6 Şubat 2023 depremlerinin ardından yaşadıklarımız pek çoğumuzu tarifi olmayan bir acı, çaresizlik ve yalnızlığa sürükledi. Öfke, üzüntü, suçluluk gibi hisleri kayıtsızlık ve isyan takip etti. Velvele editörleri olarak tüm bunların ortasında bir işe yarama, bir derde derman olma isteği duysak da neyin ucunu nasıl tutacağımızı kestiremedik; depremle ilgili işlevsel olacağını düşündüğümüz birkaç içerik hazırladık ancak sonrasında, uzun bir süre, bir şey yapma gücü bulamadık. Nereden başlasak, neye odaklansak, nasıl yapsak gibi sorulara yanıt aramaya çalışsak da, öfkemizin, üzüntümüzün içinde kaybolduk. Ben depresif olarak tanımlamaktan çekinmeyeceğim zamanlar geçirdim. Elim kalkmadı, yazacağım hiçbir satırın anlamı yoktu. Yaklaşık 40 bölümdür keyifle yaptığım #ÜzerineBirŞeyler podcast’inin kaydı için Nesli ile üç kez mikrofon başına oturmaya niyetlendiysek de, Boşver!, diyerek kalktık. Velvele’nin üçüncü yaş gününe denk gelen bir tesadüfle, üç farklı şehirde yaşayan editörler olarak ilk kez İstanbul’da bir araya geldik. Aylardır birlikte çalıştığım ancak yüz yüze geçirdiğim saat sayısı iki haneye bile ulaşmayan Bawer ve İlker’in de benzer bir süreçten geçtiklerini gözlerimle görünce, en azından yalnız değilim diye düşündüm. Ve hepimize iyi gelen o his, Frankeştayn Kitabevi’nin kurucusu Ayşe’nin bir sorusuyla bambaşka bir şeye evrildi: “İptal ettiğimiz buluşmayı yapsak mı? Size de bize de katılacak olanlara da iyi gelmez mi?”
Bu ayaküstü sohbette sorulmuş soru, hepimizin “Gelir aslında” yanıtını vermesiyle, kaşla göz arasında ilk Velvele Buluşması’na dönüştü. Hızlıca katılımcıları belirledik; birimiz davet maillerini yolladı, birimiz çağrı metnini yazdı, diğerimiz postu hazırladı derken, 24 saatten kısa sürede, Velvele’nin iptal ettiğimiz 1 Mart’taki doğum günü etkinliği, 9 Mart akşamı birbirimize iyi geleceğini umduğumuz bir dertleşme, iç dökme buluşmasına dönüştü. Ve sonra bir queer kartopu tepeden yuvarlanmaya başladı…
***
9 Mart Perşembe akşamı, Frankeştayn Kitabevi’nde ilkini düzenlediğimiz Velvele Buluşması vesilesiyle bizlerle benzer şeyler yaşadığınız tahmin ettiğimiz LGBTİ+ yayıncılar, içerik üreticileri, queer medya takipçileri ile aynı sorulara birlikte yanıtlar aramak için bir araya geldik. Çok heyecanlı, tanıdık yüzleri gördüğümüz için mutlu, yeni insanlarla tanışacağımız içinse epey meraklıydık.
“Deprem sonrasında LGBTİ+’ların ihtiyaçları neler oldu ve bu ihtiyaçlar medyanın gündeminde kendisine ne kadar yer buldu?”, “Queer yayıncılar ve içerik üreticilerinin deprem sonrasındaki faaliyetleri neler olmalı?”, “Depremden etkilenen LGBTİ+ öznelerin sesine nasıl yer vermeli?”, “Kendi medyamızı nasıl görüyor ve kullanıyoruz?” gibi sorular üzerine kafa yorduğumuz buluşmada, bir kişinin konuştuğu, katılımcıların dinlediği bir düzenden ziyade, dileyen herkesin fikrini söyleyebileceği bir alan yaratmaya çalıştık. Böylece pek çok kişinin* sesini, farklı deneyimlerini duyduk. Bu yazıyı da, hem Velvele Buluşması’nda konuşulanları gelemeyenlere aktarmak, hem de bugünlerde queer yayıncıların ve içerik üreticilerinin neler hissettiğinin / neler düşündüğünün hafızasını tutmak için yazmak istedim.
