Sandığı Açmak

Açılma ve kendini sevme arasındaki ilişki benden önce de konuşulmuştur diye düşünüyorum. Açıkçası burada kendi hikayemi anlatmak istediğimden, zihnimi sınırlandırmamak adına bir şey okumaktan kaçındım. Trans erkek olarak açıldığımdan beri açılma ve özsevgi kavramları üzerine düşünüyorum ve düşüncelerim bu iki kavramı birbiriyle ilişkilendirerek ilerliyor.

Geçtiğimiz hafta nihayet cesaretimi toplayıp ilk binder’ımı* satın aldım (Yaşasın!). Binder üzerimdeyken Instagram hesabımda bir fotoğrafımı, altında ufak bir yazıyla paylaştım ve kısa bir süre sonra Bawer’den “Ali bunu yazı yapsana, bu hali bile oldukça iyi” diyen bir mesaj geldi. Bir şeyleri “doğru” ve “mükemmel” yapmazsa ölecek hastalığına sahip olan bendeniz için asla yeterli değildi tabii ki. Ancak gerçek şu ki, yaşadığım deneyimin (daha) “doğru”, (daha) “mükemmel” bir yolu yok. Güzel haber, öyle olmasına gerek de yok. 

Özsevgi deyince kafamda canlanan ilk şey bir koltukta kahvemi içerek, sigaramı tellendirerek sakince oturduğum bir an oluyor. Burada okuyacaklarınız da hayatı boyunca bazı “olması gerekenler” yaratıp onların peşinden ciğerleri solana kadar koştuktan sonra bundan vazgeçip, hakikati kabul ederek koltuğuna oturan birinin hikayesi.

Bu kavramla ilgili uzun bir süre karışık düşüncelere sahiptim. Yıllar önce Vanessa Lewis’in yazdığı, Ezgi Epifani’nin Türkçeleştirdiği bir yazıyla karşılaşmıştım. O yazıyı yıllar geçmesine rağmen arada bir okuyorum ve bana her defasında farklı şekillerde iyi geliyor. Şimdilerde özsevgi hakkındaki görüşüm de yazıda geçen bir cümle üzerinden şekilleniyor: “Özsevgi bir kazanım değil, bir pratiktir. Sıkıcı ve zor bir pratik.” Ancak uzun yıllar şu soruları sormadan duramadım, üstelik bir cevap da bulamadım: “Tamam, özsevgi bir pratik, sıkıcı ve zor diyorlar, ama nasıl? Benim pratiğim nasıl şekillenecek? Bir insan kendini nasıl sever ki?” Kendimi nasıl sevebileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu benim için bir ütopya gibiydi.

Sevginin yalnızca belli başlı şartları yerine getirerek hak edilen ve dışarıdan alınan bir şey olduğuna inanıyordum. Sevilmek için iyi bir arkadaş, iyi bir dost, iyi bir sevgili, iyi bir çalışan, iyi bir öğrenci ve başka bir sürü şey olmalıydım. Yıllar boyunca her sabah uyandım ve bu rollerimi eksiksiz şekilde oynamak için çabaladım. Çabalarımın sonucunda sevgiye ulaşacaktım. Burada bana ait hiçbir şey yoktu. Daha da kötüsü, kurduğum bu “mükemmel ol, sevgiyi kap” eğrisi belli noktalarda çalışmıyordu. Her insan gibi ben de hatalar yapabiliyordum, bu hataların sonucunda kendimi ciddi şekilde hırpalıyordum. Bazen mükemmel olmanın karşılığını(!) alamıyordum. Sözgelimi mutlu etmek için elimden gelenin çok çok fazlasını yaptığım partnerim, ilişkiyi bitirmek isteyebiliyordu. Bu nasıl olabilirdi? Hani her şeyi mükemmel yaptığımda sevilecektim? Sevilmediğime göre, bir yerlerde hata yaptım. Yoksa bu süreç böyle işlemiyor mu? O halde ne yapacağım? İnsanlar beni öylece kabul etmez ki…

