Mertcan Karakuş a.k.a. Zakkum Kök
Hikayemiz şöyle başlıyor: Yahudi akademisyenler (hepsi erkek) toplanıp, dinin sözlü geleneğinden parçaları yazıya geçiriyorlar. Babil Talmudu’nu yazıyorlar. Aktarılan mitlerden biri de Lilith’inki: Adem’le aynı zamanda (hatta bazı kaynaklara göre ondan önce), aynı malzemeden yaratılıyor Lilith. Eşitlik beyanında bulunuyor. Bu beyanı mızmız ekürisi Adem tarafından hoş karşılanmıyor tabii ki. Lilith tanrıya gidiyor (Beni hükümet… Seni kim koruyor? Hangi hükümet o?) ve onun gizli ismini öğrenerek (Hepsini çıkarırım! Oğlum, ayağınızı denk alacaksınız. Herkes ayağını denk alacak!), adı cennet de olsa Lilith için hayli toksik olan bu ortamdan uzaklaşıyor, kendine kuirlerle (onlara göre iblis, bana göre çikolata) bir dünya kuruyor. Reddedilişi, kırılgan maskülenitesine yediremeyen Adem babasına şikayete gidiyor. Sevgili babacığı da bir tanecik oğluna, Lilith’in asiliği sirayet etmesin diye oğulcuğunun kaburga kemiğinden (ki Adem’in kaburga kemiği de topraktan, yani hala temel malzememiz toprak) Havva’yı yaratıyor. Lilith’in peşini bırakıyorlar mı? Hayır. İlla kendi iktidarlarını kabul ettirecekler ya; geri dönmediği her gün için halkından yüz kişiyi öldürecekleri tehdidiyle, hem de bu işi ‘meleklere’ yaptırarak Lilith’e boyun eğdirmeye çalışıyorlar. ‘‘Hafta sonunu kiminle geçirmek istersiniz? A) eşinizle mi?’’ sorusuna direkt B şıkkıyla cevap veren Lilith’in de eli armut toplamıyor tabii ki. Adem’in çocuklarına her daim musallat olacağına ant içiyor. İş kurumsallaşınca, tek bir kullanım kılavuzuna dönülmesi gerekince, her nedense Lilith’in adı bir kıyamet alametine dönüşüyor ve kılavuza ikinci insan olarak Havva’nın adı yazılıyor. Sonraki baskılarda da bu taraflı redaksiyon, giderek Lilith’in adının hiçbir başlık altında geçmemesine varacak şekilde devam ediyor.
Toksik erkeklikle hiç işinin olmayacağını bu kertede belirtmiş olmasına rağmen, 19. yüzyılın ilk yarısında beyaz, romantik, erkek şairlerin diline (kuantum mekaniği hepimizi korusun) düşüyor Lilith. Siyah teni beyazlıyor, saçları kızıla boyanıyor. Kendisi de en iyimser tabiriyle bir kadınfobik olan Freud’un sıkı hayranı olduğu Goethe, onu Faust’una dans partneri yapıyor. Gizli ismini öğrendiği tanrının ‘‘görünen ama ellenmeyen, ellenen ama tadılmayan, tadılan ama yutulmayan’’ elmalarından kendi bahçesinde bol bol bulunduğu vaadiyle Faust’u baştan çıkarmaya çalışıyor. Bu ‘baştan çıkarma’ mevzusu çok mühim, zira Lilith uzunca bir süre erkekleri baştan çıkaran dişi bir iblis (Adem bu sırada hala insanlığını koruyor) olarak lanse ediliyor. İblis kelimesini cümleden çıkarırsak seks pozitif, heteroseksüel bir kadın esasen: o zamanların en korkulan ‘canavarlarından’ biri. Lilith’i öcüleştirmeye kararlı ademoğullarına bu da yetmemiş olacak ki, bir de annelikten dem vurma gereği duyuyorlar ve Lilith’in gitgide kararan özgeçmişine çocuk kaçırmayı, çocuk yemeyi de ekliyorlar. Bu da bir metafor aslında: Kadını annelikten bağımsız düşünemeyen zihniyetin çocuk yapmayı tercih etmeyen kadınlara yakıştırması.
Aradan bir yüzyıl daha geçiyor. Bu sırada Lilith’in hikayesine hemcinslerine zarar vermek de ekleniyor: koca ‘ayartma’, hamile kadınlara musallat olma… Neyse ki kadınlar, yüzyıllardır maruz kaldıkları bu üstünü çizip yenisini yazmayı tanıyorlar. Lilith’in iade-i itibarı yine kadın hareketi tarafından yapılıyor. 1968’de Women’s Majority Union, Lilith dergisini çıkarmaya başlıyor ve 1969’da, Lilith’in Manifestosu’nu yayınlıyor. Lilith’in erkeklikçe yok sayılan, karalanan, nesneleştirilen adı, orijinindeki eşitlik beyanını vurgulamakta kullanılıyor yeniden. Hikayenin tek güzel kısmı burası; zira erkekler resimden sinemaya, edebiyattan heykele kadar çeşitli mecralarda Lilith’in adını kullanmaya devam ediyorlar. Erilliğin, Lilith’in sığındığı dünyayı, nasıl bir cehenneme çevirdiğini ön koltuklardan izlediğimiz 2020 senesinde, Ridley Scott, Raised by Wolves dizisinde, Ezel Akay da 9 Kere Leyla filminde (bu iki isim aynı cümlede bir tuhaf oldu, kabul), kağıt üzerinde birbirlerinden çok farklı ama bakıldıkları açı bakımından çok ortak noktası bulunan iki Lilith portresiyle karşımıza çıkıyorlar.
İki yapım arasında dağlar kadar fark var. Bu farklar sonucunda da birinin IMDb puanı diğerinin (hangisinin hangisi olduğunu söylememe gerek yok sanki) tam tamına iki katı. Raised by Wolves’daki kendini ziyaretçilere Lamia (Lilith’in vampirleştirildikten sonra aldığı isimlerden biri) olarak tanıtan karakterimiz, insan ırkını kurtarmak için embriyolarla başka bir gezegene gönderilen, koyu ateist eğitime programlanmış bir android. 9 Kere Leyla’nın Leyla’sı ise hem Lilith’in ta kendisi, hem de Adem (yaratıcılığa bakar mısınız) adında üçkağıtçı bir adamın karısı. Lamia’nın asıl adı Mother. Embriyoları kendi bedeninde yetiştirip ‘anne’ olduktan sonra robotik mantığını yitiriveriyor bir anda. Adeta hormonal duygulanımlara kapılıveriyor. Leyla ise kocasının kendisini öldürme girişimlerine (tam 9 girişim) sessizce, ‘‘aman bu da nasıl olsa erkek, onu da böyle kabul edelim’’ diyerek boyun eğiyor. Nasıl olsa ölümsüz, onu öldürmek suç sayılmıyor belli ki. İkisi de çok tanıdık yakıştırmalar, kadınlara erkeklerden, erkeklikten yapıştırılan. Lamia hormonallikle yaftalanırken, Leyla’nın maruz kaldığı şiddet erkekliğe değil de erkeklere mal edilerek sistematik ve politik bağlamından koparılırken, erkek egemen sistemin eril bakışı tekrar tekrar kadınların üzerine dikiliyor aslında. Üstüne üstlük iki durumda da konuyu özgürlük ve eşitlik dışında bir derdi olmayan Lilith’e bağlarken, kadınlar adına söylem üreterek güya onları korumaya kalkıyorsunuz. Yapmayın. Yüzyıllardır ağız kalabalığınızdan çok çekiyor kadınlar. Geri durun. Çünkü sizin ihsan sandığınız, Lilithlerin kapatıldığı karanlık mağaralardaki gölgelerden başka bir şey değil.