Depremde LGBTİ+lar yalnız bırakıldı
Frankeştayn Kitabevi’nde bir araya gelen yaklaşık 80 kişilik kalabalığın kafasını en fazla salladığı meseleye değinerek başladık konuşmaya: depremde LGBTİ+ların yalnız bırakılması.
LGBTİ+’lar, deprem sonrasında, hiç olmadığı kadar yalnız bırakıldılar. Buluşma’ya, Mental Klitoris ve Yayınlanması Kaydıyla podcast’lerinin yapımcısı ve sunucu, gazeteci ve aktivist Hazal Sipahi’nin dikkat çektiği bu yalnızlığı konuşarak başladık; sosyal medyadaki birkaç paylaşımın dışında neredeyse hiçbir ihtiyaçlarını gör(e)medik, duy(a)madık. Deprem bölgesinde zaten açık olmayan, kimliğinin anlaşılmasından dolayı tedirginlik yaşayan pek çok LGBTİ+’nın hızlıca yükselen ve kimi nasıl hedef alacağını kestirmekte zorlandığımız nefretin radarına girmemek için gözlerden uzakta kalmaya gayret ettiklerini ya da gururla yıkıp çıktıkları ‘dolaplara’ geri döndüklerini öğrendik. Açık olan LGBTİ+lar, özellikle de translar için ise durum farklıydı. Deprem bölgesinden başka bir yere gitmek için araç bulamayan, çadırlara alınmayan, şiddete uğrayan pek çok transın hikâyesi yalnızca lubunya medyasından ve dayanışma ağlarından ulaştı bizlere; haberdar olamadıklarımızın çokluğu yüreğimize oturdu. Çözümleri yine aynı dayanışma ağları vesilesiyle aramaya çalıştık. Depremde oluşan Lubunya Deprem Dayanışması (LDD), acil ihtiyaçlara yanıt verebilen ender oluşumlardan biriydi mesela; LGBTİ+’ların ihtiyaçlarının derlenmesinden eşya yardımına, deprem bölgesinde ilaçların temininden tahliye olmak isteyenlere ulaşım desteğinin verilmesine, barınmadan kıyafete sayısız ihtiyacı karşıladı. LDD’den arkadaşların anlattıkları hem bilgilendirici hem de güçlendiriciydi hepimiz için. Azıcık kaynak ve dayanışmayla neler yapılabileceğini görmek, iyi hissettirdiği kadar zihin açıcıydı da. Bundan sonraki süreçte LDD’ye gönüllü olarak katkı sunma gerekliliği ve aciliyeti toplantının belki de en elle tutulur sonuçlarından biri oldu. O akşam Frankeştayn’da hem deneyimlerini aktaran hem de zor zamanlarda bir araya gelerek dayanışma ağları kurmanın önemini idrak etmemize vesile olan Lubunya Deprem Dayanışması’na bu vesileyle teşekkür ediyoruz.
