Gökkuşağı kapitalizmi nasıl doğdu?

Geçtiğimiz iki bölümde önce Pride’ın kökenine indik ve ardından bugünün dünya şehirlerinde nasıl bir şekil aldığına baktık. Hayli apolitikleşen ve bununla bağlantılı olarak git gide metalaşan Pride ve daha geniş anlamıyla Onur Ayı, şirketlerin pinkwashing pratiklerini sergilediği bir alana dönüşmüş durumda. Peki, tüm bunlar nasıl oldu? Pride bu noktaya nasıl geldi? Daha sağlam bir bağlam oluşturmak adına serinin son yazısında 90’lara gidip, kapitalistlerin lubunyalar üzerinden kar sağlamak için arka planda yürüttüğü çalışmaları ifşalayacak ve cânım Velvele için Onur Ayı’na özel hazırladığım bu seriyi noktalayacağım.

Bir önceki yazıda bahsettiğim bir gey orta sınıfının oluşması ve mücadelenin metalaştırılması, pembe kapitalizm [1] veya gökkuşağı kapitalizmi [2] denen şeyin sonucudur. Kapitalizm lubunyaların parasına göz dikmeye başladığında toplumda yeri olmayan lubunyalar, bir şeyler satın alarak artık kendilerine bir yer edinebilecekleri ilüzyonu içerisine sürüklenmeye başlar. Bunun için ilk olarak, daha önce bahsettiğim heteronormların (bkz. amatonormativite ve repronormativite) kuir hayata da yerleştirilmesiyle homonormatif bir topluluğun yaratılması gerekir. Başarılı bir normalleştirme yeni rant kaynaklarının oluşumuna yol açar ve ardından sermaye, tüketimciliğe sıkı sıkıya bağlı olan belli hakların sağlayıcısı olarak karşımıza çıkar. Günümüzün kapitalist toplumunda özneler, hiper bireycilik sayesinde birbirlerinden korkunç seviyede ayrıştırılmıştır. Bu sayede kolektif düşünce de parçalanmış ve her birey kendi başına bırakılmıştır. Yani her özne, aslında kendisi dahil birçok kişiyi de etkileyen ekonomik, sosyal ve yasal problemlerini çözmekte yalnızdır. Bu değişimi Liberalizmin 20. yüzyıl sonlarındaki enkarnasyonu olan Neoliberalizme bağlayan Lisa Duggan [3] şöyle der: “Neoliberalizm maddi ve siyasi hayatı ırk, cinsiyet ve cinselliğin yanı sıra, ekonomik sınıf ve milliyete ya da etnisite ve dine göre organize eder.” Bu çoklu kimlik ögeleri aracılığıyla daha geniş sosyal, politik ve ekonomik sorunlar bireysel seviyeye indirgenir ve böylece ulus devletler, vatandaş özneler (citizen subjects) için bu sorunları çözme yükümlülüğünden kurtulurlar. Bu değişim post-fordizm sonrasında özelleştirmelerin yoğunlaşması ve sosyal politikaların çözülmeye başlamasıyla aynı zamana denk gelir.

Bu şartlar altında “eşitlik” kavramı da bir bakıma özelleştirilmiş olur zira vatandaş özneler, en azından insani koşullarda yaşamak için belirli bir standarda artık kendi başlarına ulaşmalıdır. Standarda ulaşmak veya onu aşmak özneye toplumda belli bir statü de kazandırır. Bu standart öncelikle gıda, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçları kapsar. İlaveten bu standarda, neoliberal düzen tam olarak oturtulana kadar devlet tarafından çoğunluğu (vergilerimizle) kısmen karşılanan sağlık hizmetleri, eğitim, ulaşım ve rekreasyon faaliyetleri de dahildir. Yoğun özelleştirme yüzünden başta saydığım temel ihtiyaçlara dahi ulaşım zorlaşmış, daha sonra saydığım olanaklar birer lükse dönüşmüştür. Toplumsal yeniden üretim ve temel ihtiyaçların maliyetleri, bunların aile ve sivil toplum tarafından “kişisel sorumluluğa” indirgenmesi yoluyla özelleştirilmiş, böylece maliyetler devlet organlarının üzerinden alınıp bireylerin ve hane halkının sırtına bindirilmiştir. [4] Çeşitli eşitlik ve özgürlük söylemlerine dayalı neoliberal politikalarla da bu süreç hızlandırılır.

