Geçse de Yolumuz Orta Yaş Krizlerinden, Meydanlara Çıkar Sokaklar

Söyleşi: Bawer Murmur

Sezgin İnceel, kısa aralıklarla birbirinden farklı iki projesini bizlerle buluşturdu. Önce sakin düzenlemesine rağmen yaş almanın yarattığı karmaşık hislerle cebelleşen, süreci sindirmekle kavga etmek arasında gidip gelen şarkısı Yaşlanıyoruz’la çıkageldi. Dizim ağrıyor, ilaçların sayısı artıyor diye şikâyet eden adam bir süre sonra sanki bunları söyleyen o değilmiş gibi, Squareplatz’la beliriverdi bu kez. Kent ozanı gitmiş, dizinin ağrısı geçmiş, dans pistinde fink atıyor; bizi de tepinmeye çağırıyor.

Hal böyle olunca karışan kafaları, kaynayan kanları, şarkıları ve planları konuşmak farz oldu. 

Yaşlanıyoruz’la başlayalım

Şarkı “yaşlanıyoruz galiba ya” diye hayıflandığım bir gün çıktı. Kendine acımak, beraber vakit geçirmekten çok hoşlandığım bir his değil. Ama öyle illet hisler de “git” deyince gitmiyorlar. O yüzden çareyi onları komik hale gelene kadar abartmakta ve dönüştürmekte buluyorum. Sözlerde bahsettiğim saçlarımın ağarması, dizlerimin ağrıması ve çişe kalkmadan uyunmaması gibi durumların hepsi gerçek. O yüzden ben sanki bildiğim bir şarkıyı dinlermiş veya hatırlarmış gibi oturdum yazdım bir kerede. 

Nasıl tepkiler geldi şarkıya?

Gelen tepkilerden samimiyetimin insanlara da geçtiğini görüyorum. Bizim jenerasyondan birçok arkadaş “tam da düşündüklerimi şarkı haline getirmişsin” dedi. “Yaşlandığımızı yüzümüze vurmasan” diye sitem edenler de oldu. Bizim alt jenerasyonların ne düşündüğünden ise emin değilim açıkçası. “Ne diyor bu yaşlı adam?” demiş olabilirler. Bense bu şarkı ile beraber “yaşlanmak” kavramı ile biraz uzlaştım ve barıştım. 

#VideoEveSığar  

Karantina ve salgın günlerine denk geldi Yaşlanıyoruz. Videosu da bundan etkilendi haliyle. 

Şarkının planlamasına ve kayıtlarına geçtiğimiz senenin sonlarında başlamıştık. Müzik bazen ilaç niyetine iyi gittiği için, pandemiye denk gelmiş de olsa çıkış tarihini değiştirmek istemedim. Klip fikri ise Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’ini beraber yaptığım arkadaşım İlker Hepkaner’den çıktı. “Madem bir çoğumuz evlere kapandık; podcast dinleyicilerimize böyle bir çağrı yapsak, herkes evinden video yollasa, hepimize anı kalsa fena mı olur?” dedi. Anında ısındım bu fikre. Yaptığımız çağrıya tahminimden daha fazla dönüş geldi. Herkesin şarkıdan başka başka anlamlar çıkardığını bir de gözlerimle görmüş oldum. O beni çok duygulandırdı. Gözde Demirbilek de klibin kurgusunu yapınca ortaya bu özel iş çıktı. (Videoyu söyleşinin sonunda izleyebilirsiniz)

Biz hala Yaşlanıyoruz’u dinlerken bu kez bambaşka sularda yüzen Squareplatz’la beliriverdin. Planlar dahilinde miydi yoksa tesadüf mü oldu?

“Yaşlanıyoruz diye hayıflandığımız yetti, hadi şimdi dans” demek istedim. Squareplatz’ın albüm çalışmasını uzun süredir sürdürüyorduk. Aslında daha önce çıkarmak istiyorduk, ama işin mutfağında yeni dengeler karşımıza çıkınca, şarkıları tamamlamak tahminimizden daha uzun sürdü. İyi ki öyle oldu. İkimiz de çok şey öğrendik. Hal böyle olunca albümün hazır olması ile Yaşlanıyoruz’un çıkışı aynı zamanlara denk geldi. Ama ben seviyorum aynı anda birbirine zıt işler yapmayı. 

Stas’la nasıl kesişti yolunuz?

