Dipnot Yayınları, Susan Stryker ve Stephen Whittle’ın derlediği “Trans Çalışmaları: Cinsiyet ve Bilim“i Türkçe okuyucularıyla buluşturdu. Bir üçlemenin ilk cildi olan bu kitap, dünyada Trans Çalışmalarının ortaya çıkışı ve gelişiminin bir izleğini Türkçeye taşıyor. Bu yanıyla Türkiye’de akademik birikim yok sayılarak yapılan trans dışlayıcı söylemlere karşı verilen mücadeleye fevkalade önemli bir katkıda bulunuyor. Kitabın çevrildiği haberini aldığım ilk günden beri kitabın çevirmeni akademisyen İlkay Özküralpli’nin mesaj kutularını aşındırıyordum. Kitabın -nihayet!– çıkmasıyla birlikte hem kendisiyle hem de çeviride İlkay’a oldukça yardımcı olduğunu bildiğim, redaktör Aslı Koruyucu’yla kitap hakkında email yoluyla konuştum. Ben sordum, İlkay ve Aslı anlattı. Konu kitabın akademik önemine, çeviriyi ve düzeltmeleri yaparken ne kadar titiz davrandıklarına, bu titizliğin akademik ve politik nedenlerine ve kitabın Türkiye’deki trans mücadelesine yapacağı olası katkılara geldi. Transfobiklere “Bunu size defalarca anlattık ama…” diye başlayan isyanlarımıza artık “düşüncenizin ne kadar akademik ve bilimsel birikimden uzak olduğunu gösteren bir sürü kaynak Türkçede de var, buyrun okuyun.” diye bir ekleme yapabilecek olmak beni çok sevindiriyor. Herkese iyi okumalar.
Sevgili İlkay ve Aslı, öncelikle uzun zamandır emek verdiğiniz bu kitabın okuyucuyla buluşması konusunda sizleri tebrik etmek isterim. Dilerseniz en başından başlayalım. Bu projeye nasıl dahil oldunuz?
İlkay: Eylül 2020 gibi Dipnot Yayınları Feryal Saygılıgil’i arıyor, LGBTİ+ alanında eksiği olduğunu ve bu alanda bir şeyler basmak istediğini söyleyerek. Feryal Hocam da queer teori çalışma alanlarım içinde olduğu için beni arayıp ne önerirsin diye sordu. Bu dönem aynı zamanda özellikle sosyal medyada TERF tartışmalarının öne çıktığı bir dönem. Ben de izlemesi bile yıpratıcı bu tartışmalardan kendi adıma en iyi bildiğim şeyi yaparak, yani okuyarak uzak kalmaya çalışıyordum. Sandy Stone’un “Post-Transseksüel Manifestosu”na (ki derlemenin ikinci kitabında okuyacaksınız) gözümü dikmiş, hatta ufaktan da çevirmeye başlamıştım. Böylece The Transgender Studies Reader I’ı önermiş oldum. Bir çılgınlık yapıp çeviririm de dedim. Çılgınlık çünkü tam zamanlı bir çevirmen değilim; dersler, kendi çalışmalarım falan derken biraz pandemi sebebiyle eve hapsolmuş olmama güvendim. Bir de açıkçası bir akademisyen olarak derdim olan konularda çeviri yapmanın bir sorumluluk da olduğuna inanıyorum. Çeviriyi bitirmeme yakın redaktör arayışına girdik ve Aslı’yı bulduk, iyi ki! Redaktör çeviriyi okunabilir hale getiren isimdir aslında, biz emeğini pek görmeyiz. Üstelik bu metinlerin okunabilir olmasından öte kavramsal açıdan ciddi bir politik yükü de vardı. Aslı, sağolsun, omuz oldu, akıl oldu bana. Düzeltmekle kalmadı, benimle birçok kez saatlerce bir kavram için ekran başında tartıştı. Yorucu şüphesiz ama bir o kadar da öğretici ve zevkliydi.
