İyi ki Doğdun Aligül!

“öyle sevdik, öyle sevdik seni
hiçbir şey döndüremez bizi
kimimiz yıldızlar kadar uzak
kimimiz dört duvar ardında”

Sevgili Ali, 

Sekiz koca yıl sonra, sana nihayet iki satır bir şey yazmak için açtım bilgisayarı ve başlığı kondurdum en tepeye: İyi ki doğdun Aligül! Ama o kadar… Devamını getiremedim bir türlü. Günlerdir ekrana bakıp durdum. Sonra, Spotify birbirinden alakasız şarkıları arkaya arkaya oya gibi işlerken girişini tanıdığım, sözler başlayınca zihnimde bir şeyleri harekete geçiren Yeni Türkü’nün Öyle Sevdik Seni‘si çalmaya başladı. Şimdi elimle hesaplamaya kalksam bile doğru yılı tahmin edemem ama 2005 ya da 2006 olduğuna yemin edebilirim. Lambdaistanbul’un Büyükparmakkapı’daki ofisinden çıkıp her zaman yaptığımız gibi Pazartesi Kafe’ye gitmiştik. Hatice’nin lezzetli yemeklerinden, böreklerinden yiyor, kahve bardaklarında bira içiyor, illaki Tabu oynuyorduk. O akşamlardan birinde, yaz olduğuna neredeyse eminim, bu şarkı çalmıştı. Sen, ben, Özgür, Kadir, Öner, Yeşim, Belgin ve daha kimler kimler, herkes kulak kesilmiş, ne güzel sözleri vardı demiştik. Yeni Türkü olduğuna emindik de şarkının adını bilen yoktu, Hatice’ye sormuştuk: Öyle Sevdik Seni demişti bilgisayara bakıp emin olduktan sonra. Öyle sevdik seni…

Şimdi, bu şarkıyı yüzlerce kez dinledikten sonra yazının başına oturdum. Oturabildim…

İnsan, bugün artık hayatta olmayan birine bir şeyler yazarken zorlanıyor. O kişi, çok kıymet verdiği, sevdiği, hayatının en muhteşem yıllarını yaşarken coşkusunu, sevincini paylaştığı biri olunca işler daha da çetrefilli bir hal alıyor. Eylül ayı zaten zor Ali. Senin, Zeliş’in ve annemin doğum günü hep eylül. Arka arkaya gidişlerinizi izleyip arkanızdan el sallamak zorunda kaldığım için biraz darlıyor doğrusu. Üçünüzü de çok özlüyorum. Üçünüzün de varlığının başka bir forma dönüştüğünü, bir yerlerde olduğunuzu umduğum çok an oluyor. Artık birbirimize sarılamayacağımızı, kavga edemeyeceğimizi, konuşamayacağımızı, içip içip sarhoş olamayacağımızı, ağlayıp gülemeyeceğimizi idrak etmek koyuyor. Fakat, yine de bu yazı -umuyorum ki- doğum gününe yaraşır bir coşkuyla sürecek ve bitecek.

“içimizde yanan bir gülsün şimdi
yüzümüzde gülen çocuk düşleri
kendini yok eden korkunç bir dünya bu
nasıl da sevdik onu…”  

Aliciğim, yakışıklı arkadaşım.

Lambdaistanbul’a ilk geldiğimde hemencecik kaynaşıp sanki birbirini yıllardır, başka bir ülkeden, şehirden, hayattan tanıyormuşuz gibi sarılışımızın kıymeti büyük. Sarıldığında tenime değen sıcaklık bugün hala göğsümde duruyor. O gün Lambda’da olan senin de aralarında olduğun bir grup insan sayesinde nihayet yerini bulan ve seven bir çiçek gibi hissetmiştim. Bugün, yıllar sonra (laf aramızda 17 yıl kadarcık) hala hatırladığım o hisle yokluğunu doldurmaya çalışıyorum. Her ne kadar o boşluğu doldurmak pek olanaklı olmasa da…

İstanbul’dan kilometrelerce uzakta bu satırları yazarken, şehre dair neredeyse hiçbir şeyi özlemediğimi, ama o yılların burnumda tüttüğünü fark ediyorum. Sezen Aksu’nun Son Sardunyalarda dediği gibi “ah kaldırımlar biliyor, bir devir muhteşemdik, güz güneşinden hüzünlü, ilk yazdan şendik…” O şarkı ne zaman çalsa beraber geçirdiğimiz o yılları anımsıyorum. Sen vardın, Zeliş vardı… Ne muhteşemdi.