Grup arkadaşım Stas Mishchenko, Ukrayna’da zamanında bir heavy metal grubunda klavye çalmış, aynı zamanda fotoğrafçılık da yapan çok yönlü bir sanatçı. Üç senedir Münih’te yaşıyor. Bir gün öğle yemeğine bana gelmişti ve müzik konuşuyorduk. Birbirimize sevdiğimiz şarkıları dinletirken, müzik zevklerimizin çok benzediğini fark ettik. Benim içimde elektronik müzik yapmak ve bir grubun parçası olmak gibi bir arzu zaten vardı. Onda da varmış. Güçlerimizi birleştirdik ve çalışmalara başladık. İlk teklileri geçen sene, albümü de bu sene yayınladık.

Beş şarkılık albümünüz Nostalgia gerçekten adının hakkını veren, 90’ların pop, pop dans ve elektronik müziklerine adeta saygı duruşu tadında. Hazırlık sürecinden bahseder misin?

Aslında yola çıkış amacımız 90’ların dans müziğini yapmak değildi, ama zamanla beğenilerimiz ve içimizden çıkanlar bizi oraya götürdü. İkimiz aynı yaştayız. Büyürken dinlediğimiz ve etkilendiğimiz müzikler içimizden çıkmak istediler, biz de onlara yol açtık. Nostaljinin tatlı bir cazibesi var, ama her şeyin tozpembe olduğu dönemler değildi 90’lar. LGBTİ+’lar, kadınlar ve etnik azınlıklar resmin her zaman içinde yoklardı. Albüm kapağında da gördüğünüz gibi bir yanı geçmişe selam verirken, bir yanıyla günümüzü anlatan albüm bu. Bu nedenle o dönemin müziklerini geri getirirken, içine kendi sosumuzu da ekleyerek herkesi kucaklayan, hep beraber meydanlarda bağıra bağıra söylemek isteyeceğimiz şarkılar yapmak istedik. 

Meydan demişken grubun isminden de konuşalım isterim. İngilizce ve Almanca meydan kelimelerinin bir araya getirmişsiniz. Benim bir hikayem var diye bağırıyor adeta grubun adı. Nedir bu meydanla olan muhabbet? Neden Squareplatz’ın müziği için önemli?

Bizim meydan dediğimiz şeye Ukraynacada da ‘maydan’ deniyormuş. İlk bu benzerlikten çıktı ortaya fikir. Şehir meydanlarının hayatları, bakış açıları, geldikleri ve gittikleri yerler farklı olan birçok insanı bir araya getirebilme özelliği var. Müzikte de var bu potansiyel. Tabii bir de meydanlar insanların tutkularını, dertlerini, isyanlarını dile getirmek için toplandıkları alanlar. Tarih yazımını etkileyen birçok ana tanıklık ediyorlar. Gezi olayları, Ukrayna’nın Bağımsızlık Meydanı ve onur yürüyüşleri gibi. O yüzden meydan kelimesinin şarkılarımızın dili olan İngilizcesi ile yaşadığımız yerin dili olan Almancasını birleştirerek böyle bir kelime türettik. 

O meydan kimlerin meydanı peki? 

Hepimizin meydanı. Ama en önemlisi de hikayelerini çok fazla duymadıklarımızın. Varlıkları görmezden gelinmek istenenlerin. Farklı dillerin, dinlerin, cinsel yönelimlerin, cinsiyetlerin, cinsiyetsizlerin, azınlıkların, çoğunlukların, hiçbir tarafa kendini ait hissetmeyenlerin. Salgın olmasaydı Temmuz’da Münih meydanında Onur Haftası etkinlikleri kapsamında sahne alacaktık ve bu şarkıların lansmanını yapacaktık. Şimdilik iptal. Ama meydanlara dökülebildiğimiz zamanlar tekrar geldiğinde, bu şarkıları hep beraber bangır bangır söyleyip, dans etmek istiyoruz. 

Nostalgia’nın en büyük sürprizi tabii ki Barbie Girl! 90’ların efsane hitini ki gerçekten tiksinirim, alıp bambaşka bir ruhla yepyeni bir şarkıya dönüştürmüşsünüz. Bu cover fikri nasıl ortaya çıktı? 

Haklısın, herkesin bildiği, ama birçok kişinin burun kıvırdığı bir şarkı. Fikir bizim Barbie Girl’ün neşeli müziğinin arkasında karanlık bir hikâye olduğunu düşünmemizle doğdu. Bastırılmış bir kadının hikayesini duyduk ve şarkının sözleri ile melodisini değiştirmeden “Hikâyenin bu kasvetli tarafını nasıl anlatabiliriz?” diye düşününce işler bu noktaya geldi. 

Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’i, ilk solo teklin, ardından grup projen… Öte yandan akademik kariyerin, katıldığın projeler… Her şeyin müzikle ilgili görünüyor. Nedir seni müziğe bu kadar bağlayan?

Ben küçükken “müzik benim en iyi arkadaşım” derdim. Tüm televizyon, radyo listelerini ezbere bilirdim. Oyun oynamam için bana oyuncak yerine teyp ve kaset verirlerdi. Kendi kendime radyo programı ve kayıtlar yapardım. Neyse ki zamanla müziğin yanına başka çok iyi arkadaşlar da ekledim, ama onunla dostluğumuz baki kaldı. O yüzden çok mutluyum. Yine de şunu eklemem lazım: Evet, müzik hayatımın orta yerinde, ama içeride ben kendimi sadece müzikle yatıp kalkıyormuş gibi hissetmiyorum. Yaptığım işler gereği en çok onlar ortada olduğu için öyle bir algı ortaya çıkıyor sanırım. Ben sürekli aynı şeyleri yapınca sıkılan bir insanım. O yüzden dönem dönem farklı ilgilerim hortluyor. Psikolojiye çok ilgi duyan bir insanım, o konuda çok okurum. Son birkaç senedir modern dans öğreniyorum. Son zamanlarda yavaşlamış olsam da koşucuyum, bazen yarı maratonlar koşuyorum. Bir de yemek delisiyim. Vegan tarif kitaplarındaki her tarifi deniyorum.

Farklı dillerde şarkı söylüyorsun. Anadil, müzik ve eğitim konusunda akademik çalışmalar yürütüyorsun. Her lisan başka bir Sezgin’i mi ortaya çıkarıyor yoksa sözün geçiyor mu bu sürece? 

Güzel soru. Sanırım tam tersi. Her Sezgin başka bir lisanı ortaya çıkarıyor. İçimde bir sürü farklı Sezgin var (bence hepimizin öyle). Ben onların sesi olmaya çalışıyorum. Bazen dilleri, bazen anlatım şekilleri farklı. Hepsinin aynı hikâyeyi kendine göre anlatma tarzı var. 

Duygularımı anlamamda müzik dinlemenin ve yapmanın kuşkusuz çok etkisi oldu. Ama benim içime bir taraftan da insanı anlamaya dair büyük bir arzu vardı. Bunun sonucunda okuduğum birçok kitap kafama teorik çerçeveler serptiler. O sayede de müzikte ve sanatımda duygularımı kendime göre doğru yerlere oturtup, onlara şekil verebildim. Kendini gruplara, kişilere, olaylara, sözlere, fenomenlere ait hissetmemenin farklı adlarını öğrenince rahatlayıp, o özgüvenle müziğime de yeni tatlar ekleyebildim. 

Son soruyu da klasik bitirelim, planlardan bahsedelim…

Tabii. Yaşlanıyoruz’a çok güzel bir remix hazırladık. Önümüzdeki aylarda onu çıkarmak istiyorum. Bir de bu karantina sürecinde dünyanın çeşitli yerlerinden müzisyenlerin bir araya geldiği deneysel bir projeye dahil oldum. Onun da ilk meyveleri önümüzdeki aylarda düşecektir. Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’i olarak birkaç sürprizim var, ama ne olduklarını henüz söyleyemiyorum. Bir de deneyimlerime dayanarak arada büyük ihtimal şu an hiç aklımda olmayan, aniden hayatıma girip, kendi kendini doğurtacak yeni şeyler çıkacaktır diye düşünüyorum.

Nostalgia albümü için bazı ipuçları

Açılış şarkısı Ineffable, batmakta olan bir gemide dans etmekten keyif alan ve yüzlerine vuran soğuk suyu içen insanları anlatıyor. Voodoo bir açılma hikayesi. Humming dünya kendisine aksini iddia etse de kendisi olmanın yolunu arayanların, kendi davulunu çalanların ve güçlü kalanların marşı. Nostalgia, adı üstünde hem sevdiğimiz hem de nefret ettiğimiz nostalji takıntımıza adanmış bir şarkı. 

Albümü Spotify’dan dinleyebilirsiniz.

2 Comments

Comments are closed.