Hangi Galatasaraylı Hangi Boğaziçi Direnişinin Yanında?

Mehmet Akin

Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübünün sene başından beri aşağı bakmadan ve “inadına kapanmadan” verdiği mücadele bana Galatasaray Üniversitesinde geçen yıllarımı, önce kendimle, ardından da hocalarla, sınıfla ve okulumla verdiğim tek başına mücadeleyi hatırlattı. Aynı zamanda Galatasaray Üniversitesinde Lion Queer’i kuran arkadaşlarımın ve destekleyen hocaların, 2013’ten 2021’e orada örgütlenen tüm LGBTİ+’ların yaşadığı zorlukları tekrar düşündürttü.

Üniversite yıllarımda kendi açılma serüvenimi yaşarken okuldaki bir grup arkadaşım da örgütsel bir ‘açılma’ içindeydi. 2013 senesinde, Galatasaray Üniversitesindeki lubunyalar Lion Queer altında örgütlenmeye başladı ve aynı yıl içinde Kuir Çalışmaları Kulübü adıyla devlet üniversiteleri arasında resmen tanınan ilk LGBTİ+ kulübü oldu

Kuruluşundan sonraki yıllarda, biraz gecikmeli olsa da, benim de yolum Lion Queer’den geçti. Kulübün bir parçası olduğum iki sene içinde oradaki yoldaşlarımdan çok şey öğrendim, farklı üniversitelerde örgütlenen birçok lubunya öğrenciyle tanıştım, diğer örgütlerden haberdar oldum. Öğrencilikten aktivizme geçmeye (belki büyümeye) Lion Queer sayesinde başladım. 

Toplantılara katılmak, etkinlik düzenlemek, kulübe emek verenlerle dostluk geliştirmek… Bunlar benim için ilk defa örgütlenmek ve ilk defa kendimi okula ait hissetmek anlamına geliyordu. Okula başladığımda Fransızca bilmediğim için ‘Franchophone’ olmadığımı zannediyordum, oysa dili öğrendikten sonra da hep ‘non-franchophone’ olarak anılmaya devam ettim, mesela hiçbir zaman ‘Galatasaraylı’ ol(a)madım. O yıllarda kendime, hatta lise arkadaşlarıma lubunya olarak açılmama rağmen en sonda geleni ve zorlusu sınıf ve okul arkadaşlarıma açılmaktı. Çoğu ‘Francophone’ ya da ‘Galatasaraylı’ydı ama geldiğim Düzce’deki lise arkadaşlarımdan daha homofobiklerdi. GSÜ’de birçok farklı sebepten sonra lubunya olarak da var olamayacağımı düşünüyordum. 

Bunu düşünen bir ben değilmişim. Lion Queer’de 2013’te ilk örgütlenenlerden Hazan, o dönemde verdiği bir röportajda, okuldaki LGBTİ+fobiyi arkadaşlarından duyduğu şu cümleyle özetlemiş: “Canım destek veriyorum sadece, ibne değilim ben”. Hatırladığım kadarıyla öğrenciler ve hocalar bana bu cümledeki gibi hissettiriyordu. ‘Aslında onların ibnelerle sorunu yok, bende bir sorun var’ dedirten bu cümle, beni uzun yıllar okulda açılmaktan ve Lion Queer’e adım atmaktan korkutan kültürü simgeliyordu.

Fakat son iki yılımda okulun bu kendi yarattığı tanımları ve içine asla girilemeyen gruplarını umursamamaya başlamış, mezun olmaya gün sayarken, Lion Queer’deki arkadaşlarımla tüm bunlara karşı aynı anda mücadele edebileceğimiz bir alan açmıştık. 

GSÜ öğrencisi ya da mezunu LGBTİ+’lar yıllardır o tek cümlede gizli olan statükoyu ya redderek ya da ona karşı içerden direniş göstererek mücadeleye devam ediyor. Ben de bu mücadeleye katıldım ve bir noktada bıraktım.

1968 Galatasaraylının yok saydığı LGBTİ+’lar

Bugünlerde her zamankinden daha çok BÜLGBTİ+, Lion Queer veya diğer örgütlerdeki aktivistlerin mücadelesini hatırlarken ve etrafıma onlardan bahsederken 8 Şubat günü yayınlanan ve 1968 kişinin altına imza attığı “Galatasaraylılar Boğaziçi’nin yanında” başlıklı açıklama, bana bunları paylaşma isteği uyandırdı.

