Göç ve mülteciler hakkındaki algıyı değiştirmek ve Britanya’yı daha misafirperver bir topluma dönüştürmek için çalışan IMIX‘ten Ahmed Elmi’nin geçen yılki LGBTİ+ Tarihi Ayı’nda kaleme aldığı yazısını Velvele için editörlerimizden Bawer Türkçeleştirdi. Yazının İngilizce orijinali 21 Şubat 2022’de imix.org.uk sitesinden yayımlandı.
Queer göçü yeni bir şey değil
Queer göç yeni bir şey değil. Dünyanın dört bir yanındaki çeşitli LGBTİ+ toplulukları içinde her zaman kültürel ve tarihsel bir norm olagelmiştir ve yüzyıllardır, özellikle Batı toplumunda “queer deneyiminin” önemli bir parçası olmuştur. Popüler kültürde, Bronksi Beat’in “Smalltown Boy”u gibi şarkılarda sayısız kez tasvir edilen “queer göç” ritüeli, Batı’da genellikle söz konusu kişilerin yerel topluluklarında, memleketlerinde veya ülkelerinde yaşadıkları baskıların sonucudur.
Örneğin, “memnuniyetsiz ve ötekileştirilmiş küçük kasaba queer’lerinin büyük şehrin parlak ışıklarına kaçtığı” fikri, kozmopolit queer ekonomisinin çoğu bu tür bir serbest dolaşım üzerine kurulu olduğundan, eşcinsel kent yaşamının önemli bir faktörü olageldi. Tarihsel olarak, LGBTİ+’lar baskıcı kültürel standartlardan, zulümden ve sosyal dışlanmadan kaçmakta, bu da genellikle kendi aileleri de dahil olmak üzere yerel topluluklarına yabancılaşmış hissetmelerine yol açmaktadır. İster daha büyük, queer dostu bir şehre, isterse de kabul görecekleri bir ülkeye olsun, onları göç etmeye iten şey benimsenme, kendileri olabilme ve kendileri gibi düşünenlerle tanışma arzusudur.
Aşağı yukarı son elli yıldır, “serbest dolaşım” ayrıcalığı yalnızca çoğunlukla Küresel Kuzey’de ikamet eden queerlere tanınırken, dünyanın farklı bölgelerinde (örneğin Afrika ve Asya gibi) yaşayanlar, onların kaçma lüksüne sahip olduğu aynı, hatta daha kötü, tehlikeli topluluklara çok daha uzun süre katlanmak zorunda kaldılar. Daha geniş küresel queer topluluğu için, kaçma ihtiyaçları genellikle yasal kısıtlamalar, homofobik göç politikaları, kültürel engeller ve yeni bir ülkeye vardıklarında ırkçı ve LGBTİ+ karşıtı ayrımcılık dahil olmak üzere birçok engelle karşılaşıyorlar.
Şiddet ve zulümden kaçmak
Sıklıkla sığınma talebinde bulunan veya Batı’ya göç eden LGBTİ+’ların birçoğu kendi ülkelerinde LGBTİ+ oldukları için son derece ağır cezalarla karşı karşıya kalıyor. Örneğin, eşcinsel ilişkilerin yasalara aykırı olduğu ve ömür boyu hapis ile cezalandırıldığı Uganda’da, insanlar şiddet ve yargısız infazın yanı sıra çeteler tarafından öldürülme riskiyle de karşı karşıyalar. Eşcinselliğin yasal olarak ölümle cezalandırılabildiği ve eşcinsellerin hedef alındığı İran’da, yakın zamanda bir eşcinselin aile üyeleri tarafından “namus cinayetine” kurban gitmesi manşetlere taşındı. Çeçenistan’da yetkililer ülkeyi eşcinsellerden “temizlemeyi” kendilerine görev edinmiş durumda. 2017’den bu yana eşcinselleri kaçırmak, sorgulamak ve ifşa etmek için hükümet destekli bir şiddet kampanyası yürütülüyor. Jamaika’da, sömürge döneminden kalma “eşcinsellik karşıtı” yasalar toplumun genelinde eşcinsellere yönelik nefret ve şiddeti körüklüyor. Bu arada Taliban Afganistan’da LGBTİ+’ların yaşamlarını tehdit etmeye devam ediyor.
Ve bu böyle, ülke ülke devam edip gidiyor. Aslında bunlar Addis Ababa’dan Çengçou’ya kadar dünyanın dört bir yanında LGBTİ+’lara karşı işlenen sayısız zulmün sadece bir kısmı. Uluslararası Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks Derneği’ne (ILGA) göre, eşcinselliğin halen yasadışı olduğu 69 ülke bulunmakta ve bu ülkelerin yaklaşık %70’ini Britanya Krallığı’na bağlı İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleri oluşturuyor. Eşcinsellere yönelik düşmanlığın kısmen din, sömürgecilik, toplumsal cinsiyetle ilişkili kültürel normlar ve/veya kapsayıcı bir Batı karşıtı ideolojiden kaynaklanıp kaynaklanmadığı iddia edilebilse de, bu tartışmayı başka bir zamana saklamak en iyisi. Ancak sebebi ne olursa olsun, gerçek şu ki, bu insanların birçoğu çok aşırı ve tehlikeli koşullar altında yaşıyor ve uluslararası toplumun yardımına ve daha da önemlisi güvenli bir yere ulaşmaya ihtiyaçları var.