Aslı: Açıkçası bu metin öncesinde çeviri veya redaksiyonunu üstlendiğim metinler büyük çoğunlukla cinsiyet ve cinsellik konularından uzaktı fakat bir yandan da trans göç ve trans erkeklikler üzerine akademik araştırmalar yürütüyordum. Tam yaptığım işleri nasıl birbirine yakınlaştırırım diye dertlenirken, İlkay’ın Trans Çalışmaları çevirisi için redaksiyon yapacak birini aradığını öğrendim ve sürece böyle dahil oldum. Aslında ilk iletişime geçtiğimizde İlkay derlemede yer alan tüm metinleri hâlihazırda çevirmişti. Öncelikle Türkçe baskıya kavram şablonu ya da terimler sözlüğü gibi bir bölüm eklemek istedik fakat metinlerin her biri farklı zaman ve alanlardan konuştuğu için bu şablona her zaman bağlı kalamayacağımızı fark ettik. Dolayısıyla da İlkay’ın söylediği gibi oldukça uzun süren ve tek tek metinlere odaklandığımız birçok çevrimiçi buluşmamız oldu. Uzaktan da olsa sürekli dirsek temasında çalışmak ve hem metinlerin dilini hem de yazıldıkları tarihleri İlkay ile birlikte tekrar tekrar tartışıp ele almak kendi adıma çok öğretici ve üretken bir süreç oldu.
Kitabın Türkçe baskısına kitabın editörlerinden Susan Stryker bir önsöz yazdı. Bunun önemi hakkında ne söylemek istersiniz?
İlkay: Susan Stryker’a teşekkür ederek başlayayım. Çeviriden bahsedip böyle bir önsöz isteyeli iki sene falan oluyor aslında. Bayağı da teslim tarihi için sıkıştırdım kendisini ama iki sene geçti neredeyse üstünden 🙂 Kırmadı kısa da olsa bir şeyler karaladı tüm yoğunluğunun arasında. Bu, bugün Türkiye akademisinde çok rastlamadığımız bir nezaket biçimi maalesef. Neden önemli? Çünkü Trans Çalışmaları alanının önde gelen isimlerinden biri, “Bu Türkçeye çevrilse n’olur?” demiyor. Türkiye’deki trans mücadelesine omuz vermiş oluyor, emeğimizi tanıyor. Bir dayanışma biçimi benim açımdan, bu yüzden önemsiyorum.
Stryker’ın önsözünü İlkay senin “Türkçe Literatürde Trans Çalışmalarının İmkanı ve Trans Sorusu Üzerine” başlıklı giriş yazın takip ediyor. Bu giriş yazısının ilk kısmında Türkiye’deki trans çalışmalarının belirli dönem noktalarını yakalamaya çalışıyorsun. Bu izlekte bu kitabı nereye koyabiliriz?
İlkay: Buna cevap vermek için neden böyle bir işe giriştiğimi biraz açıklamam gerekir. Şimdi bu giriş yazısı aslında çeviri notuydu. Orada taradığım 70’e yakın Türkçe kaynağın çoğu benim halihazırda okuduğum, çalıştığım kaynaklar. Çeviriyi yaparken sıklıkla, özellikle de kendi çevirilerinde yaptıkları kavram tercihleri açısından bu kaynaklara geri döndüm ama bu sefer Trans Çalışmaları odaklı bir okuma yapıyordum. Okuduklarımın yanına yenileri eklendi zamanla ve gördüm ki burda ciddi bir kaynakça var Trans Çalışmalarına dair. Zaten kitabın editörleri her makaleyi girişlerinde iki-üç paragrafla özetleyip değerlendiriyordu; dolayısıyla benim makalelerle ilgili ek olarak bir şey söylememe gerek yoktu. O yüzden bu tarihsel birikimi ön plana çıkarmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. Hiçbir işe yaramasa bu yazının kaynakçası “Trans Çalışmalarında bir Türkçe literatür var ve uzun zamandır da burada” diyor. Şüphesiz eksikleri var ve eminim alanda çalışan arkadaşların katkılarıyla da genişleyecektir. Bu kitap da dolayısıyla bu tarihsel güzergahın her tarafına yayılmış durumda. Yani kapı bekçilerinin özellikle tıp biliminde nasıl ortaya çıktığını, sonrasında trans fenomenlerin eşcinsellik çalışmaları, cinsel yönelim başlığı, queer teori ve feminizm ile nasıl ilişkilendiğini ya da ilişkilenemediğini, deneyim anlatılarının önemini tek tek kat eden bir sürü makale okuyacaksınız. Zaten trans çalışmaları için tüm bu çeşitliliğiyle başucu kitabı olmuş bir derlemeden bahsediyoruz, tek farkı şimdi artık Türkçede.
