Sibel’s Journey: Çocuklar ve Gençler İçin Kapsayıcı Video Oyunu

Serenad Yılmaz, 10 yıl önce İstanbul Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri alanında doktora yaparken Humboldt Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları bölümüne misafir olarak geldi, sonrasında ne İstanbul’a ne de doktoraya döndü. Berlin’de bir oyun stüdyosunda tasarımcı olarak çalıştı, arada freelance işler yaptı. Bir buçuk yıl önce de kendi oyun stüdyosu Food For Thought Media’yı kurdu. 

Video oyunları ve toplumsal cinsiyetle ilgilenen, bu alanda akademik olarak da çalışan Serenad yıllar önce hayalini kurduğu çocuklara toplumsal cinsiyet, cinsellik ve kapsayıcılığı eğlenceli bir biçimde anlatmayı amaçlayan oyun fikrini alanında uzman kişilerin ve aktivistlerin de katkılarıyla pandeminin ortasında hayata geçirdi.

Serenad’la yakında oyunseverlerle buluşmaya hazırlanan Sibel’s Journey’i (Sibel’in Yolculuğu) konuştuk. 

Sibel’s Journey fikri nasıl ortaya çıktı? Oyunu hazırlamaya karar verdikten sonra nasıl bir süreç işledi? Ekibi nasıl kurdun? Kimler olacağına nasıl karar verdin? Biraz anlatsana. 

Ekibin bir kısmı daha önce çocuklar için eğitici bir oyun yapmıştı. Daha küçük yaştaki çocuklara bir takım sosyal beceriler edindirmeyi ve empati kurmayı öğretmeyi hedefleyen bu oyun 2019 yılında çocuk oyunları kategorisinde Almanya’nın bu sektördeki en önemli ödülü olan Alman Bilgisayar Oyunları Ödülü’nü (DCP) almıştı.  Ben uzun zamandır toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet kimlikleri ve bilgisayar oyunları konularıyla ilgileniyordum.

İlk başta oyun sektöründen beş kadın, farklı alanlardaki uzmanlıklarımızı birleştirip, böyle bir oyun yapmaya karar verdik. Çünkü bu konuların eğitiminde dijital mecrada eksiklik olduğunu hep düşünüyorduk. Senle de yıllarca konuştuk zaten, yapmak lazım diye, hatırlıyorsun. 

Daha sonra ekibimize danışman ya da yazar olarak bu konuda mücadele eden aktivistler, bu konuda çalışan akademisyenler ve projeyi seven, heyecan duyan ve katkı sunmak isteyen pek çok kişi dahil oldu. Ekip aslında biraz organik bir biçimde kendi kendine gelişip şekillenmiş oldu. Güzel de oldu. 

Oyunun finanse edilmesi sanırım en zorlu kısmı oldu. Bir bağış kampanyası başlattığınızı hatırlıyorum. Nasıl ilerledi bu finans ayağı? 

Yukarıda bahsettiğim oyunun teknolojik imkanlarını kullanarak ve Medienboard Berlin Brandenburg’dan da (Berlin ve Brandenburg merkezli film ve görsel projeleri maddi olarak destekleyen, projeler finansal olarak başarı kazanırsa alınan parayı geri ödediğiniz bir fon kuruluşu) bir miktar fon alarak bu işe koyulduk. 

Ancak Sibel’s Journey hem içerik hem de oyun tasarımı açısından çok daha geniş kapsamlı olduğundan bu bütçe ve teknoloji yeterli gelmedi. Ayrıca böyle bir oyunun seslendirilmesi gerektiğine karar verdik, bu da büyük bir ek bütçe gerektirdi. Bu sebeple bir kitle fonu kampanyası başlattık. Kampanyamız bu ek ve değişiklikleri yapabilecek kadar başarı sağladı. Bu esnada Türkiye’de cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanında çalışan bir vakıf da projemizden haberdar oldu ve bize oyunun Türkçeleştirilip, yerelleştirilmesi için destekte bulundu.

Az evvel aktivistlerle görüştüğünüz, bazılarının da ekibe dahil olduklarını söyledin. Aktivizm karşıtlığının yükselişe geçtiği şu dönemde aktivistlerin katkısı neden önemliydi sizin ve oyun için?  

