“Queer bize hayattaki her şeyi biricik bir yaşantı olarak düşünmeyi öğretir, yani birbirimize özen göstermeyi”

PİNHAN Yayıncılık’tan çıkan Queer Yazıları, Türkiye’deki queer tartışmalarına katkı sunmak amacıyla tasarlandı. Kitapta; felsefe, antropoloji, psikanaliz ve edebiyat gibi birçok disipline dair Türkiye’den ve dünyadan incelemeler yer alıyor. Bu değerli çalışmaya katkı sunanlar arasında Judith Butler, Alev Özkazanç, Greta Gaard, Zeynep Talay Turner, Ellen Lewin, Natasha Hurley, Sevcan Tiftik, Gregory Woods ve Ezgi Sarıtaş gibi isimlerin yanı sıra Velvele editörlerinden İlker Hepkaner de bulunuyor.

Editörlerimizden Fulden, bu değerli çalışmanın mimarı Ulaş Bager Aldemir ile görüştü. 

Öncelikle kitap hayırlı olsun, queer tartışmalar için çok önemli Türkçe bir kaynak olmuş. Queer Yazıları nasıl bir boşluğu doldurmaya talip? 

Queer, her şeyden önce bir dünya görüşü. Dolayısıyla queer’i yerli yerine oturtabilmek için Batı Felsefesi, Uygarlık Tarihi, antropoloji, sosyoloji ve gibi birçok disiplin ve konuya dair fikir sahibi olmak gerekiyor. Sanırım postyapısalcı düşüncenin başına gelen en kötü şey, gelenekle uzun soluklu bir polemiğin eksikliği. Bu, kuşkusuz ki postyapısalcılığın kendisinden kaynaklanmıyor. Foucault’nun ya da Derrida’nın hesaplaşmaya çalıştıkları düşünce sistemlerine dair birincil kaynaklara uzanan okumalar yaptıkları ortada. Fakat postmodernizm, sosyal bilimler için akademik bir modaya dönüştükçe, eleştirel yaklaşılan “geleneksel” düşünce sistemleri bir kenara itildi ve ötesi berisi düşünülmemiş, deyim yerindeyse sloganlardan ibaret fikirler dolaşıma girdi. Herkes Spinoza’yı, Deleuze’den ya da Ulus Baker’den okuyor örneğin ama kimsenin aklına Spinoza’yı kendisinden okumak gelmiyor. Şuraya varmak istiyorum; Queer Yazıları’ndaki metinler, birçok disiplinle queer arasındaki etkileşimi görünür kılarak bizi uzun soluklu bir diyaloğa davet ediyor. Judith Butler’ın yazısındaki fenomenolojik referanslar bile, queer teorinin zenginliğini anlamak açısından yeterli. Benim amacım, queer’in, çeşitli disiplinlerle bağını yeniden görünür kılarak sadece queer olmadığını hatırlatmaktı.

Türkiye’de queer teoriye ilişkin oldukça hararetli tartışmalar yaşanıyor ve kitaptaki güncel ve Türkçe metinlerin bu tartışmalara büyük katkısı olacağı şüphesiz. Queer Yazıları’nda çevirilerin yanı sıra, yeni araştırmalar da yer buluyor. Disiplinlerarası bir bakışla hazırlanmış bu kitap, hangi alandan yazılara yer veriyor?

Queer Yazıları’nda felsefe, psikanaliz, ekoloji, popüler kültür, Osmanlı Araştırmaları ve edebiyata varana değin, birçok alandan incelemeler yer alıyor. Bazı yazılar daha önce İngilizce olarak yayımlanmış olsa da yazıların tümü bu kitap vesilesiyle Türkçe olarak yayımlandı. Kitapta; performans, inşa, psikanalizin Butler düşüncesindeki yeri, faillikleri de mümkün kılan “sakar” bir ilişkiler ağı olarak iktidar, Spinoza’nın olanakları, sömürgecilik, doğaya karşı şiddet ve beden üzerindeki heteronormatif tahakküm biçimlerinin koşutluğu ve queer ile ekofeminizm arasındaki kesişimsellik, queer imgelerin Türkiye’deki popüler kültürde nasıl yer edindiği, edebiyattaki queer temsillerin önemi, bunun şiirdeki karşılıkları ve Osmanlı’nın queerleştirilmesi gibi birçok başlık mevcut.

Kaleme aldığınız önsöz, trans, non-binary ve ikili cinsiyet sisteminin dışındaki özneleri insandışılaştıran bu söyleme cevaben, kitabın meramını şöyle anlatıyor: “Cinsiyet bir yalan olabilir ama bu yalanı yaşamak zorunda kalan insanlar gerçektir.” Kitap, queer teorinin dünyayı ele alış biçimine ilişkin neler söylüyor?

Queer, sadece cinsiyet meselesini anlamak için değil, aynı zamanda dünyayı yorumlamak için de bir ufuk sunuyor bize. Queerin temel olarak bir inşa teorisi olduğunu söyleyebiliriz: Bu teoride insan iktidarın tarihsel ve akışkan ilişkiler içerisinde ürettiği içkin ve toplumsal bir yapıntıdır. Gelgelelim queer, tam da bu minvalde bir rasyonalite, evrensellik ve özne eleştirisine dönüşür. Yani aslında postmoderniteden ya da bir başka deyişle postyapısalcılıktan beslenen Neo-Nietzscheci bir dünya görüşüdür söz konusu olan. Ben potsmodernizmle ihtilaflı biri olsam da büyük anlatıların eleştirisinin moderniteyi anlamak ve zenginleştirmek açısından faydalı olacağını düşünüyorum. Tam bu noktada bir sonraki sorunuza el uzatarak şunu söyleyebilirim: Queer’in postmodern köklerinden ziyade, kategorilerimizin kırılganlığına dair yaptığı vurguyu daha çok önemsiyorum ve queer’i, Ortaçağ nominalizmini andıran felsefi bir yaklaşım olarak yeniden yorumluyorum. Kitapta ise, queer’in birçok tarihsel ve güncel gerçeklikle nasıl diyalog kurabileceğini görüyoruz. Popüler kültürden ekolojiye varana değin queer bütün dünyaya dikkat kesiliyor.

