gitmeye karar verdim; sokaklarda palyaçoluk yapmaya başladım. Çocuklara dağıttığım balonları kendi paramla satın aldım, makyajımı bir tiyatro kitabından bakarak yaptım. Sonra o iş büyüdü ve büyük bir süpermarketin 23 Nisan şenliğini yapacak hale geldim. Koca bir ekip kurdum ve ekipte tiyatrodan bulduğum Pembe Panter kostümünü giyerek gitar çalan erkek kardeşim, yengemin nişan kıyafetini giydirip prenses yaptığım kız kardeşim falan vardı. Ben o işten çok para kazandım ve hâlâ arkamdan çok iyi konuşan okul müdürleri ve öğretmenler var.
Yetmedi ünlü taklitleri yapmaya başladım. İlk karakterlerim, ayağımda topuğumun yarısının dışarıda kaldığı (nereden buldum bilmiyorum) tahta topuklu bir terlik, mavi güpür mutfak perdesinden, içi tamamen görünen bir elbise ve kafamda sarı orlon ipten kendi yaptığım perukla Banu Alkan; en ucuz kadife kumaştan uzun kuyruklu, üzerindeki çiçek yapımında kullanılan ve tek tek diktiğim en ucuz ama parlak pullu elbisem, ön tarafını kendi saçımı kabartarak arkasına yine siyah orlondan yaptığım postişle Bülent Ersoy idi. İlk provalarımı anneannemin evinin üst katında iki yaşındaki yeğenimden anneanneme, bütün ev ahalisini seyirci yaparak ve “Sakın dalga geçmeyin ha, ciddi izleyin” diyerek sanki Maksim’de sahne alıyormuşum ciddiyeti ile yaptım. Sonrasında işten işe koştum; Adana ve civar illerin en prestijli mekanlarında, düğünlerde, davetlerde kendi menajerliğimi yaparak çalıştım ve ondan da çok para kazandım. Bütün bunlar birkaç yıl içerisinde ve henüz 20 yaşımda değilken gerçekleşti. Üstelik trans olduğumu bir tek ben biliyordum ama hayatımdaki insanların henüz herhangi bir şeyden haberleri yoktu, kimseye açılmamıştım.
2000 yılında İstanbul’a geldim ve provalarını izlemeye bile kabul edilmediğim, bir sürü transfobik eşcinselin çalıştığı çok önemli bir mekana evde kendi kendime yaptığım makyajla, kendi kendime çektiğim headshot (oyuncu seçmeleri için çekilen, vesikalığı andıran fotoğraf) fotoğraflarımla kabul edildim; bir gün sonra sahneye çıktım. Bir yandan kendimi tiyatroda ve sinemada var etmeye çalışıyor ve aslında burun kıvıracağım birçok rolde oynuyordum. Setlerde trans oluşumla ilgili dalga geçiliyor, olması gereken cast sistemine göre davranılmıyor, önemsenmiyordum. Saçma sapan karakterlere katlanırken, bir de bu tip olumsuzluklarla mücadele ediyordum.
Trans olmam sadece meslek hayatımı etkilemedi. Gittiğim restoranlarda servis açılmıyor, izbe evlerde en fahiş fiyatlara oturmak zorunda kalıyordum. Yolda, markette, manavda, alışverişe gittiğim mağazada… kısacası her yerde, hayatın her alanında insanların beni aşağılayan bakışlarına maruz kalıyor, hem öfkeleniyor hem de rahatsız oluyordum. Evden dışarıya her çıktığımda kimse ile kavga etmeyeyim diye Allah’a yalvarıyordum. Ya sabır çekiyordum. Verdiğim polis ifadelerinin, gördüğüm haksızlıkların, bastığım karakolların, yediğim dayakların, çıktığım savcılıkların haddi hesabı yok…

Sizin beni korumanıza ihtiyacım yok
Gün oldu devran döndü, bir etkinlikte karşılaştığım çok önemli bir tiyatro insanı (belki de sırf trans olduğum için “pozitif ayrımcılık” yaptığı ya da yapmak istediği için) benimle iletişime geçti. Görüştük, konuştuk ve nihayetinde beni ekibine aldı, projelerinde çalıştırdı. Söylediğine göre beni, yaptığım işi, çalışkanlığımı çok sevmişti. Konservatuvar mezunu profesyonel oyuncularla yaptığı atölyelere beni de dahil etti; benim dışımdaki herkesin konservatuvar 1. sınıfta öğrendiği ve ezbere bildiği bilgileri sırf ben rencide olmayayım diye “Hepiniz biliyorsunuz ama şu şöyle ya” diye bana öğretti. Bir nevi elimden alınmış eğitim hakkımı bana geri verdi. Çok şey öğrendim ondan, ilerlememde en büyük destekçim oldu, kendi projemi yapmam için cesaret verdi ve onun sayesinde Küründen Kabare ortaya çıktı ve “diğerlerine” karşı oyunculuğumu tescilledi. Bak evet işte bu sırf trans olduğum için oldu belki de. Trans olmasaydım belki beni görmeyecekti bile. Peki benim kendisini tanıdığım süre içerisinde çalıştığı onlarca asistandan, onlarca oyuncudan eser yokken benim hâlâ “hocamın” yanında oluşum trans olmamdan mı kaynaklı?