Tüm yaratım ve prodüksiyon süresi boyunca pek çok insandan ve gruptan danışmanlık ve destek aldık. Bize hem eğitici içerik üretme konusunda, hem yaratıcı süreçte, hem de kampanyamızın duyurulmasında destek oldular. Özellikle LGBTİQA+ örgütleriyle, kapsayıcı eğitim üzerine çalışan gruplarla beraber atölyeler düzenlemek üzerine çalıştık. Sibel’s Journey’i sadece bir oyun olarak görüp oynamak da mümkün; sınıflarda cinsellik, cinsiyet ve çeşitlilik üzerine bir atölyeler düzenleyerek oynamak/oynatmak da. Bu atölyeleri bizimle birlikte yürütebilme becerisi ve hevesi olan gruplar ve kişilerle beraber çalıştık, çalışıyoruz. Aktivistler de bu gruplara dahil. Çünkü uzun yıllardır eşitlik, adalet, kapsayıcılık gibi konularda mücadele eden insanların sözlerini ve yaptıklarını önemsiyoruz. Bu ekibin ana kadrosundaki insanlarda farklı mücadelelerden geliyorlar. Aktivistlerin sözleri olmadan bu oyun çok eksik kalırdı. O nedenle her birine katkıları için müteşekkiriz ve kendimizi de süregiden mücadelelerin birer parçası olarak görüyor ve bununla gurur duyuyoruz. 

O halde biraz oyuna dalalım birlikte. Oyunun ana karakteri Sibel’le başlayalım. Nasıl biri? Neden Sibel’i seçtin? 

Bizim için ana karakterin genç bir kız olacağı daha birbirimizle konuşmamışken bile belliydi. Bu konuyu ilk konuştuğumuzda herkes ben de aynısını düşünmüştüm dedi (gülüyor).

Son yıllarda bilgisayar oyunlarında kız çocuk ve kadın ana karakterler artmış olmasına rağmen, hala sayıca oğlan çocuğu ve erkek ana karakterlere göre çok daha azlar. Non-binary ve diğer cinsiyet kimliklerinden de ya hiç ya da çok çok az ana karakter var. Berlin’de yaşadığımız ve buradaki Türkiyeli nüfusunu düşününce Türkiyeli göçmen bir ailenin Almanyalı kızlarının ana karakter olmasının birçok anlamda dikkat çekici olacağını ve farkındalık yaratacağını düşündük açıkçası. Almanya’daki yabancı düşmanlığını düşününce Sibel gibi bir karakterin kesişimsellik, göçmenlik, misafir işçilik, Müslüman ve kuir olma gibi konularda sorular sorması ve aldığı yanıtları birçok yetişkin Almanyalıdan doğru analiz edip anlamasını değerli buluyoruz. 

Öte yandan Sibel samimi ve girişken karakteri sayesinde başkalarıyla kolayca sohbet eden, çok açık fikirli ama biraz da naif bir karakter. Çok meraklı ve sürekli yeni bir şeyler öğrenme peşinde. Bu merak onun yolculuğunun da en belirleyici unsuru ve bu merakı oyunu oynayanlarda da uyandırmak istiyoruz . Umuyoruz oyunu oynayanlar da onu bizim kadar severler. 

Sibel’in yanı sıra Berlin şehri de oyunun ana karakterlerinden biri aslında. Biraz şehrin oyundaki işlevini anlatır mısın? Sadece Berlin’de yaşamanla alakası olmadığını düşünüyorum çünkü. 

Oyundan bir diyalog: 

– Herkes Onur Festivali için mi burada?

– Evet. Kuir Başkenti. Berlin kuirlerin masal alemi gibidir.

– Sahi mi? Berlin’deki herkes kuir mi?

– Hayır, saçmalama! Fakat Berlin’de çok sayıda kuir mekan ve etkinlik var ve şehirdeki diğer insanlar tarafından horlanmıyor, garipsenmiyorlar. Ama buna rağmen Berlin’de de ayrımcılık çok fazla.

– Berlin’in hep çok mükemmel olduğunu düşünmüşümdür.