Yıllarca çirkin ördekler olduğumuza inandırılmışken, acılar, travmalar, mutsuzluklar, yalnızlıklar ve kederle dolu yılların ardından birbirini bulmuş kuğular gibiydik. Ve başka kuğular da yalnız olduklarını düşünmesinler diye ne çok didindik. Kurduğumuz, kıymetini hep bildiğimiz, sıkı sıkı sarıldığımız dostluklarımız ve mücadelelerimiz nasıl da alıp bizi daha iyi insanlara dönüştürdü yıllar içinde. Hala hatırladıkça imrenip hayret ediyorum. Ne kadar şanslıymışız. Lambda’ya gelip birbirimizi bulabilmek ne büyük bir fırsatmış. Piyango oynamışız da büyük ödülü kazanmışız haberimiz olmadan. Çok insana nasip olmayan bir şahanelik… Ne iyi ki tanışmışız. Ne iyi ki birbirimizi bulmuşuz Aliciğim. Ve bunu hiç çekinmeden, utanmadan, sıkılmadan birbirimize iyi ki söylemişiz. Ama keşke daha çok söyleyip daha çok sarılsaymışız dediğim anlar da olmuyor değil. Sevilmemiş, örselenmiş, incitilmiş çocukların sevgiye açlığı gibi, insan bir türlü doymuyor. Keşke burada olsaydın da iki sarılıp, üç gullüm yapıp, buz gibi biralar içip, saatlerce sohbet etseydik. Serin eylül akşamları hep bu yüzden biraz buruk oluyor. Sen yoksun, Zeliş yok, ben İstanbul’da değilim, bir dolu arkadaşımız başka ülkelerde… Pazartesi Kafe yok, Lambda’nın ofisi yok, Beyoğlu var da yok. İstanbul desen… Neyse…

“sevgilere en ağır ceza düştü
nefretle uyanıyor dünya
hayatı bir kez sevmeyi istesek
binbir çiçek açmaz mı dünya”

Bu dünyaya güzellikler, neşe, coşku ve umut kattın Ali. Böylesine nefrete kesmiş bir topluma, ülkeye, dünyaya her şeye rağmen umutla bakıyordun. Benim ve başkalarının düştüğü karanlık dehlizlere seslenip bize çıkış yolunu göstermekten hiç yorulmadın. Sen o kuyulara düştüğünde bize seslenmekten de hiç çekinmedin. Kendi yolculuğunun cesareti bulaşıcıydı ama sen o serüveni alıp, hepimiz için öğretici bir deneyime dönüştürdün gözlerimizin önünde. Dostluğun eleştirel de olabileceğini gösterdin. Bizi sevdiğin kadar eleştirebildiğin için de minnettarım/z sana. Hepimizin kocasıydın! Bizi bir gün birileri sevmezse, yalnız kalır ve bu nedenle mutsuz hissedersek bizimle evleneceğini söylediğinde, onu şaka olarak almadığımızı bil isterim. Sen şaka yapıyordun da biz o olasılığa biraz tutunmuştuk açıkçası. Keşke yaşasaydın da başına kalsaydık lubun kuruları olarak.