Aslı: Ekleyebileceğim tek şey, kitabın Türkçe çevirisini okuyacak herkesin İlkay’ın giriş yazısıyla başlamasını öneriyorum 🙂

İlkay’ın giriş yazısında çeviri sırasında yapılan çeşitli tercihlerin argümanları mevcut. Mesela sex’i “biyolojik cinsiyet” ve gender’ı “toplumsal cinsiyet” olarak neden çevirmediğinizi anlatılıyor. Bu tip kararları nasıl aldınız? Bu süreç sizlerin çeviriye yaklaşımınızdan nasıl beslendi?
Aslı: İlkay’ın giriş yazısı bu tercih ve kararların zorluğunu açıkça ifade ediyor aslında. Fakat tüm bu süreçte biyolojik/toplumsal ayrımının ne kadar sorunlu olabileceğini tekrar tekrar hatırladık ve tartıştık. Amacımız bu ayrımı besleyen söylemleri Türkçede tekrar üretmeden, çeviri aktivizmi çabalarının bir parçası olarak “sex” ve “gender” kavramlarını birbirine yakınlaştırarak ve hatta birbiri yerine kullanılabilir şekilde düşünerek yalnızca “cinsiyet” kelimesini kullanmaya özen gösterdik. Yalnızca bu ayrım üzerinde özellikle duran metinlerde biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını kullandık. Bazı noktalarda Deniz Gedizlioğlu’nun KaosGL için hazırladığı Çeviri Sözlüğü’nden ve çok sayıda gönüllü çevirmenin kolektif emeği olan “Transfeminist Metinler Ağı” havuzundan faydalandık. Dürüst olacağım, bazı metinlerde kavram kullanımlarına ve tercihlerine dair niyet okuması da yapmak durumda kaldık. İlkay ile birlikte aynı metinlere tekrar tekrar geri döndük ve aslında bazı kavramların İngilizceden çıktığı anda başka anlamlar kazandığını, toplumsal anlamını yitirebildiğini kendimize ve birbirimize hatırlata hatırlata ilerledik.
İlkay: Aslı süreci çok güzel anlatmış zaten. Ben şunları ekleyeyim, belki biraz da tekrara düşerek… Şimdi bu ilk metinlerde göreceksiniz çoğunlukla “sex” kullanılıyor. Ben buna biyolojik cinsiyet diyemem çünkü henüz o metnin yazıldığı dönemdeki tartışmaların büyük kısmında belirgin bir sex/gender ayrımı yok. Dahası bu metinler tam da bu ayrımın nasıl “üretildiğini” ifşa eden metinler. Yani cinsiyeti, biyolojik öğeler üzerinden inceliyor ama onu toplumsal olarak inşa ediyor. Gender, bu biyolojik olanın cinsiyetle ilişkisindeki yetersizlikten geliyor bir bakıma. Demek ki en başından beri mesele toplumsaldı. Ama Türkçede bu kavramlara karşılık önerilen biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti her kullandığımızda aslında toplumsal olmayan bir cinsiyet varmış imasında bulunuyoruz. O yüzden, eğer doğrudan sex / gender ayrımından bahsetmiyorsa, gender’ı da cinsiyet olarak çevirdik; bu yüzden de bu ilk kitabın alt başlığı “Cinsiyet ve Bilim.” Çünkü cinsiyet toplumsaldır. Toplumsal cinsiyet, eğer varoluşun biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımının açtığı yarıkta kaybolmuyorsa ancak sorunsuz addedilebilir. O yüzden, bu na-trans epistemolojinin ürünüyle hesaplaşmamız gerekir. Ama ben inanıyorum ya da inanmak istiyorum ki bir gün gelecek metinlerimizde neden toplumsal cinsiyet değil de cinsiyet kullandığımızı artık açıklamamız gerekmeyecek.