Tüm bu sorularla boğuştuğum ve kendimi çokça hırpaladığım zamanlarda, aslında çocukluğumdan beri bildiğim ve o yaşlarda kendimce ifade ettiğim bir gerçek yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladı. Belli bir süreyi bu konuyla ilgili düşünerek geçirdim, hatta ismime de o zamanlarda karar verdim. Ancak bu düşünceleri ait olduğu yere tıkıştırarak, hayatıma devam ettim. Bir şeyleri -özellikle şakalar yaparak- bastırmakta çok başarılıyımdır, özellikle o şeylerle yüzleşmekten korkuyorsam. Bu düşünceleri o kadar başarılı bir şekilde bastırdım ki, bir gün yakın arkadaşlarımla otururken “Ben trans erkek olarak açılsam ne yapardınız?” diye sorarken gerçekten “geyik yaptığımı” sanıyordum. Bu geyik(!) birkaç ay sonra bir açılmaya dönüştü: 

“Ben bir trans erkeğim. İsmim Ali. Burada neler olduğunu tam olarak bilmiyorum, ancak bunu konuşma ve paylaşma ihtiyacı duyuyorum.”

Bunu yüksek sesle söylemeye başladığım zaman, oldukça rahatlamış, üstümden yük kalkmış gibi hissettiğimi anımsıyorum. Çocukluğunuzdan beri bildiğiniz, sır gibi sakladığınız bir şeyi nihayet dışarı çıkarabildiğinizde -en azından ilk etapta- oldukça rahatlıyorsunuz. Ancak bundan sonrasında, hiç ummadığım başka gerçeklerle yüz yüze geldim. Bunu büyük ve ağır bir sandığı açmak gibi düşünebiliriz; üstünde biriken tozu ellerinizle savuşturuyorsunuz, tüm gücünüzle uğraşıp kapağı kaldırıyorsunuz ve sandığın içinde ağır bir naftalin kokusu eşliğinde bir sürü şeyle karşılaşıyorsunuz. Ben de o sandıkta -belki de hayatımda ilk kez- kendimle karşılaştım.

Philosophy Tube kanalının yaratıcısı ve sunucusu Abigail Thorn’un, açılma hikayesini anlattığı “Kimlik: Bir Trans Açılma Hikayesi” başlıklı videosunu bu dönemlerde yeniden izlemiştim. Abigail’in deneyimine dair söylediği şey dikkatimi çekmişti:

“Hiç sizi zorlamaya başlayan, boktan bir işte çalıştınız mı? Her zaman yorgun, kaygılı, depresif ve hassassınız. Bir gün partnerinize bağırdıktan sonra özür dilemeye başlıyorsunuz. ‘Özür dilerim, sana kızgın değilim, sorun… Sorun işim. Bu iş beni öldürüyor. Oradayken her şey yolundaymış gibi davranıyorum, ama artık yapamıyorum. Başka bir iş yapabilir miyim bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Keşke öylece devam edebilsem, ama bu benim için uygun bir iş değil.’ Bir erkek olarak yaşamak, benim için böyle bir şeydi ama burada konu sadece işim değil, bütün hayatımdı.”

Thorn’un bu anlattıklarıyla epeyce bağ kuruyor ve kendi yolculuğumu da benzer şekilde ifade ediyorum. Açılmak bana doğumumdan itibaren verilen bir etiketi reddetmenin yanında kim olduğumla yüzleşmeyi de beraberinde getiriyordu ve bu yüzleşme beni korkutuyordu. Tüm o oynadığım rollerin arka tarafında ben vardım, ama aynı zamanda yoktum. Bir çuvalın içine konmuş, kendi çabamla açtığım deliklerle nefes almaya çalışıyor gibiydim. Gergin ve tahammülsüzdüm. O günlerde okuduğum bir kitabın arkasına şunları yazmıştım: “Hayatımın bugüne kadar olan kısmını çok yanlış yaşadım. Ben bana baktığınız zaman gördüğünüz kişi değilim. Ben tanıdığınız kişi değilim. Bana seslendiğiniz isim, aslında benim ismim değil. Bu bir rol. Bir performans. