Gizem Kurtulmuş
2030 yılı tuhaf bir yıldı. Hastalıklar, doğal afetler ve savaşlar birbirini kovalıyor; birileri oturmuş korku dolu gözlerle olup biteni izlerken birileri ise bu kovalamacının içerisinde ezilip yok oluyordu. Ben ise kendi işime bakar, gün boyu aklımı meşgul eden kadınlarla ve bir türlü başlayamadığım romanımla uğraşırdım. Günler böyle geçip giderken o sabah farklı bir şey oldu. Tıpkı diğer sabahlarda olduğu gibi çalışma odama geçip bilgisayarımı açmıştım. Ekranda duran boş sayfayı izlerken yazacak bir kelime bile bulamıyor, ne zaman parmaklarımı klavyeye götürsem elim boş dönüyordum. Aylardır bu haldeydim. Birkaç dakika sonra daha fazla bu şekilde durmanın hiçbir faydası olmayacağına karar verip salona geçtim. Telefondan açtığım ilk haber sitesinde şu manşeti gördüm; Dünyanın 7 Harikası Kayboldu!
***
Gözlerime inanamadım. Haberi okumaya başladım.
‘‘2007 yılında dünyanın yeni harikaları olarak seçilen Peru’daki Machu Picchu şehri, Çin Seddi, Brezilya’daki Kurtarıcı İsa heykeli ve diğer tüm eserler şu an yerinde bulunmuyor. Yetkililer konuyla ilgili detaylı araştırmalar yaparken, son gelişmeler az sonra sitemizde! Hemen tıklayın, Dünyanın 7 Harikası’nı inceleyin!’’
Bu bir rüya olmalı diye düşündüm. Böylesine saçma bir olay tabii ki bir tek benim rüyalarımda yaşanabilirdi. Birden bunun iyi bir roman konusu olacağı geldi aklıma. Rüyada olduğumdan emindim, bu yüzden unutmamak için yazılanları birkaç kez daha okudum. Gözlerimi kapayıp bekledim. Bir anda irkilerek uyandım. Koltuktaydım. Saate baktım, öğleye geliyordu. Birkaç saattir uyuyor olmalıydım. Rüyamda gördüğüm haberi net bir şekilde anımsıyordum. Uzun zamandır ilk kez yüzüm gülüyordu. Romanım için bir konu bulmuştum. Dünyanın 7 Harikası’nın kayboluşunu yazacaktım. Nasıl başlayacağım bilmiyordum ama biraz uğraşırsam en azından birkaç cümle kurabilirsem bir şeyler çıkarabilirdim. Tam çalışma odama giderken cebimden çıkardığım telefonuma baktım. Arkadaşlarımdan gelen onlarca mesaj vardı. Hepsi de yok olan ‘Dünyanın 7 Harikası’ndan bahsediyordu. Olduğum yere çakıldım. Demek rüya değildi. Gerçekten de olmuştu. Salona dönüp koltuğa geçtim. Biraz oturduktan sonra bir anda yerimden kalktım, içeri gidip üstümü başımı değiştirdim. Üç aylık vizesi kalan pasaportumu, kimliğimi ve cüzdanımı alıp dışarı çıktım. Arabama bindiğimde planım hazırdı; önce Kolezyum’u daha doğrusu ondan geriye kalan boşluğu görecek sonra tüm yok olan dünya harikalarının şehirlerini tek tek ziyaret edecektim. İtalya’ya gitmek için ilk durak; Ayvalık’tı.
***
Yaklaşık dokuz saat sonra Ayvalık’taydım. Yanımda ne bavul ne de telefonum vardı. Hiçbir şey düşünemiyor, kimseyle konuşmak istemiyor sadece tüm olanları anlamak ardından ise yazmak istiyordum. Arabamı bir park yerine bırakıp feribot biletimi aldım. Ayvalık’tan Yunanistan’a geçerken diğer insanlar dikkatimi çekti. Dünyanın en büyük olaylarından biri yaşanırken, onlar da benim gibi bu yerleri görmek istiyor; belki bugünü fotoğraflayarak bu tuhaf durumu bir anıya dönüştürmeyi hayal ediyorlardı. O anda denize atlayıp geri dönmek istedim. Ben de onlardandım. Ve bu beni ilk defa rahatsız etmişti.
