İçinde bulunduğumuz coğrafya, evde, sokakta, okulda, iş yerlerinde güvenlik kaygılarımız nedeniyle tetikte bir hayat yaşamamıza neden oluyor. Ben de günlük hayatını hep tetikte geçiren milyonlarca kadından biriyim. Kadın cinayetlerinin hepsi bu kaygılarımı daha da derinleştiriyor. Özellikle 2015 yılında 19 yaşındaki Özgecan Aslan’ın bindiği minibüs şoförünün tecavüz girişimine direndiği için öldürülmesi ve 2016’da trans kadın Hande Kader’in yakılarak katledilmesi derinden sarsmıştı. Cezai süreçlerin ya da caydırıcı yasaların kadın ve LGBTİ+ cinayetlerini önleyemediği Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, bu sorunları daha da derinleştirdi.
Bir kadın olarak yaşadıklarım bir yapbozun parçaları gibiydi, bir gün onları bir araya getirmeye karar verdim ve sokakta kendimi koruma yöntemleri arayışına girdim. 2017 yılında fiziksel saldırılara yönelik öz savunma tekniklerini içeren dövüş sanatları ile ilgilenmeye başladım. Yedi yıldır yalnızca kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik feminist öz savunma atölyeleri düzenliyorum. Bugüne değin yaklaşık 400’ün üzerinde kadına ders verdim ve her derste, onların hikâyelerinden ilham aldım. Ataerkil yapıları değiştirmek için kadınlarla ve LGBTİ+’larla dayanışma içinde çalışmalar yürütmeye devam ediyorum.
Her türlü şiddet türüne karşı öz savunma, bir nefes alma pratiği olarak şiddetin önlenmesi ve kişisel güvenliğin sağlanması için etkili bir strateji. Kadınların ve LGBTİ+’ların kendilerini fiziksel, psikolojik, cinsel, duygusal, ekonomik ve sözlü tehditlere karşı koruma amacı güden bir dizi beceri ve yaratıcılığı içeriyor. Onların güçlenmelerini, kendilerini korumalarını ve ikili cinsiyet normları ile mücadelede aktif rol almalarını teşvik eden kapsayıcı bir yaklaşım barındırıyor. Öz savunma, görünür/görünmez iktidar mekanizmaları tarafından baskı altına alınan kadınların ve LGBTİ+’ların kendi yaşam hakları için mücadele etmelerine olanak tanırken, toplumsal değişime katkı sağlamalarına da yardımcı oluyor. Sadece fiziksel bir saldırıya karşı kendini savunma becerileri öğretmekten daha fazlasını ifade ediyor.
Düzenlediğim atölyelerde kadınlar ve LGBTİ+’lar, fiziksel savunma tekniklerinden beden çalışmalarına, meditasyonlardan tiyatral canlandırmalara kadar uzanan bir yelpazede öz savunmayı deneyimliyorlar. Ek olarak; mansplaining (eril izahat), gastlighting gibi şiddet türlerinin kadınların üzerinde yarattığı olumsuz etkileri görünür kılan çalışma pratikleri yapıyoruz. Atölye sonunda pek çok kadın, kendini çalışmadan önceki halinden daha güçlü hissederek ayrılır. Ortaya çıkan dinamizm ev içinden sokağa, kamusal ilişkilere doğru, eril şiddete karşı pek çok alana yayılır; yaratıcılığı ve özgürleşmeyi destekler.
Yakın dövüş eğitimine ilk başladığım dönemden bir örneği aktarmak istiyorum. Eğitime başladığım ilk derste öğretilen öz savunma teknikleri ile iri cüsseli bir erkeği kolayca üzerimden atabilmiştim. Kulağa inanması güç gelebilir ancak erkeklerle olan “fiziksel farkın” tam aksine, her birimizin bedeni biricik ve kendine özgüdür. Bu nedenle bedenimizi tanımak, farkında olmak ve avantajlı olduğumuz yerleri bilmek hayat kurtarıcı nitelik taşıyor. Kadınların ve LGBTİ+’ların öncelikle bir saldırganla karşı karşıya kaldıklarında, onu alt edemeyeceğine dair cis-hetero erkek egemen dünyanın dayattığı zihinsel bariyeri aşması önemli. Kendimize olan inanç için bir dizi güçlendirici öz savunma pratiği ile saldırılardan korunmak ve bakış açımızı değiştirmek mümkün. Aynı kiloda olan bir kadın ve erkeğin, tekme atma şiddetinin eşit seviyede olduğunu deneyimleyerek öğreniyorsunuz. Ayrıca bıçaklı, sopalı, silahlı saldırganlarla başa çıkabileceğimiz tekniklerle de güvende bir yaşam sürdürebiliriz.
Fiziksel öz savunma pratiğini acil durumlar için kullanabileceğimiz bir “deprem çantası” gibi düşünebiliriz. Böyle bir önlem, sadece fiziksel şiddet üzerinde değil, tüm eril iktidar mekanizmalarını ters yüz eden bakış açısı da sunabilir.
Sonuç olarak; öz savunma pratiği sadece fiziksel becerileri değil, kadınların ve LGBTİ+’ların birbirleriyle olan bağlarını güçlendiren bir araç olarak da dikkate alınabilir. Tanıdığım, hikâyelerinden ilham aldığım ve henüz tanışmadığım kadınlara ve LGBTİ+’lara tüm içtenliğimle buradan seslenmek istiyorum:
Kendimize bakabilmek, gücümüzü yeniden keşfetmek birbirimizle dayanışma atmosferimizi geliştirmemize de aracılık ediyor. Böylelikle bedenlerimize yayılan eril iktidar ağlarını tanıma ve olası tehditlere karşı bir biçimde savunma yapma becerilerini artırıyoruz. Bu pratikler, güven tazelediği gibi, aynı zamanda gündelik hayatta rastladığımız zorluklar karşısında dirençli olmamıza katkıda bulunuyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar olarak, güçlü durma ve hayatımızı kontrol etme hakkına sahip olduğumuzu hiçbir zaman unutmayalım.