Aliciğim, canım ciğerim…

Sen benim, sevdiğim ve kaybettiğim ilk arkadaşımsın. Daha önce hiç tecrübe etmediğim, tarifini yapmakta zorlandığım bir acı kaldı o nedenle geride. Ama o acıya katlanmayı mümkün kılan muhteşem anılar da yadigar. Beraber yaptığımız onlarca iş, başka lubunyaların hayatlarını değiştirsin istediğimiz sayısız çaba, eylem, aktivite… Kaç basın açıklaması yazdık, kaç toplantı yaptık, kaç kez bir yerlere gidip çıktı aldık hatırlamıyorum. Lambda’nın medya arşivini düzenlerken geçen o haftalar, o tozlu dosyalar arasında başkası olsa küfrederdi ama sen, ben, Yener nasıl da keyifle dolanmıştık o haberlerin ve dosyaların arasında. Nasıl gurur duymuştuk o arşivi düzenlemeyi bitirdiğimizde. Çalışkanlığın da bulaşıcıydı neşen gibi. Mail gruplarındaki sonsuz tartışmalar, bitmek bilmeyen Lambda teknik toplantıları, Lambda anket süreci, teknik işler, temizlikler, partiler, yürüyüşler, kapatma davaları, Bursa’da linç edilişimiz, Onur Haftaları… daha aklıma gelmeyen yüzlerce an/şey. Yorgunluklar, bazen yılgınlıklar, kırgınlıklar… İnsanın küsüp gitmesi için elinden geleni yapanlar. Sırtımı sıvazlayıp boş ver dediğin anların hepsini yan yana dizip bir kolye yapmak istiyorum Ali. Sen de hatırlıyorsundur diye umuyorum. İyi ki oradaydın. İyi ki sarıldın. İyi ki gitmeme izin vermedin. Bilsen ne kadar minnettarım.

“içimizde yanan bir gülsün şimdi
yüzümüzde gülen çocuk düşleri
kendini yok eden korkunç bir dünya bu
nasıl da sevdik onu…”

Bugün senin doğum günün Aliciğim. Seni seven ne çok insan var. Seni özleyen ne çok insan. Umuyorum yaşarken de biliyor, hissediyordun bu sevgiyi. Biz, bunca yıl sonra bile senin yeri göğü inleten kahkahanı, hepimizi şefkatle kucaklayan dostluğunu, ilham veren hikayeni sevgiyle ve özlemle hatırlıyoruz. Aşağıda da göreceksin, arkadaşların, hayatına değdiğin için şanslı olanlar, şanslı hissedenler akıp giden günlerin, esen rüzgarın, doğan güneşin, çalan şarkıların, açan çiçeklerin, yemyeşil çayırların, seninle arşınladığımız sokakların, seninle içip sarhoş olduğumuz masaların arasında sana dair işaretler görüyorlar hala.

O işaretleri görenlerden bazılarının sana söyleyecekleri var benim gibi. Bunları keşke yüzüne söyleyebilseydik ama lanet olsun ki artık bizi bir yerlerden gördüğüne, duyduğuna inanmak, o inanca tutunmak zorundayız.

Aliciğim… Hepimiz için hiç eskimeyen, dinledikçe güzelleşen, her ana, duyguya denk düşen hiç bitmesin istediğimiz bir şarkısın. Aligülümüz, canımız, biricik kovboyumuz, yakışıklımızsın.

Seni her gün, ama en çok eylülde özlüyoruz.

İyi ki doğdun…
İyi ki direndin ve var oldun… Kendini var ettin…
İyi ki bu dünyadan, hayatlarımızdan geçtin. Hepimize sevgiler, umutlar, güzellikler verdin…
İyi ki hikayeni anlatmaya cesaret ettin…
İyi ki arkadaşımız, sevgilimiz, kocamız oldun…
İyi ki bizi sevdin… İyi ki seni sevdik. Çok sevdik. Öyle çok sevdik…

“içimizde yanan bir gülsün şimdi
yüzümüzde gülen çocuk düşleri
kendini yok eden korkunç bir dünya bu
nasıl da sevdik seni…”

Arkadaş Z. Özger’in Aşkla Sana’sına selam ederek sözü dostlarına bırakıyorum; “Şimdi senin uzanıp yattığın otlarda, yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”. Ve biz o yeşilliği sulamaya ve çiçeklendirmeye devam edeceğiz Ali…

Ulaş Dutlu

Sevgili Ali,

Bir gece vakti yazıyorum bu cümleleri sana. Ne yazsam eksik kalacak sanki. Ama bir şarkı sözü var sana söylemek istediğim. 

