Elindeki eşyaları bi kenara atıp suya koştu Çakıl. Klanında öncü kişiliğiyle bilinirdi zaten. Çakıl’ın peşi sıra kadınlı erkekli herkes, dönemin kuku ve çük örtüsü olan el kadar yünlü deri parçalarını söküp fırlattı bi’ kenara, anadan üryan atladı suya. Uzun yoldan gelmişlerdi, terden ıslanan yün yakmıştı kasıklarını. Kıpkırmızı kasıklarını buz gibi suda serinlettiler. O çağlarda memeler özgürdü zaten, onun örtüsü yoktu, ama özgürlüğün memelere bedeli sarkmalar olacaktı elbette. “Kendi memelerim kendi kararım” diyerek bir çaputu memesine ilk defa bağlayan o güzel kadın, bu yenilikçi ve müthiş estetik buluşunun nelere sebep olacağını hiç öğrenemeden özgür ölecekti. Daha sonraları bikini izi oluyor diye kendisi vazgeçmişti bu buluşundan ama, birilerinin aklına feci yatmış olmalıydı demek ki. Bugün hangi özgür kadına sorsanız, sarkmış özgür memelerini, bikini izi olmuş esaret altındaki diri memelere tercih ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyemez. Neyse, suyun içinde kahkahalar atıp çılgınlar gibi yıkandılar, bazıları sevişti, oynaştı. Erkek ve kadınların klan içinde çiftleşmesi yasaktı, sonra büyük olay çıkıyordu, adamlar birbirini öldürüyor, avlanmaya gönderilecek güçlü adam kalmıyordu. Daha sonra klandaki bilge kadınlar bir çözüm bulmuştu buna. “Bize başka klanlarda adam mı yok” diyerek yeni bir tabu icat etmişlerdi. Klan içi çiftleşme yasağı getirmişlerdi. Artık komşu klanların adamları birbirini öldürüyorlardı. Bu yasaktan bizim klandaki kadınlar pek memnundu. Çünkü aşağı klanın erkekleri pek bi hoştu. Yanık tenli, siyah üzüm gözlü, kaslı ve uzun adamlardı.
Çakıl’ın klanı uzun yollardan geçip yazı geçirecekleri su kenarına böyle şölen havasında ulaşmıştı işte. Kadınlar kadınlarla, erkekler de erkeklerle iyice sevişti oynaştı suyun içinde, yazın gelişi coşkuyla kutlandı. Havalar dönünce, sular kuruyunca tekrar geri kışı geçirecekleri mağaraya döneceklerdi, orası korunaklıydı. Çok büyük büyük büyük ninelerinin anlattığına göre eskiden her yer çok soğuktu, o nedenle tüm hayatlarını mağarada geçirmişlerdi. Ne kadar da zor olmalıydı. Çakıl tam bir yaz insanı olduğundan, bu hikayeleri her duyduğunda içi ürperiyordu. Sudan çıkıp bi kenara fırlattığı çantasını ve avuç içi kadar kıyafetini eline alıp biraz yukarılarda bir ağacın altına yürüdü. Çantasından geçen yaz sonundan kalma, kuru otlardan örülmüş tacı düştü yere. Kurlaştığı bi’ çocuk hediye etmişti başka bi’ klandan, o da saklamış buraya kadar geri taşımıştı. O çocuğu bu sene gördüğünde affetmeyecekti, geçen yıl toyluğuna denk gelmişti, ama şimdi aklı başında bir kadındı, ne yapacağını çok iyi biliyordu. Tacı kafasına taktı ve orada biraz kestirdi. Bir süre sonra arkadaşlarının sesine uyandı, onu arıyorlardı. Güneş yemyeşil sonsuz düzlükte ufukla birleşmek üzereydi. Hızlıca toparlanıp üzerini giyindi, çantasını eline alıp diğerlerinin yanına doğru yürümeye başladı. Tabii bu sırada tacını uyuduğu yerde düşürdüğünün farkında değildi. Klan hızlıca yerleşiyordu. Zaten klanda yüzlerce kişi vardı, herkes bir işin ucundan tutuyordu. Bilge kadınlar ne yapılması gerektiğini adamlara anlatıyordu. Gölgelik yapmak için kullanılan uzun sazlar ve dallar yağmurdan da koruyordu. İşlerini görecek aletleri vardı, zaten tüm ihtiyaçları birkaç farklı aletti. Bir gün başka bir ihtiyaç doğarsa, başka bir alet de yapabilirlerdi. Duruma göre ve durumla tamamen uyumlu yaşıyorlardı. İstifçilik yoktu. Bulduklarını yiyor, ertesi gün bir daha aramaya gidiyorlardı. Keyifçilik, hazcılık en önemli değerleriydi.