LDD’nın aktarımlarından ve deprem bölgesinden yeni dönmüş queer sanatçı Ateş Alpar’ın anlattıklarından sonra bir kere daha gördük ve emin olduk ki depremden sonra tutunabildiğimiz, gücüne yaslanabildiğimiz tek şey dayanışma idi. Nitekim, buluşmaya katılan hemen hemen herkes dayanışmanın ne kadar önemli olduğuna atıfta bulundu. Peki, #DayanışmaYaşatır’ın bir slogandan ya da hashtag’den öte, hayatlarımızda nasıl bir karşılığı vardı? Deprem sonrasında LGBTİ+’ların deneyimlerine, hikâyelerine ne merkez ne de alternatif medyada rastla(ya)madığımız bir ortamda, dayanışmanın rolü ne olmalıydı? Buluşmada konuşulanlar, kafamda dönüp duran bu soruları yanıtlamak için şu üç durağa uğramak gerektiğini söylüyordu:
1. Kendi medyamızı kurmak
Velvele Buluşması’na konuşmacı olarak katkı sunan hemen hemen herkesin çok takipçili sosyal medya hesapları, ürettikleri podcast’leri, blogları, YouTube ya da Twitch kanalları vb. aracılığıyla eriştikleri kayda değer bir kitle vardı. Ancak kimi yayıncılar ve içerik üreticileri, ki ben de bunlardan biriydim, bu güçlerinin pek de farkında değildi(k) ve anlatılanlardan bu alanların ve araçların depremin ilk haftalarında kısıtlı ölçüde kullandığımızı fark ettik. Mesela, bayılarak dinlediğim Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’ini hazırlayıp sunan ikiliden müzisyen Sezgin İnceel, “Podcast’in gücünün ve sosyal medya hesaplarının hiç aklına gelmediğini” söyledi. Sezgin’i dinlerken, benzer hislere sahip olduğumu fark etmemi sağlayan jetonum da düşüverdi. Depremler olduktan sonra Nesli ile birlikte yaptığımız podcast’i kullanmak aklımın ucundan köşesinden bir an bile olsa geçmemişti. Konuşmaların bu kısmında biraz utandığımı itiraf etmek isterim. Zira kendimizin de medya olduğunu gözden kaçırmıştık.
Kendi medyamızı oluşturmayı konuşmaya geç kaldığımızı da düşündük yer yer. Bawer, neden ilk günlerde bir araya gelmeyi akıl edemediğimizi, nasıl bir dayanışma zemini kurmayı neden daha evvel düşünmediğimizi sorgularken, medyanın, medyayı okuyanın kim olduğunu da sordu. Soru retorik bir soruydu ama tartışmayı çok güzel ve gerekli bir yere yönlendirdi: Sahi, medya kimdi?
1999 depreminde fay hattını deprem bölgesinde ‘travestilerin çok olması nedeniyle’ lut kavminin çatlattığını öne sürenlere alan açan “medya”, 2010 öncesinde LGBTİ+’ları egzotik bir nesne, özellikle 2015 ve sonrasındaki süreçte ise iktidarın ayak izlerini takip ederek hedef tahtasına oturttuğu bizleri saldırıların odağı haline getiriyordu. Kaos GL’den Gözde Demirbilek deprem gündeminde haber takibi yaparken hissettiklerini anlatırken, Umami Kitap kurucularından ve Argonotlar ekibinden Seçil Epik’in “Biz medyada kimi muhatap alıyor, kimden değişim talep ediyoruz?” soruları bu konuyu kendimizi merkeze alarak ve üretimden gelen gücümüze sırtımızı dayayarak yapmamızı salık verirken, şair Arzu Bulut, “Her birimiz küçük birer medyayız” diyerek hatırlatmıştı gücümüzü. Yaptıklarımızın değerli olduğunu ve bir işe yaradığını, kendimizin de özne olduğunu daha çok duymaya ihtiyacımız olduğu açıktı.
2. Kendi hafızamızı oluşturmak
Deprem sonrasında her birimiz kendi inisiyatifimizle, erişebildiğimiz yerlere, yapabildiğimiz kadarıyla yardım etmeye çalıştık. Peki bugünlerin arşivini kimler, nasıl tutuyor?