“Gökyüzünün ışığı beni olduğum yere yapıştırdı
Umarım bu ışığın içinde çokça dua ve sevgi vardır”

Doğum günün kutlu olsun. Benim güzel arkadaşım.

Radio Tarifa – Sin Palabras 

Belgin Çelik

Aligül sen hep gülen, her zaman neşe dolu, etrafına pozitif saçan biri olarak hala gönlümdesin Doğum günün kutlu olsun 🎉🎁🎈🎂🎊 Canım benim hadi bir dilek tut üfle mumlara ❤️❤️❤️🥰❤️❤️💕

Bülent Ersoy – Doğum Günüm

Sinan Göknur

Sevgili Ali, Ulaş bana toprağından bir avuç vermişti. Ben de onu alıp Durham’da yaşadığım evin bahçesinde gül ve azelyanın arasına koydum. Hep oradan mucizevi çiçekler fışkırsın istedim, bazen bakmaya çekindim. Senin toprağının karıştığı toprakta misafir çarkıfelek asmaları bitti çokça. Marangoz arıların kafaları güzelleşti. Çok sevdiğim ensesinde dolunay izi olan bi kertenkele yerleşti. Artık o evde yaşamıyorum, ayrılmak zor oldu. Senin toprağının oradaki hayata karışması bitişin “her yerde yabani otlar bitti” dediğimiz gibi çoğaltan bi anlamı da olduğunu hatırlatıyor bana, özlemle sana sevgilerimi gönderiyorum.

Sertab Erener – Masal

Eda Akpınar

Sevgili Ali, 

Sen gittiğinden beri çok ama çok şey oldu. Buna Ali’yle beraber çok gülerdik dediğim bir sürü şey oldu. İyi ki Ali bunları görmedi dediğim bazı şeyler oldu. Ama en önemlisi, seni hiç şahsen tanımadan seven ve özleyen insanlarla tanışıp şaşırdığım günler oldu. Bir kelebeğin kanat çırpışı gibi geçip giderken dünyamızdan, değdiğin yerler hala parıldıyor. İyi ki doğdun!

Gökçe Kılınçer – Neyleyim

Caker (Burak)

Her güne güzel başlamamı sağlayan enerjik melodili buruk şarkımla selamlıyorum seni. Geçmişle ve melankoliyle arasına mesafe koyarak var olan biri olarak, en çok İstiklal’de beklenmedik karşılaşmalarımızı anıyorum, orada, burada, nerede! Sarılıyorum onlara sıkıca. Giden “karşılaşmaların”, uzakta olan “kesişmelerin” hepsini kucaklıyorum. Buradayız biz, kesişiyoruz hala!

Sezen Aksu – Yanmışım Ben Sönmüşüm Ben 

Öner Ceylan

Aliciğim,

Sen gittin ama bir anlamda belleklerimizde yaşıyorsun. Seni çalışkanlığın, hareketimize, özellikle de trans erkek tarihine, erkeklik kavramına ve interseks hareketine kattıklarınla hatırlıyorum. Lambda’nın web sitesindeki basın arşivine 10 bin tane gazete haberini tek tek tarayıp girdiğini belki herkes bilmez ama bilsin isterdim ben.

Seninle bir gün Kadıköy’de buluşmuştuk. gezmiş, oturmuş konuşmuştuk. Henüz hastaneye girmemiştin. Nedense sırtındaki çanta kalmış aklımda. Hastanedeki son günlerinde, bilincini test etmek için hemşire sana “Ali Bey, ben kimim?” dediğinde şaşırıp kalmıştın. Sonra “mesleğim ne?” dediğinde iş ortaya çıktı. “Hemşirelik” dedin. Sadece hemşirenin adını bilmiyordun.

Seni çok özlüyorum. Kısa yaşamında pek çok kişiye ilham oldun. Hakkında söylenecek çok şey var ama belki başka zaman.

İyi ki doğdun Aliciğim, ve iyi ki tanıdık seni.