Yazlık alana gelmelerinin üzerinden birkaç hafta geçmişti. Günlük düzen iyice oturmuştu. Erkekler genelde ava gidiyordu. Kadınlar ise klan düzenini sağlıyor, çocuklara göz kulak oluyor, ihtiyaçları belirliyordu. Ancak kadınların klandaki en önemli rolü, eğlenmeyi, sosyalleşmeyi ve keyif peşinde koşmayı çok iyi biliyor olmalarıydı. Zor vakitler yaşanmıyor değildi; ancak yaşam döngüsünün kaçınılmaz sonuçlarına aşinaydılar, dram yoktu ama bazen hüzün olabilirdi elbette, sonuçta duyguları olan canlılardı. Aşağı klanın ahalisi daha yeni geliyordu yazlık alanlarına. Onlar biraz tembel bir klandı, geç kalmışlardı yine. Hep suyun diğer tarafına yerleşirlerdi. Doğa ile olan içgüdüsel uyumun gerektirdiği şekilde hareket eden Çakıl’ın klanının aksine, yazlık alana birkaç hafta geç gelmişlerdi. Bu nedenle yolculuklarının yarısını yağmur altında geçirmişti klan ahalisi. Mevsim yağmur mevsimiydi. Suyun kenarına ulaşanlar yorgunluktan bitap bir halde oldukları yere yığılıyordu.
Kafa yapan otları iyi tanırdı Çakıl. Keyiflenmek için birkaç yaprak attı ağzına çiğnemeye başladı. Bi’ süre sonra kafası gelince suya girdi. O sırada geçen yaz kurlaştığı çocukla göz göze geldiler. Bir müddet bakıştıktan sonra çocuk da suya atladı. Kendi vücut dillerinde selamlaşıp yine kurlaşmaya başladılar. Bir müddet suyun içinde oynaştıktan sonra; Çakıl tuttu çocuğun elinden çıkardı suyun içinden, ilk gün uyuduğu ağacın altına, yukarıya doğru götürdü. Ağacın altında aşk ettiler uzun uzun. Çakıl gitmeye yeltendi ama çocuk romantizm peşindeydi. Çakıl hiç oralı olmadı, geçirdikleri güzel vakit için teşekkür edip ayağa kalktı uzandıkları yerden. O sırada az ötede gözüne bir şey ilişti. İki hafta önce orada düşürdüğü kuru otlardan örülmüş tacıydı bu. Düşürdüğünün farkında bile değildi. Tacın yarısı yağmurlarla toprağa gömülmüş, üzerinde otlar filizlenmişti. Otlar tacın içinden çıkıyordu, kurumuş otların içinden yeşil yeşil canlı otlar.. Mucize gibi bir şeydi. Tacı olduğu yerden söküp aldı, ancak çocuğa belli etmemeye çalıştı. Çünkü elindekinin geçen yaz kendisine hediye ettiği taç olduğunu hatırlarsa ayıp olabilirdi. Çocuğun yanından ayrılıp heyecanla klanına vardı. Erkekler avdaydı. Çakıl’ın heyecanla geldiğini gören arkadaşları etrafına toplandılar, elindeki şeye bakıp hayrete düştüler. Ne olduğuyla ilgili fikirler yürütüp, klanın en bilgesi, baş şifacısı Şatanka’ya danışmaya karar verdiler. Şatanka o sırada köşesinde kafası bi dünya uçar haldeydi. Heyecanla uyandırıp tacı gösterdiler. Bunun ne olduğunu, nasıl kurumuş ottan canlı bir hayat yeşerdiğini soruyor, mucize gibi bir şey olduğunu anlatıyorlardı. Şatanka aldı eline tacı, kötü şeyler hissetmişti, usulca yere bıraktı. Etrafına bakındı erkek olmadığına emin olduktan sonra konuşmaya başladı. “Kuru otlar aynı insanların ruhu gibi, içinde özlerinin bilgilerini taşırlar. Tohumdur bu bilgi. Biz burada her şeyi sarı bırakıp kışlığa geçtikten