Kendilerini “Galatasaray Lisesi ve Üniversitesinde okumuş, Galatasaray Üniversitesi’nde okuyan, Galatasaray Eğitim kurumlarına emek vermiş ve vermekte olan Galatasaraylılar” olarak tanımlayan grubun basın açıklamasının, GSÜ ve tüm kampüslerdeki LGBTİ+ mücadelesinin karşılaştığı zorlukları yeniden gözler önüne seren bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Açıklamada Boğaziçi Üniversitesine yönelik baskı ve saldırılarda ilk günden beri hedef gösterilen, şiddet ve işkence uygulanan LGBTİ+’lardan veya kayyumun bir gece yarısı kapattığı BULGBTİ+ Kulübünden hiç bahsedilmiyor. Metnin sonunda art arda sıralanmış beş hashtag arasına sondan ikinci sıraya konan #LGBTİHaklarıİnsanHaklarıdır hariç hiçbir yerinde LGBTİ+’lara atıf yapılmıyor. 

Açıklamayı ilk defa, yayınlanmadan birkaç gün önce GSÜ Meclis isimli Facebook grubunda gördüm. Birileri harala gürele ‘herkese erişmeye’ çalışıyor, ‘daha çok imza, daha çok imza’ istiyorlardı. Ama ben erişmeye çalıştıkları grupta değildim belli ki. 

Basın açıklamasına imza vermedim. Yine de düşüncemi hemen grupta paylaş(a)madım; şaşkınlık ve hayalkırıklığı yaşıyordum. Sitemimi ancak metin çıktıktan sonra gruba yazabildim. 

‘Galatasaraylıların’ bu yok saymasına öfkelenenin bir tek ben olmadığımı bu sayede anladım. Metinden rahatsız olan Lion Queer’den veya destekçi birçok arkadaşımdan mesaj aldım, bazılarına ben ulaştım, yalnız olmadığımı(zı) bir kez daha anladım.

Bu vesileyle bahsi geçen basın açıklaması hakkında daha etraflıca düşünmek için GSÜ öğrenci ve mezunları ile kısa görüşmeler yaptım. Bu yazıda iki eski yoldaş ve mezun arkadaşım Sennur ve Yiğitalp’in fikirlerini ve kendi yorumlarımı aktaracağım. GSÜ’de halen LGBTİ+ mücadelesi veren ve Lion Queer’de örgütlenen öğrenciler Selvi ve Sude ile geniş bir röportaj yaptım. O da yarın yine Velvele’de yayımlanacak.

Temas kurduğum mezunlardan ilki Yiğitalp’le 2009 yılında aynı Fransızca hazırlık sınıfında okuduk, sonrasında kendisi Lion Queer’i örgütledi, beni de oraya çeken kişilerden oldu. Şimdilerde çoktan mezun, GSÜ gündeminden biraz uzakta, Amsterdam’da yaşıyor. 

Yiğitalp, ‘Galatasaraylılar Boğaziçi’nin yanında’ açıklamasını ¨genel olarak eksik ve yüzeysel bir metin¨ olarak tanımlıyor ve Galatasaray Ortak Akıl Platformunu ilk defa duyduğunu söylüyor. 

Yiğitalp gibi görüştüğüm herkes metne farklı sebeplerle imzacı olmadıklarını belirttiler. Yiğitalp’e göre ayrıca ¨GSÜ harekete geçmekte ve konuyla ilgili eylem yapmakta çok geç kaldı.” 

Görüştüğüm kişilerden diğeri, halen GSÜ Kadın Çalışmaları Kulübü’nde (GSÜKAK) aktif olarak çalışan ve okuldan yeni mezun olan arkadaşım Sennur. Onunla Lion Queer’de örgütlendiğim yıllarda tanışmıştık. Sonrasında bir sürü etkinlikte, gösteride yan yanaydık. Sennur zaten GSÜKAK ve Lion Queer’i ¨pek çok ortak üyesi ve doğalında organik bağları olan iki kulüp¨ olarak tanımlıyor. Peki bu temasların ve dönüşmenin oldukça kolay olabileceği söylenebilecek GSÜ gibi küçücük bir üniversitenin öğrencisi veya mezunu olan Galatasaraylılar, hem destek verdiğini iddia ettikleri direnişteki hem kendi okullarındaki LGBTİ+’ları yok sayarak böyle bir açıklamayı nasıl yayınladılar?

