Sergei Parajanov, Ermeni ozan Sayat-Nova’nın hayatından esinlenerek çektiği “Narın Rengi”nin yönetmen koltuğunda bir şaire dönüşmüş; anlar, sözcükler, sesler ve görüntülerle beyaz perdeye taşıdığı ve 1 saat 19 dakika süren bu şiir, sinema tarihinin kült yapımlarından biri haline gelmişti.
Ancak hem film hem de yönetmeniyle ilgili “resmi anlatı” yönetmenin hayatına dair küçük bir ayrıntıyı yıllarca “es geçti” ve bu es geçiş bir noktada hakikatin yerini almaya başladı. Biseksüel olduğu bilinen, tüm baskılara rağmen cinselliğini gururla yaşamış ve bunun bedelini de fazlasıyla ödemiş Parajanov’un cinsel kimliği bugün ne yazık ki hem modern Ermenistan’da hem de genel olarak Ermeni diasporasında silinmeye çalışılıyor. Üç yıl önce İstanbul’daki “Parajanov Sarkis ile” adlı sergiyi birlikte gezdiğim Ermeni arkadaşım, “Soykırımı hatırlamak/hatırlatmak için bu kadar uğraş veren Ermeni toplumunun konu LGBTİ+’lar olunca her şeyi unutmak istemesi ne kadar garip,” demişti. Arkadaşımın o sözü zihnimin bir yerinde asılı kaldı. Zira epey bir süredir, biz öldüğümüzde hikayelerimizi kim anlatmayı sürdürecek sorusu üzerine kafa yoruyorum. Bu özellikle LGBTİ+ topluluğundan bir arkadaşımızı kaybettiğimizde aklıma geliyor. Cümledeki, gizli ya da açık, özne ister istemez kendim oluyorum. İspanya’da bir erkekle evliyim ancak bu evlilik Türkiye tarafından tanınmadığı için, öldüğümde cenazeme ne olacak diye kaygılanıyorum. Biyolojik ailemin ölümüm üzerinde herhangi bir söz hakkı var mı öğrenmeye çalışıyorum. Ama en çok hikayem onların eline kalırsa nasıl anlatılacak meselesi endişelendiriyor beni. Lubunyalığımın silindiği bir anlatıya özne olmak istemiyorum ve buna dair tek güvencem, yıllardır mücadele zemininde buluşup arkadaş olduğum queer ve feminist yoldaşlarım. Aramızdan ayrılanların ya da bizden çalınan lubunyaların hikayelerini anlatmanın LGBTİ+ özgürlük ve eşitlik mücadelesine içkin olduğunu düşünüyorum.

Parajanov ne yazık ki LGBTİ+ topluluğu tarafından sahiplenilmiş bir yönetmen değil. Onu queer sinemanın önderlerinden biri olarak kabul edenlerin sayısı çok az. Bunun nedeni elbette LGBTİ+ mücadele ve kültür üretim tarihinin ve oluşturduğu hafızanın ziyadesiyle Batı merkezli olması. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa merkezli bu tarih, bu sınırların dışındaki birçok LGBTİ+ figürü o anlatıya dahil etmek konusunda pek istekli davranmıyor. Parajanov ve başyapıtı Nar’ın Rengi de bu isteksizlikten payını fazlasıyla alıyor.
Nar gibi kırmızı, nar gibi bereketli bir hazine

Parajanov 1968’de, kendisi gibi Tiflisli bir Ermeni olan Sayat-Nova’nın hayatını konu olan bir film çekmek için Ermenistan’a davet edildi. Ermeni kültür-sanat dünyasının büyük desteğini arkasına aldığı filmle ilgili beklenti epey büyüktü. Ancak sansürün kılıcı anında ensesinde bitti ve Sayat Nova adlı film “Sovyet değerlerine aykırı olduğu” gerekçesiyle yasaklandı. Bu yasak inatçı Parajanov’u elbette durdurmadı ve yönetmen filmi bir yıl sonra farklı bir biçimde ve yeni bir adla (Tsvet Granata – Nar’ın Rengi) yeniden çekti. Filmin bu versiyonunun ülke dışına çıkması yasaklandı. İki ay kadar gösterimde kalan Nar’ın Rengi, seyircilerden gelen olumsuz tepkilerle birlikte film piyasadan çekildi.
Nar’ın Rengi hak ettiği ilgiyi ve övgüleri yıllar sonra, Sovyetler Birliği dışında alabildi. Martin Scorsese, Toronto Film Festivali’nde kendi film vakfının restore ettiği filmi seyircilere sunarken “sinema tarihindeki herhangi bir şeye benzemeyen imgelere ve görüntülere tanıklık edeceklerini” söyledi. Londra Film Festivali (2014) gibi prestijli organizasyonlarda izleyiciyle buluşan Nar’ın Rengi, 1982’de ünlü Fransız sinema dergisi Cahiers du Cinéma’nın ilk 10 listesinde yer aldı. Time Out filmi ilk 100 listesine dahil ederken, Sight & Sound’un gelmiş geçmiş en iyi 100 film listesinde de kendisine yer buldu.

