Noel ve Kaktüs

Noel – İstanbul

Çözemediğim düğümleri bırakıp dönüyorum yine Almanya’ya. Eve. Hangisi evim? Yurt dışı? Hangisi yurt dışı? Pasaportum? Hangi kimlik numaram? Hangi telefon numaram? Hangi sağlık sigortam? Hangi cüzdanım? Hangi simkartım? Hangi ara hepsi çifterleşti? Yurt dışında yaşadıkça hayatım basitleşecek sanıyordum, karmaşıklaşıyormuş. Bir o tarafa bir bu tarafa, birbirlerini anlatıp duruyorum. Almanya’da bir arkadaşım gözlerini kocaman açarak soruyor: “Nasıl yani, Noel de mi kutlamıyorsunuz?” Bu soruyu en az yüz kez cevaplamamışım gibi, sakince “Hayır.” diyorum.

“Nasıl yani? 25-26 Aralık resmi tatil de mi değil?”
“Hayır”.

Yine şaşırıyor. Ben de onun şaşırmasına kızıyorum artık dayanamayıp. “Siz başka ülkelerin ya da dinlerin bayramlarında tatil yapıyor musunuz?” 

Bilmemesine değil ama bu kadar kendimerkezci düşünmesine şaşırıyorum. 

29’unda, yani Noel’den üç gün sonra İstanbul’a geliyorum. Noel ile çok benzer şekilde kutlanan, ama farklı anlamlar yüklenen yılbaşına denk geliyorum. Almanya’da onların Noel’inden sonra yavaş yavaş ortadan kalkan tüm figürler burada hala güncelliğini koruyor: Noel Baba, yılbaşı ağacı süsleri, kar figürleri hediye paketleri… Ve yılların bitmeyen kavgası: Müslüman yılbaşı kutlar mı? “Kutlar tabii” der bizim aile. “Biz onların kutladığı şeyi kutlamıyoruz sonuçta.” Ama onların kutladığı şekilde başka bir şey kutluyoruz. O yüzden isteyen istediği gibi kutlasın ya da kutlamasın diye düşünüyorum. Televizyonda yeni bir diziye çarpıyor gözüm. Dini gereği yılbaşı kutlamak istemeyen aile ile yılbaşında hindi yiyip ağaç süsleyen ve birbirine hediyeler veren seküler aile aynı masada buluşmuş. “Sömürüp içini boşaltmadığınız bir bu konu kalmıştı” diye geçiriyorum içimden. Bu sırada İstanbul’daki arkadaşlarıma Noel’i anlatıyorum. Bu sefer de onlar şaşırıyor Almanya’ya. “Nasıl yani? Yılbaşından bir hafta önce bitiyor mu hediyeleşmeler ve ağaç süslemeler?” 

Havalimanında uyanıyorum. Yorgunum. Elimde bir kaktüs tutuyorum. Her yerde her koşula rağmen kendini var etmiş bir kaktüs. Bu yorgunluğumu kimse değil ama o anlıyor. 

Kaktüs – Münih

Evimdeki kaktüslerin sayısı artıyor. Kaktüs adında bir şarkı yazmaya koyuluyorum. “O kadar yalnızım ki iş, güç, kariyer fayda etmiyor” diye başlıyor. Bilmem kaçıncı kez “Almanya mı beni yalnızlaştırıyor, yoksa yalnızlaşmak istediğim için mi Almanya’ya gelmiştim?” denklemini çözmeye çalışıyorum. Hayat beni kaktüsleştiriyor. Evdeki kaktüslerim, bu kadar kötü bakıma (bitkileri sulamayı hep unuturum), bazen güneşsizliğe, bazen yalnızlığa rağmen solmuyor, dökülmüyorlar. Her daim güzeller ama dokunursam dikenleri canımı acıtıyor. Hayat cildimizi pürüzsüz, kalbimizi sızısız bırakmıyor. Gözümün etrafına çizgiler, kalbime dikenler armağan ediyor. 

Noel buralarda birlik, beraberlik günüydü ya, Alman arkadaşlarımın çoğu o gün ne yaptığımla (ya da yapmadığımla) ilgilenmiyorlar bile. İlkokulda öğrendiğimiz tanımıyla “geniş” ya da “çekirdek” aile dışındaki insanlar ait değil demek ki o alanlara. Atılmak üzere olan yiyecekler ile insanlara ücretsiz yemek dağıtan bir oluşuma katılıyorum gönüllü olarak. Almanya’daki en güzel Noel’imi geçiriyorum o gece. Orada tanıştığım yeni bir arkadaş, Ukrayna’da Rus işgali ile başlayan savaş sebebiyle Münih’e yeni gelmiş. Türkçe biliyor. Mutfakta çalışırken bir taraftan laflıyoruz. “Hadi bir şarkı söyleyelim, Türkçe var mı sevdiğin bir şarkı?” diyorum. “Rüya” diyor Sertab Erener’den. Son günlerde en çok dinlediğim ama birçok kişinin hatırladığından bile şüphe ettiğim bu şarkıyı seçmesine şaşırıyorum. Nokta atışı.

Bütün bunların rüya olduğuna inandığım zamanlar olmuştu. Uyanıyorum ve kendimi iyi hissettirmedikleri için hiçbir ülkeye öfkeli değilim. Uyanıyorum ve lisede akran zorbalığına maruz kalmamışım. Uyanıyorum ve yıllar geçtiği için endişelenmiyorum. Uyanıyorum ve annem kanser hastası değil, kemoterapi almıyor. Uyanıyorum ve hala çocukmuşum. Dokuz yaşındayım, televizyonda kendisini kabusunun içinde bulan bir kadının hikayesini anlatan Sertab Erener’in Rüya klibi. Çocuk aklımla anlamıyorum şarkının anlamını. Uyanıyorum ve anlamadan da olsa bir parça hüzünlenerek o şarkıya eşlik ediyorum. 

Hadi yüreğim ha gayret
Hele sıkı dur hele sabret
Başını eğme dik tut
Bu bir rüyaydı farz et...

Görsel: Sierra Machado

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS”.