Sennur metni ilk kez mailinde okuduktan sonra ekibe LGBTİ+’lardan bahsedilmesi gerektiğini iletmiş ve ¨Türkiye’de devlet üniversitelerinde resmi olarak kurulan ilk LGBTİ+ kulübünün Lion Queer olduğunu¨ hatırlatan bir mail atmış. Ekipten, ¨Haklı olduğunu, LGBTİ+lardan bilinçli olarak bahsetmemek gibi bir durum olmadığını fakat çoktan imzalanmaya başladığı için metinde değişikliğin mümkün olmadığı¨ söyleyen bir cevap almış. 

¨Galatasaray’ın içselleştirdiği erilliğin ve heteronormativitenin yansıması¨

Açıklamada LGBTİ+’lardan söz edilmemesini Sennur şöyle özetliyor:

¨Metinde kasti olarak bahsedilmediğini düşünmüyorum, iletişime geçtiğim kişiler tarafından iletilen üzüntülerin samimiyetine de inanıyorum fakat bunun Galatasaray’ın içselleştirdiği erilliğin ve heteronormativitenin yansıması olduğunu kanısındayım¨.

Sennur’un bahsettiği kültür ‘Galatasaraylılar’ statükosunun temeli olsa gerek ki son dönemde LGBTİ+’ların karşı mücadele verdiği birçok saldırıda da başroldeydi.

¨Galatasaray’ın içselleştirdiği erilliğin ve heteronormativitenin¨ yanına, geçtiğimiz yıl transfobi eklenerek Zeynep Direk’in TERF (“Trans Dışlayıcı Radikal Feminist” kavramının İngilizcesinin kısaltması) argümanları olarak karşımıza çıkmıştı. Nefretini saçmaya başladığı ilk günden beri öfkelendiğim şey(lerden birisi), Zeynep Direk’in bu transfobik, cinsiyetçi, bilimdışı vb. söylemleri GSÜ’de pişirmiş ve üretmiş olmasıydı.

¨Erilliğin ve heteronormativitenin¨ yanına ¨ırkçılık, yabancı karşıtlığı, İslamofobi, yaşçılık, sağlamcılık, beden ayıplama¨ ekleyerek karşımıza çıkan, Filmmor’dan ayrılanlar tarafından geçtiğimiz aylarda ifşalanan Hülya Uğur Tanrıöver oldu. Söz konusu metne verdiği cevaplarını okuduğumda şunu sordum kendime; acaba ifşadaki olayların birçoğunu GSÜ’de akademisyen olduğu dönemde, oradan da aldığı güçle yapmış olabilir mi?

Benim için iki ismin ortak yönleri Galatasaray tedrisatından geçmeleri ve bu tedrisatın bir dönem ‘feminist’ akademisyenleri olmalarıydı. Ayrıca, öğrenci olduğum dönemde okulda profesörlerdi, beni queer ve feminizmle akademik olarak tanıştıran kişilerdi. Foucault’nun kitaplarını Hülya Uğur Tanrıöver’in çevirisiyle okumuştum, Zeynep Direk’in ‘Cinsel Farkın İnşası’na bayağı ikna olmuştum. En nihayetinde aslında uzun süredir mücadele ettiğim statükodan beslenen ve orayı besleyen insanlar olduklarını farkettim.