Neoliberalizm, kendilerini başarılı bir şekilde ayakta tutabilmeleri karşılığında öznelere toplumda bir yer teklif eder. Ne var ki bireysel çabanın miktarı ile toplumsal hiyerarşi içinde bireye bahşedilen yer doğru orantılı olmak zorunda değildir. Ancak kapitalist etkileşimler, insan öznelliğini geçerli kılan çabalara dahil olmak zorundadır. Bu sebeple herkes, kendi varlığını ve görünürlüğünü kendi başına, para harcayarak kazanmalıdır. Kolektifliğin parçalanmışlığı sosyal dokuya öyle düzensiz bir şekilde işlenir ki hak ve eşitlik söylemleri neoliberal devletin elinde özneleri kapitalist akımların içine çeken birer araca dönüşür. Tarih boyunca ötekileştirilmiş gruplar için ise durum daha vahimdir. Hem politik tanınma hem de sosyal kabule sahip olmayan ötekiler böyle bir ortamda varoluşlarını kanıtlamak için, ya da devletin onları tanımasına ve toplumun kabul etmesine değer olmak adına, kapitalist etkileşimlere kolayca yönelebilirler. İkinci yazıda belirttiğim gibi, neoliberal politikalar duygulanım (affect) temellidir ve öznelerin aidiyet hissiyle kolayca oynayabilir. Bu bağlamda kapitalist etkileşimler, ötekileştirilmiş öznelerin, satın alım güçlerine göre aidiyet hislerini bir ölçüde karşıladıkları denetim noktaları olarak öne çıkar.

Kuir hareket normların dışında kalan kimliklerin hem farkındadır hem de koruyucusudur; bu yüzden de konformizmi pekiştirmeye çalışan neoliberal asimilasyonist stratejilerin hedefindedir. Peter Drucker bu konuda şöyle der: “Günümüzde LGBTQ siyaseti, aynı genel anlamda LGBTQ yaşamın maruz kaldığı gibi, neoliberalizm tarafından çürütülmektedir. Siyasi ve ideolojik olarak neoliberal saldırı, Thatcher ve Reagan destekçiliği ve bunlarla eşzamanlı olarak sosyal demokrasi ile solcu liberalizmin yerini soluk bir sosyal liberalizme bırakması ile başlamıştır.” [5] Sosyal liberalizmin desteklediği hiper bireycilik lubunyaları devletin hayli esnekmiş gibi gösterdiği bu düzen içinde yer edinmek için çabalamaya iter. “Yeteri kadar çabalarsan her şey mümkündür!” mottosuyla ilerleyen neoliberal düzende kuir mücadelenin radikalliği toplumsal çatlaklardan büyük ölçüde sızar ve ana akımda daha konformist bir politikaya tamah edilir.

Pembe para kapış kapış

Bu noktada, lubunyaların ekonomik anlamda neoliberal devlet tarafından nasıl hedefe konulduğuna bakmak gerekir. ABD’de 90’ların sonunda ve 2000’lerde yapılan kamuoyu yoklamaları ve araştırmalar, LGBTQİA+’ların satın alım güçlerinin veya bir diğer deyişle “pembe para”nın peşine düşer. Nadia Guidotto [6] 1999’da ABD’de gey ve lezbiyen çiftlerin hanehalkı gelirleri üzerine yapılan bir anketten bahseder. Anketin sonucunda gey ve lezbiyen pazarının yıllık değerinin 513 milyar dolar olduğu; gey hanehalkı gelirinin milli ortalamadan %41, lezbiyen hanehalkı gelirinin ise %26 daha yüksek olduğu ortaya çıkar. Sonuçlar etkileyici görünse de örneklemin sorgulanabilirliğinin altının çizilmesi gerekir zira Ginder ve Byun’a göre “gey ve lezbiyen pazar segmentinin doğru bir profilini çıkarmak son derece zorlu bir iştir ve sonuçlar çoğunlukla dayanaksız genellemelerle doludur.” [7] Buna rağmen lezbiyen ve geylerin satın alım gücü üzerine akademik ve sektörel araştırmalar hız kesmeden devam eder. 90’lar sonundan itibaren böylesi akışkan bir konuda yapılmış sayısız katı analiz lubunyaları, “toplum ortalamasına kıyasla daha refah içinde, iyi eğitimli, beyaz ve erkek” şeklinde tanımlayan, tehlikeli bir genelleme içine hapsetmiş ve “topluluk içindeki zengin çeşitliliğin önemini büyük ölçüde azaltmıştır.” Güvenilmez sonuçların doğurduğu bu bariz saçmalığa rağmen işletmeler, kendi normatif algıları dahilinde eşcinsel müşteri kazanmak için çalışmaya başlar. Demografik olarak eşcinsel çiftler, Türkçeye “iki gelirli ve çocuksuz” şeklinde çevrilebilecek, daha fazla harcanabilir gelire sahip olan hane halkını tanımlayan “DINK” (Dual Income No Kids) kategorisine dahil edilir [8]. Bu kategorizasyonun sonucunda lüks tüketim ürünlerinin hedefli pazarlaması, ana akımda normlara uyan ve refah içinde yaşayan bir eşcinsel imajının oluşmasına sebep olur. Bu dönemde yürütülen araştırmalar sermayenin, etki alanını genişletmek üzere yeni bir sınırı daha aşmaya nasıl hazırlandığını gösteren iyi örneklerdir [9].