Bunu yazmakla birlikte aslında sadece Berlin’de kuir mekanlar ve etkinlikler vardır gibi bir izlenim bırakmak istemedik. Amacımız bu oyunun mümkün olduğunca çok memlekette oynanması ve oralarda oynayan çocukların bu insanlar, bu mekanlar sadece Berlin’dedir, bizim etrafımızda yoktur diye düşünüp yalnız hissetmesinler diye yeni bir karakter ekledik; mesela senin yazdığın kuzen Kerem onlardan biri. Bu karakterle Sibel’in yaptığı sohbet oynanılan ülkeye göre değişecek ve o ülkedeki kuir mekanlardan, örgütlerden, organizasyonlardan bahsedecek. 

Onun dışında evet, Berlin’in oyunda rolü büyük, metrosundan, parkından, cafesine, dondurmacısına mekanlar gerçek mekanlar ve Sibel, en iyi arkadaşı Sarah’yı ararken oradan oraya dolanırken bizim şehirde vakit geçirdiğimiz bu mekanlara uğruyor ve oyunu oynayanlara aslında küçük bir şehir turu attırıyor. Berlin’i mekan olarak seçmemizin elbette en büyük nedeni bu mekanları tanıyor, şehirde yaşıyor olmamız. 

Senin Berlin’in nasıl bir yer peki? Oyundakine benziyor mu yoksa Türkiyeli göçmen bir kadın olarak Sibel’inden daha farklı bir deneyimin mi var şehirle? 

Berlin’le tıpkı İstanbul’da olduğu gibi yıllar içinde bir sevgi-nefret ilişkim oluştu. Bazen bazı nedenlerden dolayı çok seviyor, kendimi çok iyi, mutlu, güvende hissediyorum. Bazen de tıpkı İstanbul’da olduğu gibi sürekli tetikte, her an başıma bir şey gelecekmiş gibi bir panikle yaşıyorum. Yabancı düşmanlığı, son zamanlarda artan nefret saldırıları, kötü deneyimler de tuz biber ekiyor bu hislere. Bazen başka bir yere gitsem mi diyorum, bazen de Berlin’den nasıl ayrı kalacağım diye düşünüyorum. Burada çok kolay kanıksadığım şeyler de oldu, yıllar geçmesine rağmen alışamadığım şeyler de. Herkesin Berlin’le ilişkisi farklı. Benim sanırım hala birkaç yıla ihtiyacım var tam olarak ne hissettiğimi anlamak ve ilişkimin tarifini yapabilmek için. 

Sibel ve Berlin’in yanı sıra oyunda çok sayıda yan karakter var. Yan karakterler dedim ama her biri Sibel’in kapsayıcı ve açık fikirli bir insana dönüşme sürecine önemli katkılar yapıyorlar ve aslında oyunu oynayacaklara Sibel aracılığıyla kapsayıcı bir bakış açısı kazandırmaya gayret ediyorlar. Neler söylemek istersin bununla ilgili?

Biz en baştan beri oyunu şu şekilde kurguladık. Bir çocuk/genç birini veya bir şeyi arıyor olsun ve bu arama sürecinde pek çok yeni insanla tanışsın ve onların hikayelerini dinlesin. Misyonumuz, çocuklar ve gençler için eğitici değeri olan, çok çeşitli cinsiyet ve cinselliklerin yanı sıra farklı etnik kimliklere, farklı bedenlere, beceri ve gereksinimlere sahip karakterleri olan oyunlar geliştirmek olduğundan, bu bize güzel bir çözüm gibi geldi. 

Aynen senin söylediğin gibi bu karakterler Sibel’e ve onun aracılığıyla oyunu oynayacaklara kapsayıcı bir bakış açısı kazandırma amacındalar. Elbette hiçbir karakter sadece Sibel gelsin, onlara bir şeyler sorsun diye orada değiller, hepsinin hikayede bir yeri var. Oyunun senaryosu yazıldıkça bu karakterler derinliklerini kazandılar.  