GSÜ ve etrafında kurulmuş olduğu ‘Galatasaraylılar’ statükosu kültürel, ekonomik ve politik sermayeleri ile sistematik bir LGBTİ+fobi (ve kesişimsel ayrımcılıklar) üretiyor. Bu (yeniden) üretimi bazen bu gruplara saldırarak bazen onları yok sayarak yapıyor. Bazen gizlice ‘tanıyarak’ fakat kamusal olarak susarak ve susturarak yapıyor. Bu kültüre içerden karşı çıkan az; çünkü öğrencisi, mezunu bu iktidar parçacıklarından biraz edinmek, ondan nemalanmak istiyor. ‘Galatasaraylılık’ bazıları için dışarıya karşı ‘birbirimizi’ koruduğumuz bir camia, bazıları için küçük burjuva olmanın kısa yolu. Kimisi için büyük bir ekonomik sermaye grubuna eklemlenmek, kimine göre Fransız akademisine giden kültürel sermayenin merkezinde olmak… 

Bu yazı için görüştüğüm mezunlardan Sennur bahsi geçen basın açıklamasının, Galatasaray Ortak Akıl Platformunun ¨kendi içlerinde oluşturdukları bir ekip tarafından yazıldığını ve hazır olarak imzaya açıldığını¨ aktarıyor. GSÜ’de uzun yıllar mücadele edenlerden olmasına rağmen, ‘Galatasaraylılar Boğaziçi’nin yanında’ metninin kendisinde öfke uyandırdığını söylüyor “[Metin] tartışmaya açık değilken ve taraflar bunu kabul ederken bir değişiklik olmaması dışlanmışlıktan çok ait olmadığımı hissettirdi. Dışlanmış ve ait olmamak arasında ince bir çizgi varmış gibi de geliyor. Bir metinde bahsedilmesinin ötesinde dönüşmesi, dönüştürülmesi gereken bir ‘kültür’ varmış gibi geliyor bana”.

GSÜ Mezunlar Derneği, Galatasaraylılar Ortak Akıl Platformu vb. birçok ‘Galatasaraylı’ kurum ve arkasındakilerin ürettiği sözlerin iktidarla dans eden bu kültürü birçoğumuzu öfkenlendiriyor.

Dışarıdan LGBTİ+’ları tanıyor ve haklarını kabul ediyor gibi gözükerek aslında onları susturan; kurumlarında otosansür, öğrenci ve mezunlarına sansür uygulayan Galatasaraylılar ve söylemlerinin Türkiye’deki politikaya ya da akademiye uzun süredir bir faydası oldu mu? Kokuşmuş, mide bulandıran kültürel ve ekonomik sermaye hesaplarıyla o dans ettikleri iktidardan aslında kimseyi koruyamayacağını bugünlerde GSÜ’ye yönelik baskılarla hepimiz görüyoruz. Onlar peki ‘Galatasaraylı’ LGBTİ+’ların tüm bu saldırıların karşısında da mücadele ettiğini ne zaman görecek?

LGBTİ+’lar ne Erdoğan’ın ¨LGBT yok¨ demesiyle, ne Boğaziçi kayyum rektörünün LGBTİ+ kulübünü kapatmasıyla, ne de 1968 Galatasaraylı’nın görmemesiyle yok olacak. BULGBTİ+ ve Lion Queer’in şu günlerdeki mücadelesi bu nedenlerle bana umut veriyor. Çünkü bizi ne kadar yok sayarlarsa o kadar örgütlenip çoğalıyor, bize ne kadar saldırırlarsa o kadar bir araya gelip güçleniyoruz. 

NOTLAR

Yazının yazılma sürecinde birçok gelişme yaşandı. Görüşmecilere her gün yeni sorular eklemek ve yazıda yeni mevzulara değinmeye çalışmak yerine bu olaya ayna tutmak istedim. Süregelen tartışmalara, hatta bir yandan devam eden GSÜ direnişine faydalı olmasını umut ediyorum. 

Yeni gelişmeler için Twitter ve Instagram üzerinden @bulgbti, @gsulionqueer ve @bogazicidirenisi hesaplarını takip edebilirsiniz. İki kampüste de LGBTİ+’ların ne kadar çok yönlü bir mücadele yürüttüğünü ve Boğaziçi direnişinin ne kadar merkezinde olduklarını göreceksiniz. 

Yazıda görüşmecilere ait olan kısımlar tırnak işaretiyle gösterildi, diğer tüm görüşler bana aittir.

Editörün notu: Ramazan Ali’nin GSÜ’de sürmekte olan tartışmaları değerlendirdiği, geçtiğimiz günlerde Velvele’de yayımlanan “Mezun Dernekleri Neden Vardır?” başlıklı yazısını da okumanızı tavsiye ederiz.