sonra, bir sonraki yaz gelip nasıl yeşil buluyoruz zannediyorsunuz. Bu kuru otun içindeki öz, yağmur ve toprakla buluşunca yeşerecektir. Yaşam döngüsü böyle devam eder.” Kadınlar duydukları karşısında mutluydu, fakat Şatanka öyle görünmüyordu. Çakıl lafa girerek “Şatanka bu anlattıkların çok güzel, neden bu kadar mutsuzsun? Biz bu tohumları kendimiz istediğimiz yerde toprakla buluşturup neden yeni hayatlar yeşertmiyoruz, çok güzel olmaz mı?” diye sordu. Şatanka korkuyla “Hayır olmaz, bunun tahmin edilemeyecek kadar kötü sonuçları olacaktır. Bu sır kadınların sırrı olarak kalmak zorunda, yamacıma gelin size şimdi daha açık göstereceğim” diyerek kesesinden çıkardığı çeşitli otları ve tozları, yeşermiş kuru tacın üzerine atıp ateşe verdi. Ateşin içinde görüntüler oluşuyordu, Şatanka gördüklerini anlatmaya çalıştı: “Savaşlar görüyorum, kan görüyorum, birbirini sebepsizce öldüren adamlar… Burada artık hiç su akmıyor, göller birer birer kuruyor. Her bir kadını tek başına kapalı bir kutunun içine hapsedilmiş görüyorum. Erkekler dünyanın hakimi oluyor. Erkek seçiyor, kadın seçiliyor, kadın sadece erkeği mutlu etmeye çalışıyor, dünyanın çivisi çıkıyor, huzur bozuluyor, kimse gülmüyor, gittikçe her şey kötüleşiyor. Ne olduğunu bilmiyorum ama alevler mansplaining, ghosting, love bombing diye haykırıyor, dünyanın sonu geliyor.” Şatanka’nın gözleri dolu dolu olmuştu. Gözünü ayırdı ateşten. Etrafındaki herkes şok içinde duyduklarını anlamaya çalışıyordu. “Bizim erkeklerimiz, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz bize neden bunu yapsın Şatanka, hepsi çok iyi insanlar değil mi? Bir tohum bize neden böyle bir kötülük getirsin ki?” diye sordu Çakıl. “Kötülük tohumdan değil, sahip olmaktan, fazlasını istemekten ileri gelecek. Siz adamları hele bir de güç ellerindeyken görün. Şimdi bizimkilerin şapşal halleri hoşunuza gidiyor. Gençsiniz, toysunuz, doğa gecinden versin ama gördüklerim bu şekilde” dedi Şatanka. Şayet tohumun gücü insan erkeğinin eline geçerse, kadınları, doğayı, tüm insanlığı, hatta tüm canlıları büyük felaketler bekliyor olacaktı demek… Bu nasıl olabilirdi? Hem bunları yapabilecek vasıfta görünmüyordu tüm tanıdığı erkekler Çakıl’ın. Şaşkındı, ama Şatanka daha önce hiç yanılmamıştı. Devam etti Şatanka: “Bu kadim bilgi biz bilge kadınlar arasında saklanan bir sırdır yıllardır ve siz de artık bu sırrı taşımakla sorumlu bilge kadınlarsınız. Tohumun sırrı belki bir gün keşfedilecek, belki ateşte gördüklerimden daha kötü şeyler yaşanacak. O yüzden vakit varken gününüzü gün edin, sevişin, eğlenin, vakit yoksa yaratın. Şimdi beni yalnız bırakın kafamı hoş edeyim biraz hele. Adamlık enerjisi yordu, bi’ arınmam lazım” dedi. Çakıl ve arkadaşları Şatanka’nın yanından ayrıldı. Bu sırla beraber biraz daha büyümüş hissediyorlardı. Artık keyifçilik, hazcılık yanında bir başka amaçları daha vardı, tohumun keşfine engel olmak!
Klan Güncesi – Tohumun Keşfi