Janet Maslin, The New York Times’taki yazısında Nar’ın Rengi için “her koşulda anlaşılması zor. Ancak bu kadar gizemli olan her şeyin bir büyüsü vardır” derken, film yapımcısı ve daha sonra yakın dostu olacak olan Mikhail Vartanov, filmi “Griffith ve Eisenstein’ın önerdiği film dilinin yanı sıra, Buñuel’in Endülüs Köpeği‘nin genel olarak kabul görmeyen dilini saymazsak, Nar’ın Rengi‘ne kadar dünya sineması devrim niteliğinde yeni bir şey keşfetmedi” sözleriyle övdü. Nar’ın Rengi için “Şaşırtıcı derecede mükemmel bir güzelliğe sahip” diyen ünlü İtalyan yönetmen Michelangelo Antonioni’ye göre, Parajanov dünyanın en iyi film yönetmenlerinden biridir.
Fransız sinema Jean-Luc Godard da şu sözlerle över Parajanov’u: “Sinema tapınağında görüntüler, ışık ve gerçeklik vardır. Sergei Parajanov bu tapınağın ustasıydı…”

Nar’ın Rengi Kafkasların ve hatta belki de tarihin en büyük şair ve ozanlarından biri olan Sayat-Nova’nın hayatını anlatan bir biyografi. Ancak fazlasıyla otobiyografik özellikler de taşıyor. Çünkü, Parajanov da tıpkı Sayat-Nova gibi Gürcistan Ermenisi. Nasıl ki Sayat-Nova Kafkas Dağlarına ait, Parajanov da kendisini bu coğrafya üzerinden tanımlıyor. Ve Nar’ın Rengi, her ne kadar sıklıkla görmezden gelinse de elbette ki Parajanov’un queerliğinden izler taşıyor.
Film biyografiye dair alışılmış anlatıyı ters yüz ederken, sembolizmden aldığı gücü queer bir duyarlılığa dönüştürüyor. Hamamda uzanan erkekler ve hamamı estetize etme biçimi görmek isteyen gözler için yönetmenin cinselliğine dair epey şey söylüyor.

Gürcü oyuncu Sofiko Chiaureli’nin hem erkek hem de kadın rollerinde yer alması ve canlandırdığı iki karakterin birbirini baştan çıkardığı sahne başlı başına queer bir oyunbozanlık. Filmin açılış cümlesi de Parajanov’un cinsel yönelimi ve dünya görüşü nedeniyle Sovyetler Birliği’nde maruz kaldığı şiddeti ve sansüre dair bir ipucu olarak da okunabilir bittabi:
“Ben, hayatı ve ruhu işkence olanım.”
Nar’ın Rengi bir masal. Hayatı zorluklarla, sansürle, baskıyla örselenmiş; hapse atılmış, aşağılanmış, dışlanmış ve bu nedenle hakir görülmüş bir adamın, Sayat-Nova’nın şiirleriyle harmanladığı; Kafkasların, ama özellikle ve elbette Ermeni aşıkların zengin mirasını kullanarak yazdığı bu masal, onu nasıl görmemizi söyleyen/buyuranlardan çok daha fazlasını içeriyor. Queer tarih dediğimiz şey biraz da dedektifçilik oynamak biliyorsunuz. Resmi anlatının es geçtiği bazı detayları, hikayeleri, cümleleri ve işaretleri bir araya getirerek yazılan ya da ortaya çıkarılan bu tarih, zengin olmasına zengindir ancak hala bir o kadar daha eksiktir de. Çünkü, hala anlatılmamış, erişemediğimiz sayısız queer detay, hikaye, cümle ve işaretler keşfedilmeyi bekliyor sandıklarda, ara sokaklarda, parklarda, hamamlarda ve dünyanın dört bir yanında. Gelin hep birlikte, biraz da bu metinde anlatmaya çalıştığım çerçevede, Parajanov’un geçmiş doğum günü şerefine Nar’ın Rengi’ni izleyelim ve filmde “gözden kaçmış” neler var, hep birlikte keşfedelim.
İyi ki doğdun Parajanov! İyi ki bu dünyadan geçtin…
notlar
1. Parajanov’un hayat hikayesini Wikipedia sayfasından okuyabilirsiniz. Parajanov-Vartanov Enstitüsü’nün hazırladığı şu kronoloji de bu anlamda işinize yarayacaktır.
2. Parajanov’un popüler kültüre olan etkisi oldukça yeni. Lady Gaga’nın 911 adlı şarkısına çektiği video klip bu etkinin en yakın örneklerinden biri. Video ile ilgili Velvele editörlerinden İlker Hepkaner’in şu yazısını da okumanızı tavsiye ederim.
3. Parajanov, yapmayı bilmediği tek şeyin beste olduğunu ve bu yüzden besteciye gıptayla baktığını söylermiş. “Narın Rengi“nin müziklerinin bestecisi Tigran Mansurian’ın eserlerinden oluşan, Pera Müzesi tarafından hazırlanan 99 dakikalık şarkı listesini filmi izledikten sonra dinlemenizi öneririm.