Depremin acısını birlikte yaşasak da, ne yazık ki, depremin hafızasını birlikte tutmuyoruz. LGBTİ+’ların ihtiyaçlarına medyanın hiçbir köşesinde rastlamadığımızı, deprem sonrasında türlü çeşit ihtiyacına yalnızca dayanışma ağlarının destek verdiğini biliyoruz. Nasıl ki lubunyalar kendi derdine derman olduysa, bugünleri kayıt altına almak da queer yayıncıların sayesinde olacak dedik hep bir ağızdan. Depremden etkilenen LGBTİ+’ların hikayelerini aktaracak, depremin öznesi olan lubunyaların seslerinin duyulmasını sağlayacağız. Varolan çaresizlik ve güvensizliğe karşı yalnızlaşmaya izin vermeden, birbirimizi bulmayı başardığımız gibi, böylesi büyük bir krizde nasıl yol alacağımızı da birlikte belirleyeceğiz.
Türkiye bizi krizsiz bırakmasa da, 6 Şubat depremleri kadar korkunç boyutta bir felaketi yaşamadık demek sanıyorum yanlış olmaz. Queer medyanın yapabileceklerini düşünmeye neden bu kadar geç başladığımızı sorgularken, bu boyuttaki bir şeye hazırlıksız olduğumuzu da inkar etmedik. Karşılaştığımız zorlukları, neleri sürdürüp neleri bırakmamız gerektiğini, hukuki olarak nelere ihtiyaç duyduğumuzu belirleyip, belki yapmamız gerekenleri ortaklaştırarak bir yol haritası çıkarmak konusunda söz birliği ettik. Yaşadıklarımızın olduğu kadar, yaşadıklarımızla da mücadele etme biçimlerimizi kayıt altına almanın bugünlerin hafızasını oluşturmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için ne kadar elzem olduğu da hepimizin buluştuğu bir diğer nokta oldu. Bu yazı tam da bunun için çabalamakta.
3. Kendi örgütlenmemizi güçlendirmek
Deprem gerçekleştikten hemen sonra, deprem bölgesi olsun olmasın hemen hemen her yerde büyük bir seferberlik başladı. Herkes yardım etmek, bir şeylerin ucundan tutmak istedi. Buluşmadaki hiç kimse, bu histen muaf değildi. Ama YouTube yayıncısı ve aktivist Arya Zencefil’in şu sorusu dikkate değerdi, “Başkalarına hemen yardıma koştuk da, neden birbirimize koşmadık?” Arya’nın sorusu şunları da düşünmemize alan açtı: “Deprem sonrasında hızla bir dayanışma ağının kurulması çok güçlü bir refleks olsa da, neden mevcut STK’ların çalışmalarından ayrı olarak, bireylerin inisiyatifiyle dayanışma ağları kuruldu?” Bu sorular kuşkusuz bir nefeste yanıtlanmayacaktır, fakat dayanışma ağlarının sürdürülebilirliği üzerine kafa yorarken LGBTİ+ hareketinin politik kazanımlarını, örgütlü mücadelenin gücünü göz ardı etmemek gerektiğinde hemfikir olduk. Bir araya gelebildiğimiz mekanların sayıca azalmasının da örgütlenmenin önünde büyük bir engel olduğunu konuşurken, buluşmaya ev sahipliği yapan Frankeştayn Kitabevi’nin ne kadar zor fakat bir o kadar da önemli bir şey yaptığını bir kez daha anladık. (Kalpli gözlü emojiler)
Bunların yanı sıra, depremden sonra seks işçiliği yapan ya da eğlence sektöründe çalışan LGBTİ+’ların hedefe ilk konan gruplar arasında olduğuna, işsiz kaldıklarına ya da işsiz kalmasalar da üzgün ve suçlu hissederek çalışabildiklerine değindik. Drag sanatçısı babykilla’nın bu noktada anlattıkları hem düşündürücü hem de sohbetin seyri açısından çok değerliydi. Depremden sonra bu alanlarda çalışmak zorunda kalan / olan arkadaşlarımızın topluluğumuz içinde de önyargılara maruz kaldığını hem biraz utanarak hem de üzülerek dinledik. Kuracağımız dayanışma ağlarının seks işçisi ve eğlence sektöründe çalışan arkadaşlarımızı da kapsayacak şekilde örgütlenmesinin elzemliği de tam bu noktada hasıl oldu aslında. Bilmem kaçıncı kez ne iyi ki bir araya geldik dediğim sohbetin devamında LGBTİ+ hareketinin mültecilerin hak ihlallerine karşı sesi çıksa da, mültecilerle yan yana geldiğimiz alan ve imkanların azlığını bir politik mesele ve özeleştiri olarak almamız gerektiğini ve Buluşma’yı gerçekleştirdiğimiz İstanbul’un kendine has koşullarını her yerde aradığımızı, büyükşehirli gözüyle farklı yerellerin ihtiyaçlarını anlamamızın mümkün olmadığını da konuştuk. Merhaba Spektrum’dan Hazan Özturan’ın, yazar Mertcan Karakuş‘un ve bitopya’dan Umut Erdem’in katkıları da yine bu bağlamda dayanışma reflekslerimizin kapsayıcılığını daha fazla önemsememize vesile oldu.