Midilli’ye ayak basınca kendimi bir tavernaya attım. Birkaç uzodan sonra daha iyi hissetmiştim. O geceyi bir pansiyonda geçirdim. Sabah kalktığımda geri dönme isteğim yerli yerindeydi. Akşam üstü kendimi yeniden Ayvalık’ta buldum. Arabamı park ettiğim yerden alıp insanlardan uzak bir plaj aramaya başladım. Bir saat tur attıktan sonra kimsenin olmadığı bir kumsaldaydım. Karşımda deniz ve gökyüzü, yanımda bir şişe bira vardı. Bir sigara yaktım. Güneş batmak üzereydi. Aklımda ne romanım ne de başka bir şey kalmıştı. Sadece yok olan 7 harikayı düşünüyordum. O sırada birkaç adım öteme bir adam oturdu. ‘‘Pardon?’’ dedim. ‘‘Haber var mı?’’ Adam boş gözlerle bana baktı. ‘‘Dünyanın 7 Harikası’ndan haber var mı? Yok olmuşlar ya?’’ Adam anlar gibi başını salladı; ‘‘Valla almışlar onları. Bu şeyler var ya hani göçmenler möçmenler. Onlar almış diyorlar.’’ Önce duyduğumu yanlış anladım sandım ama adam konuştukça doğru duyduğumdan emin oldum. ‘‘Koskoca şeyleri nasıl alacaklar yahu? Şehir var, koca heykel var, Çin Seddi var içlerinde. Nasıl alacaklar onları?’’ diye sordum. ‘‘Valla ben bilmem.’’ dedi adam. ‘‘Bunlardan her şey beklenir. Neymiş savaş varmış da korkmuşlar da… Hepimizden iyi yaşıyorlar, hepimizden! Al işte. Sonunda bunu da yaptılar.’’ Biramı açtım, adama cevap vermeyip denizi izlemeye koyuldum. “Kocaman şeyler.’’ diyordum içimden. ‘‘Nasıl olur?’’ Adamın dedikleri yankılandı aklımda. O sırada denizden büyük bir dalga üstüme geldi. Sonra bir tane daha. Bir tane daha… Ben geriye kaçtıkça dalgalar arttı. Her biri hızla büyüyüp kıyıya vuruyordu. Ipıslak olmuştum. Yüzümü sildim. Tam karşımda, denizin gökle birleştiği noktada bir şeyler yüzüyordu. Kocaman bir duvar vardı, bir İsa heykeli, kubbeli bir bina… Tam 7 tanelerdi. Hepsi öyle büyüktü ki o kadar uzaklığa rağmen net görünüyorlardı. Su üstünde yüzerek ilerliyorlardı. Dalgalar arttıkça insanlar toplanıyordu.
***
On dakika içinde plaj dolmuştu. İnsanlar su üstünde yüzen Dünyanın 7 Harikası’nı izliyor ve fotoğraflar, videolar çekiyorlardı. İçlerinden biri bağırmaya başladı. ‘‘Bir şey yazıyor, üstünde bir şey yazıyor.’’ Gerçekten de Kolezyum’da bir pankart asılıydı. Üstünde anlamadığım yazılar vardı. Herkes bağırmaya başladı. ‘‘Ne yazıyor? Ne yazıyor?’’ Yanımdaki bir kadın ‘‘Arapça bu.’’ dedi. ‘Arapça biliyor musun?’ dedim. ‘‘Biliyorum.’’ diye cevapladı. Okumasını istedim. Fısıldar gibi okudu; ‘‘Dünya benden kızımı aldı. Harika’mı aldı. O da kaybetsin tüm harikalarını.’’