Sonra dedim ki Adana şivem var, gidip daha doğru (bunu şive kötüdür demek için değil, tiyatro sahnesinde gereken konuşma biçimine istinaden diyorum) konuşmayı, doğru nefes alıp vermeyi öğreneyim ve heves ettiğim dublaj eğitimini alayım. En kapsamlı derslerin, en iyi hocaların olduğunu düşündüğüm kursa gittim ve kabul edilmedim. Genel sınıfta sizi koruyamayız dediler. “Sizin beni korumanıza ihtiyacım yok” desem de reddettiler ve istersem özel kurs alabileceğimi söylediler. İstesem özel ders alırdım ama izole edilmiş bir eğitim istemedim ve kırıldığım için gitmedim. Peşinden birkaç iş teklifi aldım ve televizyon dizilerinde sırf trans olduğum için trans karakterleri seslendirmeye başladım. Sonra Netflix Pose dizisi için ABD’deki yayıncısı Fox’tan “Trans karakterleri trans oyuncular seslendirsin” diye bir direktif geldi. Seçmelerine katıldım, kabul edildim ve Elektra Abundance oldum. Vis a Vis, başka bir dizi, belgesel, ardından başka bir kanal, yeni projeler derken kendimi bir anda seslendirme yaparken buldum. Yani bak yine sırf trans olduğum için bir iş yapıyor oldum. Yaptığım dublaj yeterli mi? Bence değil, daha çok fırın ekmek yemem lazım. Fakat yine de trans karakterleri seslerini geriye atarak, en “Do” ve en egzajere şekilde seslendiren erkek oyuncuların korkunç performansları yerine bir lubunya sesi duymuş oluyoruz. Araya serpiştirdiğim lubunca kelimeler de -bence- hem izleyen LGBTİ+’lara iyi geliyor hem de daha gerçek. Peki sayısını unuttuğum yer aldığım bu projeleri, beceriksiz ve yeteneksiz olsaydım sırf trans olduğum için bana seslendirtirler miydi? Bu işin profesyoneli olan insanlar benzer projelerden bir lira alırken bana beş lira verirler miydi? Hep beraber düşünelim.