Zirzop bir şarkı armağan etmek geçti sana içimden nedense. Biliyorum, sen hiç zirzop değildin, ağırbaşlıydın ama ben zirzopum, ne yapayım. Hem de seni mutlu, hareketli bir şarkıyla anmak istedim.

Nilüfer – Ali

Hilal Esmer

Doğum günün kutlu olsun Ali gülüm. Arkadaşım olduğun, içinde besleyip büyüttüğün mutluluğu benimle de paylaştığın için teşekkür ederim. Gülüşün yanımdayken hayata ve kendime sarılacağım, sana sarıldığım gibi…

Dire Straits- Walk of Life

Özgür Azad

​​Canım Ali, bugün senin doğum günün. “İyi ki doğdun” cümlesini senin kadar hak eden insan var mıdır? İyi ki doğdun, iyi ki hayatımızdan geçtin. Hayata yalnız başlayan, yıllarca bu yalnızlığın kaderimiz olacağını düşünen çocuklardık sanırım. Bin bir çeşit aileden, şehirden, mecradan gelip birbirini bulan çocuklar. Onca ailede, okulda, işyerinde, arkadaş grubunda hep eğreti duran, uzaylı gibi hisseden çocuklar. Lambda’nın mekânında tanıştığımız ilk günü çok iyi hatırlıyorum. Ne kadar afacan ne kadar hassas ama güçlü olduğunu. Akıllı ve muzip cümlelerini. Hiç çekinmeden dost olabileceğimizi hissettiğimi. Cihana bedel, patlayan kahkahalarını. Birlikte geçirdiğimiz onca zamanda, etkinlikte hiç olumsuz bir şey hatırlayamadığımı. Bira içmeyi sevmediğim halde seninle keyifle buz gibi bira içtiğimiz, goygoy yaptığımız bir günü hiç unutmuyorum mesela. Hepimizin fahri kocası olduğunu da. Harekete katkılarını, kim bilir kaç insana ilham ve güç verdiğini anlatmıyorum bile. Keşke birlikte yaşlanabilme, huysuz ihtiyarlara dönüşüp arada madileşme şansımız olabilseydi. Daha çok insan seni tanıyabilseydi. Seni ne zaman hatırlasam, resmini bir yerde görsem hala gözlerim doluyor ama iyi hissediyorum. İyi ki doğdun, iyi ki var oldun Ali.

Ajda Pekkan – Ya Sonra

İlksen 

Merhaba Ali,

‌Sen bu dünyayı terk-i diyar eyleyeli sekiz sene olmuş canım. Zaman hızla geçiyor ve gittiğin günden beri çok fazla şey değişti, değişiyor… Bazen Ali burada olsaydı ne düşünürdü, ne derdi, nasıl hissederdi diye düşünüyorum bütün olanlar karşısında.

Biraz İstanbul’dan, Türkiye’den ve havalardan bahsetmek istiyorum sana. İstanbul’da gittiğimiz mekanların çoğu kapandı Ali. Transfeminist hareket çok durgunlaştı. Bunda iktidarın transfobik şiddeti arttırmış olmasının etkisi çok büyük. Bir de pandemi diye bir bela geldi dünyanın başına (transfobi, homofobi, ırkçılık arttığı için Allah cezalandırdı insanları dermişim :)) Nerede böyle Allah canım şaka tabii 🙂 Sen gideli böyle çok muhteşem şeyler olmadı Ali. Sen çok bir şey kaybetmedin aslında, transfeminist hareket kaybetti seni. Biz kaybettik dayanışmanı. Gücün çok büyüktü bu hareketin içinde. Transfobi, homofobi rüzgarları sertleştiğinden beri lubunyalar Avrupa’nın her bir köşesine savruldu. Almanya, İngiltere, İtalya, Yunanistan…

‌Çoğumuzun gidesi var bu ülkeden. Üç beş kişi bir araya gelince “Gitme zamanı geldi mi?” sorusu ve bu soruya yanıt arayışları sohbeti var eden şeyler oluyor. Bir de eski günler anılıyor sık sık: dayanışma, mücadele, örgütlenme… Ne güzel anlara birlikte tanıklık etmişiz… O günlerin güzelliği bu günlerde yok sanki Ali, olamıyor. Sen olsan ne isterdin diye de düşünüyorum çoğu zaman; gitmeyi mi, kalmayı mı, göçmen bir kuş olup hep göç etmeyi mi?