Queer Yazıları, queer teori “biyolojik cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrışmasına meydan okuduğu için feminizmin dışında konumlandırılmasına itiraz ediyor aynı zamanda. Feminizmin cinsiyeti tarihsel ve kültürel bir olgu olarak kavraması dolayısıyla queer teori ile çatıştığı kadar, onu beslediği yerlere de dikkat çekiyor. Özellikle trans dışlayıcı feminizmin yükseldiği son yıllarda, feminizm ve queer ilişkisini tartışmak çok hayati. Kitap, feminizm ile queer teori arasındaki ilişkiyi nasıl ele alıyor? 

Evet, bu soruyu özellikle önemsiyorum çünkü queer bana göre feminizme yönelik radikal ve yapıcı bir eleştiridir. Toplumsal cinsiyete dair klişe; insanların bir biyolojik cinsiyeti olduğu toplumsal cinsiyetin ise bu biyolojik cinsiyete atfedilen tarihsel, toplumsal ve elbetteki patriyarkal bir atıflar bütünü olduğudur. Queer ise, bizzat biyolojik bedenin kendisinin toplumsal ve ideolojik bir şebeke içerinde üretilmiş tarihsel bir şey olduğunu iddia eder. “Kadın doğulmaz, kadın olunur” tespitinin yoğunlaştırılmış bir ifadesidir bu. Gelgelelim, feminizmin her dalgası biyolojik bedeni bir olgusallık olarak görmüyor. Fakat mesele sadece biyolojik bedeni bir olgusallık olarak görmekle ilgili değil, (insanın) cinsiyet(ten) özgürleşmesi mücadelesinin siyasal öznesini nasıl kavradığımız da çok önemli. İlk dalga femimizmler, siyasal özneyi kadın kategorisi üzerinden tahayyül etmiş; sonrasında ise etnik, ulusal, sınıfsal gibi farkların kızkardeşliği kesintiye uğratabileceği ve en nihayetinde de patriyarkanın aynı zamanda bir heteropatriyarka olduğu anlaşılmıştı. Dolayısıyla sadece biyolojik bir özdeşliğin değil, aynı zamanda siyasal bir özdeşliğin de olmadığı ortaya çıktı. Bu şu demektir; kadınlar kategorisi nasıl ki biyolojik bir olgusallıktan köklenmiyorsa aynı şekilde mutlak bir siyasal özdeşlik de arz edemez. Ama queer, bunu sadece cinsiyet dışındaki değişkenlerin özneyi kesintiye uğratmasıyla açıklamaz çünkü halihazırda kullandığımız tümel kavramlar, birer boş gösterendir. Toplumsal ve tarihsel olarak üretilmiş konserve etiketlerdir. Yani cinsiyet bir yalandır. Tabii bu Butler’ın da değindiği, bedenin maddeselliğinin bütünüyle inşa edilip edilmediği, biyolojik olgusallığımızın bütünüyle tarihsel olup olmadığı tartışmasından bağımsız düşünülemez ve bu tartışmayı tüketmek bir hayli güçtür. Fakat bu açmazdan kurtulmanın yolu, queerin sadece bir inşa teorisi değil aynı zamanda bir dil teorisi olduğunu yeniden hatırlamaktır. Yani aslında kadın, erkek, hatta ağaç, masa ve gibi kavramların analitik ve mutlak karşılıkları yoktur; bu kavramlar Wittgenstein’ın deyişiyle dil oyunları içerisinde “hayatımızı sürdürmemizi” sağlayan birer trafik işaretidir sadece. Ben tam da bu bağlamda Ortaçağ nominalizmiyle queer arasında felsefi bir diplomasi tesis etmekten yanayım. Queeri retrospektif bir şekilde düşünmeliyiz çünkü Abelardus’tan Roscelin’e uzanan kavram şüpheciliği geleneğinin yapısökümü bizi queere götürecektir ya da bir başka deyişle queer bizi, sadece Ortaçağ’ın değil aynı zamanda Antik Yunan’ın da derinliklerine çeken köklü bir dünya görüşüdür.

Trans dışlayıcı feminizm queerin hem kavramlara yönelik eleştirisini hem de inşa edildiğimize dair iddiasını tersinleyen, her zaman biyolojik özcülüğe savrulmasa da deneyim şovenizminden beslenen seksist bir tuzaktır. Örneğin trans bir kadının daha önceden bir “erkek” olduğu ya da “erkeklik tecrübesi”ni yaşadığı ve gibi “argümanlar” öne sürerek söz konusu kişinin “kadınlığını” müphemleştiren ve şiddeti aklayan bir yaklaşımdır bu. Evet, cinsiyet bir yalan olsa da bu yalanı yaşamak zorunda kalan insanlar gerçektir ve bir takım cinsiyet prosedürlerine tâbidir ama bu tâbiyet ilişkileri akışkandır ve indirgenemez. Queer bize hayattaki her şeyi biricik bir yaşantı olarak düşünmeyi öğretir, yani birbirimize özen göstermeyi… 

PINHAN Yayıncılık’tan çıkan Queer Yazıları‘ı satın almak için tıklayın.

Author