Ve son bir örnek daha: 25 kişilik sahne ekibi olan ve çoktan işe başlamış bir kabare açıldı. Yalan yok, teklif gelir diye bekledim ancak beni arayan, soran, gel çalış diyen olmadı. Üstelik piyasada bilinen ve kabareye ilk alınması gereken drag sanatçılarından biri olmama rağmen. Bir süre bekledikten sonra proje sahibini aradım “Senin Seyhan fobin mi var, neden beni aramadın?” diye sordum. “Aşkolsun gel buyur konuşalım” dedi. Konuşmaya gittiğim gün sivil olarak sahneye çıktım, ilk defa elime mikrofon alıp şaka yaptım, sonra ofiste bugün artık gece hayatında tanınan Matmazel Coco’yu tarif ettim; bunu yapabilirim, şovdaki ana karaktere zıt bir karakter yaratabilirim dedim. Üstelik herkes üç liraya çalışırken beş lira talep ettim, bir gün sonra elimdeki uyduruk kostümlerle ve peruklarla sahneye çıkıp işi aldım. Tam 2,5 sezon o projede çalıştım. Üstelik ilk zamanlar seyirci beni beğenip ilgi gösterince bütün ekip bana negatif tutum sergiledi; ilk iki ay seyircinin gözü önünde mikrofonla bedenim üzerinden utandırılmaya maruz kaldım ama tüm bunlara rağmen o projeden kazançlı çıkan ben oldum. Matmazel Coco doğmuş oldu ve 10 yıla yakın süredir beni bu karakterim finanse ediyor, hayatımı sürdürmemi sağlıyor. O uyduruk kostümlerle sahneye çıktığımda da olmuştu ve seyirci ayakta alkışlamıştı ama ben hâlâ Coco üzerine çalışıyorum, her gün üzerine ne katabilirim diye düşünüyorum. Tek bir ekstra iş için sayfalarca okuma yapıyorum. Aralık ayında 31 gün var ve pandemi öncesindeki Aralık ayında 73 kez sahneye çıkmışım. Onlarca şirketin, binlerce insanın yılbaşı kutlamasında ana programı ben yapmışım. Belediyenin organize ettiği Hıdırellez etkinlikliğini sunmuş, o kadar beğenilmişim ki belediye tarafından etkinliği organize eden şirketlere sunucu Matmazel Coco olacak şartı konulmuş. Normalde trans olduğum için benimle aynı caddede yürümeyecek patronlarla çalışmışım, ve tabii onlar da benimle çalışmışlar. Sizce o kadar işletme, organizasyon sırf trans olduğum için mi benimle çalışıyor? Seyirci sırf trans olduğum için mi seviyor beni? Kınasında ben sahne yapayım diye bütün düğün organizasyonunu başka bir şehire taşıyan gelin sırf trans olduğum için mi yapıyor bunu?

Pozitif ayrımcılık değil, eşitlik ve adalet istiyorum
Yani güzelim, elbette trans olduğum(uz) için bazı pozitif ayrımcılıklar muhakkak yapılıyordur. Bazı alttan almalar, bazı tercih edilmeler vs. Ama yetenek yoksa, işini doğru yapmak yoksa, çalışkanlık yoksa, stratejini iyi kurmak yoksa translık ekmeğin aslanın midesinde olduğu sektörlerde pek de işe yaramaz. Muhakkak bazı yeteneksizler de bir yerlere geliyor bir sebepten ama bütün yeteneksizler de trans değil. İş ve sanat dünyası bir dolu yeteneksiz cis (natrans) kişiyle dolu. Etrafına bak bakalım kaç tane gereksiz, yeteneksiz, beceriksiz trans olmayan insan olmaması gereken yerde?
Ayrıca ortada bir pozitif ayrımcılık varsa bile bunu kabul ettiğimi kim söyledi? Ayrımcılığın pozitifi, negatifi olmaz. Ayrımcılık, ayrımcılıktır. Ben kendi şahsıma pozitif olanını da istemiyorum. Pozitif ayrımcılığın ortaya çıkışındaki iyi niyeti ve politik duruşu biliyor ve anlıyorum ancak eğer yeteneğim yoksa bana dublaj yaptırmasınlar, rol vermesinler, sahneye çıkarmasınlar istiyorum. Eğer o işleri yapıyorsak tek sebebi trans olmamız olamaz, mutlaka bir sebebi vardır herkesin; bunu hatırlamanızı istiyorum.
Ya da gerçekten sadece trans olduğumuz için Ayta Sözeri isek, Denise Türkan isek, Çağla Akalın isek, Selin Ciğerci isek, Seyhan Arman isek bırak su biraz da öyle aksın. Yıllarca Ayta, Denise, Çağla, Selin, Seyhan sayılmadığımızın rövanşı olsun. Ben “pozitif ayrımcılık” meselesine dair elimden geleni yapıyorken siz de işsiz bırakılan, eğitim hakları ellerinden alınan, yalnızlaştırılan, yoksulluğa mahkum edilen, intihara sürüklenen ya da katledilen binlercemizin yaşadıklarını düşünün ve sorgulayın şapkanızı önüne koyarak; beş on tanemizin tırnaklarıyla kazıya kazıya elde ettiği kariyerlerini değil.
Oyuncu, seslendirme sanatçısı ve aktivist Seyhan Arman’ın çalışmalarını takip etmek isteyenler için bazı adresler:
web
Instagram
Twitter
Matmazel Coco
kapak fotoğrafı: Kadir Arslan (BeStyle Magazine için)
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.