Bundan sonra ne yapmalı?: Ya bakacağız bağ olacak ya unutacağız dağ olacak
İtiraf etmeliyim ki buluşmaya başlamadan evvel içimde hiçbir şeyi konuşacak enerji ya da üstlendiğim moderatörlük görevini yerine getirmek için kılımı kıpırdatacak halim yoktu. Her şeyin anlamsız olduğu duygusu her yerimi işgal etmişken, ‘Ne konuşacağız şimdi’ diyerek yol aldım Karaköy’e. Buluşmanın herkese ve bana da iyi geleceğini tahmin ediyordum ama tahminim çok ötesinde mutlu ve güçlü hissederek ayrıldım Frankeştayn Kitabevi’nden. Velvele Buluşması’nın ilkinin, queer yayıncılar, LGBTİ+ içerik üreticileri, lubunya medyasını takip edenler için bir ortaklık yarattığını söylemek mümkün. Birlikte düşünüp tartıştıklarımızın peşine düşmek, kendi medyamızı, hafızamızı oluşturmak ve örgütlenmemizi güçlendirmek için bir araya gelmeye devam edeceğimizi söylemek de.
Bawer’in notu:
Velvele, üç yıl önce, Covid salgınının dünyayı tepetaklak etmesinin hemen öncesinde, queer bir tahayyülün peşinde kolektif bir havuz oluşturmak ve hatırlamaya çalışmak için yola çıkmıştı. Yayınlarımız sürerken pek idrak edememiştim, o havuzun dolup taştığına o havuzun ne kadar suyla dolduğunu anlamakta zorlandığımız o havuzun masmavi ve tertemiz bir suyla dolup taştığına ilk kez çıplak gözle 9 Mart Perşembe akşamı, Frankeştayn Kitabevi’nde tanıklık ettik. Size bunu nasıl tarif edebiliriz, mutluluğumuzu nasıl anlatabiliriz pek emin değiliz. Ancak katılan, uzaktan selamını yollayan herkese teşekkür ediyor, bize yeniden üretme / çalışma gücü aşılayan varlığınıza, dayanışmanıza, sözlerinize ve zihinlerimizin vidalarını sıkan tornavida işlevi gören katkılarınıza içtenlikle teşekkür ediyoruz. Velvele’nin ilk buluşmasına bir virgül koyduk, illaki devam edeceğiz. Bir sonraki buluşmada görüşmek üzere…
- Buluşmaya, Arya Zencefil, Arzu Bulut, Ateş Alpar, babykilla, Bawer, Gözde Demirbilek, Hazal Sipahi, Hazan Özturan, Kültigin Kağan Akbulut, Lubunya Deprem Dayanışması, Melis Berk, Mertcan Karakuş, Sennur Demirok, Sezgin İnceel, Umami Kitap, Umut Erdem katıldı ve görüşlerini paylaştı.
Yazıya değerli katkıları ve yerinde önerileri için Bawer’e çok teşekkür ederim.