Bir tüketici profili karlı bulunduğunda kapitalizm için bir sonraki adım ilgili grup için özelleştirilmiş bir pazar oluşturmaktır. Burada hedef, neoliberal toplumdaki bireyleri onaylamada muazzam bir güce sahip olan toplumsal yeniden üretimdir. Ötekileştirilmiş bir grup olarak lubunyalara ticari alanda popüler ideolojiyi yansıtan çeşitli seçenekler sunulmaya başlar. Lubunyalıktan belli başlı parçalar (elbette heteronormlar tarafından kabul edilme veya eğilip bükülebilme potansiyeli olanlar) ufak ufak koparılıp kolektif bilince yerleştirildikçe bu paradoks hafifler. Niş bir kuir pazarın oluşturulması veya kuirliğin mevcut işletmelere yedirilmesi, bir kabul ve çeşitlilik izlenimi yaratmak için hızlandırılır. Ne var ki bu izlenimin çıkış noktası ve kapsamı sorgulanmalıdır çünkü bu süreçte asıl hedeflenen ranttır. İş dünyasındaki bu değişimi erken fark edenlerden Rosemary Hennesy (1994) bu konuda şöyle der: “Yakın zamandaki eşcinsel görünürlüğüyle yeni ve karlı bir pazar üretmek amaçlanırken, aynı zamanda birçok pazarlama stratejisinde olduğu gibi burada da işin özü özgürleşme değil, paradır.” [10] Ginder ve Byun (2015) görünürlükle ilgili, “gey ve lezbiyen pazarın varlığı topluluğa artan bir görünürlük katsa da bu tanınma, beraberinde ırk ve cinsiyet temelli kültürel ve ticari yapılanmayı da getirir” der. Tüm neoliberal kimlik ögelerinin en ideal versiyonunu bünyesinde barındıran heteronormativite kuirliğin pazara yedirilmesinde rol oynar. Kates (1999) buna “eşcinselliğin pazar tarafından sterilizasyonu” der ve bu durum, kuir topluluk içerisindeki ayrışmayı besler.

Kapitalistler LGBTQİA+’ların satın alma gücüne giderek daha amansız bir şekilde göz dikmekte. 2018’de yayımlanan bir Forbes makalesi utanmadan, “Şu anda birçok pazarlamacının rahatça göz yumduğu, neredeyse 1 trilyon dolarlık satın alma gücüne sahip bir pazar var.” yazabiliyor ve heyecanla ekliyor: “Buna inanabiliyor musunuz?”. [11] Yazı, pembe parayı ABD’de yaşayan Latinler ve Siyahlar gibi başka ötekileştirilmiş grupların satın alım güçleriyle kıyaslamaktan da geri durmuyor. Kepazelik burada da bitmiyor: Bilindik “LGBT”ye yeni eklenen “Q+”ya dikkat çekilerek yeni rant kaynakları sıralanıyor. Burada Q+’ya çekilen dikkat, kapitalistlerin, kendilerini ne kökleştirilmiş cinsiyet kimlikleriyle ne de normlaştırılmış cinsel yönelimlerle tanımlayan yeni nesil lubunyalara duydukları ilgiyi kanıtlıyor. Pazara yedirilen gey ve lezbiyen ögeler artık nispeten bir doyma noktasına ulaştığından yazı, şirketleri, kimlikleri normların dışında olan bu yeni gruba dikkat etmeye ve daha fazla rant için onları anlaşılır kılmak üzere gündemlerine eklemeye çağırıyor.