Aslı sen akademik kariyerine Almanya’da devam ediyorsun. İlkay sen de akademik kariyerinin en başından beri Türkiye’desin. Birlikte çalışırken Almanya ve Türkiye’deki akademik tartışmalar ve gelişmelerden nasıl beslendiniz? İki ülke arasında Trans Çalışmaları açısından ne tip benzerlikler ve farklılıklar var?
Aslı: Şöyle başlayayım o zaman, transların da Trans Çalışmalarının da Almanya’daki akademi içerisinde henüz önemli bir görünürlük kazanmış olduğunu düşünmüyorum. Almanya’daki akademi güncel olarak “çeşitlilik” ve “kapsayıcılık” kavramlarına takılmış durumda. Fakat bu kavramlar tartışılırken gözden kaçırılan çok fazla mesele ve gerçeklik var. Misal, Trans Çalışmaları derslerinde Kuzey Amerika ve Avrupa dışından akademik metinler ya da sanatsal üretimler yoğun bir ilgi görüyor fakat böyle bir derste neden ırkçılık, sömürgecilik, sınıf ya da göç gibi konu başlıkları olduğunun sorgulandığına da sıklıkla tanık oluyorum ki aslında aktivizm de biraz böyle işliyor; bir tür çeşitlilik havuzuna atılıyor ve parlatılıyorsunuz ama aslında orada sizi ne gören ne duyan var 🙂 Öte yandan Türkiye’de, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları gibi bölümlerden çok sosyal ve beşeri bilimlerin, idari ve iktisadi bilimlerin neredeyse her dalında Trans Çalışmalarının büyük zorluklarla da olsa yürütüldüğünü görebiliyoruz. Bu durumun akademide kesişimselliklere daha açık alanları mümkün kılabildiğini düşünüyorum. Yıllardır sonu gelmeyen ve bilhassa akademi içerisinde varlığını sürdüren trans dışlayıcı feminizm ile de trans aktivizminin yanı sıra akademideki bu imkanlılıklar aracılığıyla mücadele etmenin önemli olduğuna inanıyorum. İlkay’la çalışırken aslında bu kitapta bu açılardan oldukça sorunlu bazı metinlerin neden yer aldığını anlamaya çalıştık. Bunların bir kısmının Türkçe baskıda yer almasının anlamını ve gerekliliğini tartıştık. Orijinal derlemede Stryker ve Whittle’ın her bir metin için yazdığı (gerektiğinde oldukça eleştirel) açıklayıcı bölümlerin bu sorularımıza cevap olduğunu fark ettik ve orijinal metnin tercihlerine elimizden geldiğince müdahalede bulunmamaya gayret ettik.
İlkay: Hem akademide hem de akademi dışında trans aktivistlerin mücadelesi şüphesiz en büyük ilham kaynağım. Ben akademisyenin meselesinin “benim derdim ne?”den “benden ne isteniyor?”a dönmüş olduğu bir akademide “yetişiyorum” diyelim. Ama yine de derdini koltuğunun önüne koyma cesaretini göstermiş, akademiyi slayt okumanın ve proje yazmanın ötesinde eyleyebilmiş, trans mücadelesini akademiye taşıyan ya da bu mücadeleyle dirsek temasında çok değerli isimler var bu alanda, isimlerini zikretmeye çalıştım önsözde ama eksik bıraktığım mutlaka vardır. Onlardan da sizin aracılığınızla özür dilerim. Aslı da bu kıymetli isimlerden biri, benim en büyük şansım oldu bu süreçte. Çok şey öğrendim, daha da öğreneceğim umarım “yeter artık düş yakamdan” demezse 🙂
Bu kitapta yer alan makalelerin Türkiye’deki feminist ve LGBTİ+ mücadelelerine ne gibi katkıları olabilir?