‌Kolay değil tabii fırtınalı havalarda kuşlar uçamazlar. Transfobi devlet, toplum ve en üzücüsü bazı feministler arasında bile norm haline gelince, bir de ekonomik şiddet üzerine eklenince transfobinin daha az hissedildiği bir yere uçmaya çalışır oldu herkes. Kuş olarak dünyaya geldiysen uçmadan nasıl yaşayabilirsin? Ya da zor bir yaşama katlanmak gerekmez mi?  Katlanmak mı, gitmek mi ya da katlandığın şeyleri arada değiştirmek mi? Karar verebilmek zor. Küresel ısınma da aldı başını gidiyor. Dünya gerçekten yangın yerine döndü. Ah! Senden sonra Boysan, Zeliş, Mert ve Burak da veda ettiler bize. Belki siz buluşup bir voltrans oluşturmuşsunuzdur başka bir evrende. Voltrans demişken yarın doğum gününün güzelliğine Voltrans filmi kanka production tarafından ücretsiz gösterime açılacak. Bir de Eylül ayında Mubi Turkiye’de gösterilecek. O tatlı gülüşünü ve muhabbetini duymayan kalmasın. Uzun süredir görmeyenler de ekrandan hasret gidersin diyeceğim; ama senin hasretin ekrandan giderilmez bilirim. Seni tanıyanlar da bilir. Benden haberler bu kadar Ali. İyi ki doğmuşsun, iyi ki tanımışım seni. Bir insanın varlığı herkes için en çok bu kadar değerli olur. Seninle aynı yolda yürümüş olmanın mutluluğu en güzeli. 

‌2012 Amargi feminizm tartışmalarından Gülkan Noir’le birlikte seçtiğiniz şarkılardan birini bırakıyorum buraya. Konuşmadan şarkıya dair Gülkan’ın kurduğu bir cümle: “Antony and the Johnsons’tan You Are My Sister, yani Sen Benim Kız Kardeşimsin.” Bu transfeminist bir parçadır.

‌Transfeminizm’in sözünü kurarken özellikle bu şarkıda da kendimizi iyi hissettiğimiz bir şey var, o da şu:  Kendimizi diğer feminist kız kardeşlerimiz ve oğlan kardeşlerimizle birlikte feminist hareketin ve direnişin bir parçası olarak hissediyoruz. Bu şarkı da aslında tüm feministlere söylenen bir şarkı, yani sadece transların birbirine söylediği bir şarkı değil. Kadınlık deneyiminden gelen ve bugün cinsiyetini nasıl tanımlarsa tanımlasın, hangi etnisiteden olursa olsun veya hangi farklı kadınlıklar, farklı ezilme biçimlerinden gelirse gelsin “Biz bu feminist direnişin parçasıyız” diyenlerin şarkısı.

‌İkili cinsiyet sistemine ve ikili cinsiyet sisteminin katı, baskıcı normlarına direnen herkes için Antony and the Johnsons söylüyor: You Are My Sister. 

Ufuk Özkazıcı

Sadece sana anlatmak istediğim yaşanmışlıklar var, bu sadece aligüle anlatılır. Şimdi Aligül olsaydı bir kahkaha patlatırdı dediğim. Ben yine de anlatıyorum sana ve sadece sen duyuyorsun biliyorum. Doğum günün özlemle hasretle kutlu olsun.