Ticari alana doğrudan katkısının dışında pembe para, batılı güncel siyasette de büyük rol oynuyor çünkü aynı zamanda kuir (çoğunlukla gey) kişi ve kurumlar tarafından yapılan siyasi bağışları da kapsıyor. The Washington Post’ta 2000’de yayımlanan makalesinde Marcus Ruth, “gey komünite daha önce yazdığından kat be kat daha değerli çekler yazarak ‘pembe para’yı Demokrat Parti’nin en önemli finansal kaynağı haline getirdi” diyor [12]. Yazıda, lubunyaların yakın tarihte “sapıklar” ve “AIDS taşıyıcıları” şeklinde stigmatize edilmesinden ötürü daha önceleri pembe paranın nasıl olumsuz bir anlama sahip olduğundan ve büyük bir dikkatle kabul edildiğinden bahsediliyor. Günümüzde LGBTQİA+’lardan gelen açık finansal destek, siyasetçilerin kapıştığı büyük bir fırsat olarak görülüyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken birkaç husus var. Birincisi, lubunyaların ancak büyük bağışlar yoluyla siyasette kapsanması, hareketin heteronormatif devlete karşı radikal duruşuna zarar verme riski taşıyor. Bu noktada, heteronormatifliğiyle kötü ün salmış bir sisteme direkt katkı sağlayarak ondan tanınmayı beklemek, bu süreçten elde edilecek “kazanımları” ister istemez sorgulatıyor. İkincisi, potansiyel siyasi kazanımlar büyük ihtimalle birçok lubunya için kapsayıcı olmayabiliyor; zira herhangi bir olumlu değişim ancak ulus devletin koşulları çerçevesinde gerçekleşiyor. Üçüncüsü, kayırmacılık gerçek bir sorun olarak karşımıza çıkıyor çünkü bağışçılar da kendi politik ajandalarıyla hareket ediyor ve bağışlarıyla istediklerini elde etmeye çalışıyorlar. Büyük bağışlar yapabilmek belirli bir sermaye birikimine de işaret ettiğinden, bağışçıların amaçlarının ve etki alanlarının görmezden gelinmemesi gerekiyor. Bu noktada siyasi kararların alımında sponsorlukların önemini akılda tutmak çok önemli. Kapitalizm toplumsal eşitsizliklerden beslendiği için, aynısı popüler siyasi partiler için finansal destek sağlayan şirketler için de söylenebilir. Unutmamalıyız ki böyle bir ilişki, iki tarafın da ortak popülist çıkarlarını gözetecektir ve lubunyalara asıl gereken şeyleri pek tabii tahsis etmeyebilir. 

Bu noktada, daha fazla rant uğruna lubunyalığın tektipleştirilmesi gayesinde ortaklaşan lubunya ve lubunya olmayan kapitalistlerin yoğun lobi çalışmalarına da bakmak önemlidir. Chris Morris (1999) erkenden bu sinyalleri alarak İngiltere’deki durum hakkında şunları yazar: “Birçok kişi, şirketlerin toplumun entegre hale geldiğini yansıtmada iyi örnek teşkil ettiklerine, Tony Blair’in İngilteresinde eşcinsellerin büyük başarı ve kabule ulaştığına inanıyor. Ama hiç öyle değil. Eşcinsellerin, özellikle eşcinsel olan şirketlere ihtiyaç duymalarının sebebi ana akım toplumun kabul edilmiş bir parçası olmamalarıdır.” [13] Önemli sayıda eşcinsel işletmenin, lubunyaları ilgilendiren yasalarda yalnızca küçük değişiklikler yapılması ve bu yolla toplumdaki önyargının taze kalması için usulca lobi çalışmaları yürüttüğünü; dolayısıyla ayrışmanın devamlılığının sağlandığını ve eşcinsel şirketlerin büyüyerek servetlerine servet kattığını da Morris aynı yazıda bize anlatır. Hatta bu konuda bütün haliyle paylaşılması gereken çok önemli bir örnek verir:

Öncü eşcinsel hakları derneği Stonewall, bir milyon sterline yakın yıllık bütçeye sahip ve bu paranın çoğunluğu iş dünyasından geliyor. Sponsorluklar, reklam ve kurumsal bağış toplama anlaşmaları afili bir kampanyayı fonlamak, Londra’nın merkezinde geniş süit tarzı ofislere sahip olmak, düzenli resepsiyonlar ve etkinlikler yapmak için yeterli gelir sağlıyor. Büyük bağışçılar cömertlikleri karşılığında sıklıkla Stonewall’un yönetim kurulunda bir koltukla ödüllendiriliyor ve dernek, üyeler yerine destekçilerle yürütüldüğünden bu pozisyonlar Stonewall’un politikasını etkileyebilecek tek resmi yol oluyor. Derneğin literatürüne kısa bir bakış, dünün sponsorlarının bugünün karar mercileri olduğunu gösteriyor ve bunların çoğunun karlı eşcinsel işletmelerde finansal çıkarları var. 

Bu alıntı iş dünyasının politika üzerindeki etkisini açıkça gösteriyor. Lubunya olsun olmasın patronlar, bütün Avrupa’nın en büyük eşcinsel hakları derneği olan Stonewall’un [14] yönetim kurulunda bir koltuk satın alabiliyor. İronik olan şey ise bu derneğin, ismini ikonik devrimci isyandan almış olması. Böylesi işletmelerin ana odağındaki kanun reformlarını desteklemek yerine sosyal adaletsizlikleri ortadan kaldırmayı öncelemesi beklenen, kar amacı gütmeyen bir LGBTQİA+ hakları derneği olan Stonewall için bağışçılara kilit rollerin hediye edilmesi, büyük bir paradoks ve çıkar çatışması yaratıyor. Aynı önceki yazılarda verdiğim evlilik eşitliği örneğindeki gibi bu durum, en büyük cis-heteronormatif politik yapı olan devletin, oldukça kişisel bir konuda tepeden inme bir karar vermeyi tercih etmesiyle kesişiyor. Zira iki örnekte de dipten yukarıya sosyal adaletin sağlanması için çalışmak yerine, tepeden inme kanun reformu yapmak için önemli çabalar sarf ediliyor. Sonuç olarak iki örnek de ileri kapitalizmin gelişmeye devam edebileceği, cis-heteronormatif devlet yapısının da egemenliğini sürdürebileceği adaletsiz ortamın sürekliliğini tesis ediyor. LGBTQİA+ hareketinin uğradığı asimilasyon da tarih boyunca adaletsizliğiyle tanınmış sistemlerden adaletin beklendiği böylesi anlarda iyiden iyiye göze çarpıyor.

Referanslar

[1] Gracia, Lorena. (2007). Capitalismo rosa by Lorena Gracia. https://youtu.be/gtcECzQ6QXQ

[2] Roque Ramírez, Horacio N. (2011). Gay Latino Cultural Citizenship. Predicaments of Identity and Visibility in San Francismo in the 1990s.

[3, 4] Duggan, Lisa. (2004). The Twilight of Equality? Neoliberalism, Cultural Politics, and the Attack on Democracy.

[5] Drucker, P. (2015). Warped: Gay Normality and Queer Anti-Capitalism.

[6] Guidotto, Nadia. (2006). Cashing in on Queers: From Liberation to Commodification.

[7] Ginder, Whitney, and Sang-Eun Byun. (2015). Past, Present, and Future of Gay and Lesbian Consumer Research: Critical Review of the Quest for the Queer Dollar.

[8] https://www.investopedia.com/terms/d/dinks.asp

[9] DeLozier, M. Wayne, and Jason Rodrigue. (1996). Marketing to the Homosexual (Gay) Market: A Profile and Strategy Implications.

Grier, Sonya A., and Anne M. Brumbaugh. (1999). Noticing Cultural Differences: Ad Meanings Created by Target and Non-Target Markets.

[10] Hennesy, Rosemary. (1994). Queer Visibility in Commodity Culture.

[11] https://www.forbes.com/sites/debtfreeguys/2018/08/14/the-1-trillion-marketing-executives-are-ignoring

[12] https://www.washingtonpost.com/archive/politics/2000/08/18/pink-money-flowing-to-democrats/78db00d2-7144-45e5-9bcb-51af5c869cb9

[13] https://www.newstatesman.com/now-meet-real-gay-mafia

[14] https://www.birmingham.ac.uk/news/latest/2015/01/stonewall-top-100-employers -2015.aspx

Author

Bir Cevap Yazın