Birleşik Krallık’ta sığınak arayışı
LGBTİ+ olmayı sığınma talebinde bulunmak için sağlam bir neden olarak kabul eden sadece birkaç ülke var, Birleşik Krallık da bunlardan biri -ancak bu, sürecin zorlukları olmadığı anlamına gelmiyor. Bu ülkedeki iltica sistemi, cinsel yönelimleri veya cinsiyet kimlikleri ne olursa olsun çoğu insan için yorucu bir mesele, ancak Britanya devletinden güvenli koruma talep eden LGBTİ+ mülteciler söz konusu olduğunda, kartlar genellikle onlara karşı dağıtılıyor. Örneğin, queerlerin iltica talebinde bulunduklarında tabi tutuldukları prosedürler hakkında, eşcinsel olup olmadıklarını anlamak için yapılan aşağılayıcı “testler” de dahil olmak üzere, eşcinsel erkeklerin “gösterişli” olmalarının, bazı durumlarda cinselliklerini anlamanın güvenilir bir yolu olarak kullanıldığına dair çok sayıda rapor bulunuyor. LGBTİ+ sığınmacılar söz konusu olduğunda sistemde bir “inançsızlık kültürü” olduğu söylenmekte; zira her on sığınmacıdan dördü başvurularının lezbiyen, gey, biseksüel ya da trans olduklarını ya da kaçmadan önce hayatlarının tehlikede olduğunu “kanıtlayamadıkları” gerekçesiyle reddedildiğini anlatıyor. Bu standartlara göre, hiç evlenmemiş ya da çocuk sahibi olmamış bekar bir heteroseksüelin aslında heteroseksüel olduğunu nasıl kanıtlayacağını merak ediyorum doğrusu.
Queer sığınmacılar vardıkları ülkede genellikle gözaltı merkezlerine, otellere ve diğer dağınık geçici konaklama merkezleri yerleştiriliyor ve burada sıklıkla artan homofobi ve istismarla karşı karşıya kalıyor, bazı durumlarda hayatlarından ve güvenliklerinden endişe ediyorlar. Galler’de LGBTİ+ sığınmacıların %92’si, taciz ve ayrımcılık korkusuyla, barınma başvuruları sırasında cinsel yönelimlerini açıklamak konusunda kendilerini rahat hissetmediklerini anlatıyor. İçindeki ırkçı ve zalim politikalara rağmen, yeni Vatandaşlık ve Sınırlar Yasa Tasarısı’nın LGBTİ+ sığınmacılar için farklı etkileri var. Örneğin 31. Madde uyarınca, “ispat standardı” yükseltilmiş olup, sığınma talebinde bulunan queerler, queerliklerini ispatlayan, gerçekten tehlikede olup olmadıklarını ve sığınma hakkı verilmesi gerekip gerekmediğini belirleyen “özellikleri” göstermek zorundalar. Bu elbette son derece sorunlu bir durum çünkü LGBTİ+ olmanın sadece belirli bir tavırla teyit edilen bir “eylem” olduğunu ima etmekte. Bu durum, talep sahipleri için uzun vadede sadece kırıcı ve duygusal olarak zarar verici değil, aynı zamanda kendi içinde de çok baskıcı.
Güvenlik bir insan hakkıdır
Kişinin kendi ülkesindeki baskıcı rejimlerden, zulümden ve şiddetten kaçmasının her zaman ev sahibi ülkenin ona kucak açmasıyla sonuçlanmayacağı üzücü bir gerçek, ancak Birleşik Krallık iddia ettiği kadar hoşgörülü bir toplumsa, sığınmacılara kıyılarımıza vardıklarında çok özledikleri haysiyet ve saygıyla davranması iyi olacaktır. Yasal korumanın ötesinde, queer mültecilerin müttefik olarak Britanya toplumunda daha büyük bir desteğe ihtiyaçları var. Özellikle de Britanyalı LGBTİ+ kardeşlerinin de desteğine de elbette. Kısa bir süre önce, tam da bu ülkede, LGBTİ+’lara karşı benzer zulümlerin işlendiği kolayca unutuluyor. Ve LGBTİ+ topluluğuna, yerel topluluklarının kötü muamelesinden kurtulmalarını, kendileri gibi düşünen diğerleriyle bağlantı kurmalarını sağlayan ve kendilerini tam olarak ifade edebilecekleri yerlere götüren şeyin serbest göç (iç veya başka türlü) olduğunu hatırlamakta fayda var.
LGBTİ+ sığınmacılar ve mülteciler de aynı şeyi umuyorlar: güvenli ve insanca bir hayat yaşamak. Korunduklarını ve güvende olduklarını hissettikleri, kendilerini istedikleri gibi ifade etme ve istedikleri kişiyi sevme hakkına sahip oldukları hayatlar. LGBTİ+ Tarih, Ayı sona ererken, (hem iç hem de uluslararası) göçün yüzyıllardır queer anlatının hayati bir parçası olduğunu (uzun süre devam edecek olsa da) ve her bireyin hayatlarını tehdit eden koşulları terk etme ve sadece kendisi olmaları sözümona “suçu” nedeniyle zulüm görme korkusu olmadan güven içinde yaşayabilecekleri yerlere gitme hakkına sahip olduğunu hatırlamak önemli.
Görsel: “Queer in time of a forced migration” adlı animasyon serisinden.