Zerrin Özer – Her Şey Seninle Güzel 

Elçin & Çiğdem 

Hayat solumayan sokakları dahi kahkalarıyla canlandıran, küfürünün ıslığında bile sevgi barındıran canım Ali. Canım insan yüreğimizin inleyen nağmesi. Kendi küçük, gülüşü ve yüreği dev adam. Düşünmeden, durmadan özlenen dost, aceleci heyecanlı çocuk sen hep varsın. Bazen koca kahkahalarınla, bazen buğulanmış gözlüğünle, bazen haykıran sessizliğinle, daha daha niceleri ile ve koskoca bir özlemle…

Sezen Aksu – Seni Yerler 

Kadir

İyi ki doğdun, iyi ki dünyaya ve lubunyaların hatırasına sevgini kattın Aligül. Özlemle ve her zaman sevgiyle… ❤️

Ajda Pekkan – Sevdalı Başım 

Kanno

Çok Sevgili Ali’im (Aligül’lüm) 

Bir resmimiz var bende o günlerden. Henüz çok azız. Üç-beş kişi… Çok daha genciz. Yüreklerimiz bu kadar çok incinmemişken çektirmişiz fotoğrafı. Yüzümüzde utangaç gülümseyişler dolanıyor, heyecanlıyız. Çok belli ki, neyi, nasıl söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Yolun daha başındayız. O vakitler, hatırlarsın, bütün acemiliğimizle çok cesuruz, çok iddialıyız. Bizi görenleri yüzünde tuhaf bir bakış! Henüz bizim “gibisini” görmemişler. Ya da görmüşler ama algılayamamışlar. Karşılarında oturuyoruz, konuşuyoruz, üstelik bize dokunabiliyorlar. Yine de öyle tuhaf bakıyorlar. Biliyor musun? Bu günlerde, bu tarihte yaşamak çok daha zor geliyor bana. O günlerde birkaç kişiydik ama yalnız değildik, umutluyduk, mutluyduk. Şimdiler de yalnızlık çoğaldı, hepimiz bir yerlere dağıldık, mutluluk azaldı. Sen gittiğinden beri en çok anılar çoğaldı ve çoğalmaya devam ediyor.

Sevgilerimle.

Kardeş Türküler – Yanıyorum 

Dilara Kızıldağ 

Gül Ali’m, güzel Ali’m. Hala alışamadım yokluğuna. Sanki birazdan telefonun ucunda olacaksın, iki laflayıp daha derin gıybete Cihangir kahvesine randevulaşacağız… Sonra seni son vedaladığımız gün geliyo aklıma. Kocaman, rengarenk bir kırkayak gibiydik seni vedaladığımız gün. Ama bence sen hala buralardasın. Kahkahan hala kulaklarımda. “Ölerek ne zaman eksildin ki?” Canım Ali, sana özlem dolu çiçekli bulutlu sevgiler gönderiyorum. Aldığında bir işaret gönder.

Kibariye – Gül Alim 

Yener Bayramoğlu

Aligül benim de sevdiğim ve kaybettiğim ilk arkadaşım oldu. Bawer çok güzel yazmış, Lambda’da Aligül’le geçirdiğimiz yıllar bizim kendimizi çirkin ördek değil nihayet kuğu olarak hissettiğimiz yıllar oldu. Hepimiz birbirimizi bulduğumuz için çok mutlu ve geleceğe dair çok umutluyduk. Aligül’ün benim hayatım için başka bir anlamı daha var: Hem hayatımda ilk kez bir araştırmacı olarak dahil olduğum bir projede (Türkiye’de eşcinsellerin sorunları), hem de Lambda medya arşivini düzenleyip geliştirme projesinde onunla omuz omuza çalışma fırsatım oldu. Yıllar sonra akademisyen olmamda onun da bir payı var. Neşesi, çalışkanlığı, hayata yapıcı ve olumlu bakışı bana ilham oldu. Onunla hayatlarımız kesiştiği için kendimi çok şanslı hissediyorum. Aligülcüğüm seni özlüyoruz, giden yıllar yokluğunu bize unutturmuyor.

Björk & Anthony – Atom Dance

Fotoğraf: Özge Özgüner

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

​​

Author

  • Bawer

    Velvele Kurucu Yayın Yönetmeni, gazeteci, çevirmen, editör, LGBTİ+ ve göçmen hakları aktivisti.