Aslı: Her coğrafyanın kendi içerisinde gelişen feminist, queer ve trans hareketlerin tarihlerine tek tek bakmanın bize güncel mücadele ve dinamikleri kavramamızda rehberlik ettiğini düşünüyorum. Elbette bu tarih ve hareketler birbirlerinden etkileniyor fakat gelişip ilerleme yolculukları ile mücadelelerin yöntem ve dillerindeki biriciklikler farklı kesişimsellikleri fark etmemizde ve odağımızı belirlememizde bize yardımcı oluyor. Bu açıdan baktığımızda soruyu şöyle de sorabiliriz: “Seneler sonra neden bu metinlerin Türkçe çevirisine ihtiyaç duyalım?”
Trans Çalışmaları, tek başına akademi içerisinde kalmış ve feminist, queer ve trans hareketlerin, aktivizmlerin sesinden uzak gelişmiş bir disiplin değil. Bu kitapta yer alan metinlerin önemli bölümünde de çeşitli aktivizmlerin, sosyal hareketlerin ve (bilhassa tıbbi ve hukuki) kurumların trans öznellikler ve bedenler ile ne tür (çoğu sorunlu) etkileşimler halinde olduğunu gösteren, aynı zamanda da cinsiyet ve cinsellik tartışmalarına yön vermiş tarihsel anlatılar yer alıyor. Hem belirli feminist hareketlerde hem de devlet politikalarıyla kolayca biçim ve yöntem değiştirebilen kurumlar içerisinde transların ve translığın mevcudiyetinin bela olarak görüldüğünü biliyoruz. Bu belayı çıkarmak ya da daha doğrusu bu alanlara bela olmak, trans hareketinin en önemli gündemlerinden biri olmayı maalesef ve iyi ki sürdürüyor. Bu farklı zaman ve coğrafyalarda gelişen mücadele ve baş etme biçimlerinin de birbirlerine ilham olduğunu, mücadeleyi sürdürebilmek için yaratıcı alanlar açıp birbirlerini beslediğini düşünüyorum. Türkiye’deki feminist, queer ve trans hareketlerin bu mücadelelerden azade şekilde ilerlediğini söyleyemeyiz. Bu açıdan Türkiye’de ve belki başka her yerde dönem dönem tekerrür eden transfobik ve trans dışlayıcı söylem ve eylemlerin karşısında mücadele verirken tarihe not düşülmüş bu metinlerde ilham bulabileceğimize inanıyorum.
İlkay: Trans çalışmaları alanının bağımsız gelişimine katkı sağlayacaktır şüphesiz. Dahası, mevcut tüm cinsiyet çalışmalarının cinsiyeti anlamlandırma biçimlerine de oldukça radikal sorular yönelttiğini düşünüyorum. Eğer duymayı becerebilirsek trans deneyimini / varoluşunu bir sorun olmaktan çıkarıp, bir soru olarak okuduğumuzda reaksiyoner tartışmalardan sıyrılabileceğimiz verimli topraklar ve ittifak imkanları var bence burada. Ama bu sadece teorik bir imkan değil şüphesiz, translar için aynı zamanda yaşanabilir yaşamların imkanı bu. Azımsamayalım imkan diye, Hande Kader’in tecavüz edilerek öldürülüp yakılmaması imkanından bahsediyorum aslında. Bu hepimizin sorumluluğu, o yüzden trans mücadelesinin yanı sıra ittifaklarımızı da besleyeceğini düşünüyorum. Ya da umut ediyorum diyelim…
Not: “Trans Çalışmaları: Cinsiyet ve Bilim“i satın almak burayı tıklayabilir ya da en yakın kitabevinden temin edinebilirsiniz.