Her ne kadar ekibimiz ciddi çeşitlilik gösteren (kapsayıcı) bir ekip ve Most Inclusive Studio of the Year (Yılın En Kapsayıcı Stüdyosu) ödülüne aday olsa da oyunumuz kadar değil. Biz kimsenin adına konuşmayı tercih etmediğimizden bazı karakterler için daha önce de bahsettiğim gibi ekip dışı danışmanlık aldık ve o karakterlerin hikayelerini özneler yazmış oldular. 

Sibel’s Journey alanında bir ilk diyebilir miyiz? Evetse neden bugüne dek kimsenin aklına gelmedi ya da geldiyse bile hayata geçirmedi sence? 

Elbette ayrımcılık, ırkçılık, cinsellik, cinsiyet meselesini işleyen ya da kuir karakterleri olan ya da kategori olarak “LGBT kategorisinde” olan oyunlar var. Ama bu kadar kapsamlı ve kesişimsel bir  yaklaşım izleyen (eğitim amaçlı) başka bir oyun bilmiyorum. Başkalarının da aklına gelmiştir tabii ama aşılması gereken pek çok zorluk var bu tip bir oyunda, bu gözleri korkutmuş olabilir. 

Birincisi konu itibariyle çok katmanlı ve tartışmalı (hem politik olarak saldırılaran, hedef gösterilen, düşmanlaştırılan mevzular hem de topluluk içerisinde hala ortaklaşılmamış kavramlar vs. var anlamında diyorum) bir konu. Yazarlarımız arasında bile bazı konuları nasıl ele almamız gerektiği konusunda tartışmalar yaşandı. 

İkincisi eğitim amaçlı, pedagojik uzmanlık gerektiriyor. Aynı zamanda da bu bir oyun, çok didaktik olmayıp eğlenceli olması gerekiyor. Oyuncuyu da eğitici olmasına rağmen eğlenceli olduğuna ikna etmeniz gerekiyor.

Para kazanmak amaçlı oyun yapanlar için hem eğitici oyun olması hem de çocuklara yönelik olması cazip değil. Oyun satın alanlar daha çok yetişkinler çünkü. 

Bizim gibi kar amacı gütmeyen, okullara ve gençlik organizasyonlarına bir eğitim aracı olarak ücretsiz dağıtmak isteğinde olan ekipler içinse ebeveyn izinleri, eğitmenler, okul idareleri ve bürokrasi gibi işlerle uğraşmak caydırıcı. 

Tüm bunlar da milyonlarca oyunun içinden fark edilebilmeyi iyice zorlaştırıyor.

Burdan belki de bu eksikliğin neden doldurulması gerektiğini de konuşabiliriz. Neden çocukların kapsayıcı, fobik, kadın düşmanı, ırkçı olmayan video oyunlarına ihtiyacı var sence? 

Bu konular, o yaştaki gençler için hassas ve yeni. Erken ergenlik döneminde özellikle cinsellik konusu korkutucu, bunaltıcı ve çoğu zaman utanç verici olabiliyor. Zaten çocuk ve gençlerin hayatının bir parçası olan bilgisayar oyunu bu konuda oldukça kullanışlı ve ilginç bir mecra. Çünkü içerik oyun boyunca eğlenceli bir biçimde iletiliyor. Ayrıca bilgisayar oyunlarının tek başına oynanıyor olması kişinin kendi düşüncelerini ve hislerini değerlendirmesine yeterli alan bırakıyor.

Son senelerde (ama sadece son senelerde) pek çok oyun stüdyosu (hem oyun tasarımında hem işyerinde) çok açık açık yaptıkları ırkçılık, kadın düşmanlığı ve homofobiden vazgeçse de Sibel’in Yolculuğu bu konularla sınırlı kalmayıp, şişman, engelli, göçmen olarak toplumda var olmak, bu yüzden maruz kalınan ayrımcılıklar ve buna karşı verilen mücadeleler; rıza ve sağlıklı ilişkiler gibi meselelere de yer veriyor ki bunlar hala göz ardı edilen konular. 

Soruna geri dönersem, en basit haliyle şunu söyleyebilirim: çocukların hissettikleri, sevdikleri, oldukları, olmak istedikleri şeyler/durumlar için utanmamaları, korkmamaları ve yalnız hissetmemeleri gerekiyor. Sibel’in Yolculuğu gibi oyunlar onlara ne yanlış ne de yalnız olmadıkları mesajını veriyor ki birçok çocuk için bu hayat kurtaracak boyutta bir şey. 

Hala hazırlık aşamasındasınız. Oyun ne zaman oyun severlerle buluşacak? Bir takvim belirlediniz mi? 

Beta versiyon tamam, şu anda oyunu test ediyoruz. Gelen geri bildirimlere göre değişikliklerimizi yapacağız, sonra da seslendirme tamamlanacak. Önümüzdeki bir iki ay içinde tamamlanmış olacağını düşünüyor, umuyorum.

Hangi dillerde oynanabilecek oyun ve kaç yaşında çocuklar için uygun?

Oyun 11 yaş üstü çocuklara ve gençlere yönelik. Almanca, İngilizce ve Türkçesi üzerinde çalışıyoruz. İspanyolca, Fransızca, Arapça gibi diller de eklenecek. Dileğimiz olabildiğince çok dilde oynanabilmesi. Bunun için çalışacağız.

Biraz da Berlin’deki oyun dünyasına dair konuşsak. Sen neden bu sektöre daldın? Nasıl bir motivasyonun vardı?

Ben zaten bilgisayar oyunlarıyla akademik olarak ilgiliydim. İlk master tezim, teknolojik kültürü, insan teknoloji ilişkilerini bilgisayar oyunları üzerinden inceleyen bir tezdi. Daha sonra da toplumsal cinsiyet ve bilgisayar oyunları, bilgisayar oyunlarında temsiliyet, bilgisayar oyunlarında kuir karakterler  gibi konularda yazıp çizdim, bahsettigim bitmeyen doktora tezim de bu konulardaydı. Daha önce İstanbul’da grafik ve UI (User Interface) tasarımı yapıyordum zaten, Berlin’e gelince de oyunlar için tasarım yapmaya başladım. Tabii, 20 sene önce uğraştığımız flash mini oyunları saymazsak. 

Pratik olarak oyun endüstrisinin içerisine girmem Berlin’de olduğu için karşılaştırma yapmam zor. Almanya’da pek çok oyun şirketi ve para olmasına rağmen, çok büyük uluslararası başarılar sağlamış durumda değil. Son iki yıldır devletten epey büyük bir destek görmeye başladı endüstri. Değişiklikler olabilir. 

Kadın bir programcı olarak oyun sektörüne dair deneyimlerin, görüşlerin neler? 

Son 10 senede çok şey değişti diyebilirim. Hala erkek dominant olduğu bir gerçek. Ama o toksik ortam kalktı. 

Sektörde kadın ya da queer insan sayısı artıyor mu günden güne yoksa şark cephesinde yeni bir şey yok mu? Neler söyleyebilirsin? 

Almanya’ya bakarsan evet artıyor ama yani o cis-hetero erkek egemen bir dünyaydı ki, bundan 10 sene önce game konvansiyon partilerinde egzotik kadın dansçılar falan oluyordu. Stüdyolarda kadın tuvaletleri depo olarak falan kullanılıyordu. E artık olmaz. Sağ olsunlar (gülüyor).

Ama mesela Endonezya’da oyun stüdyolarını gezdiğimde çalışanların yarısı kadınlardı. Daha ucuza mı çalışıyorlardı ya da sadece bir departmanda mi o kadarını bilemem ama durum orada öyleydi. Stüdyonun bir köşesinde mescit diğer köşesinde bar vardı. Kim daha kapsayıcı? İstatistik olarak check etmedim, bunlar gözlemlerim sadece. 

Yakında hangi platformlardan oynanabileceği duyurulacak Sibel’s Journey ile ilgili gelişmeleri takip etmek isteyenler için:

Facebook  
Instagram 
Twitter   

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Bu söyleşiyi İngilizcede de okuyabilirsiniz.

Author

  • Bawer

    Velvele Kurucu Yayın Yönetmeni, gazeteci, çevirmen, editör, LGBTİ+ ve göçmen hakları aktivisti.

1 Comment

Bir Cevap Yazın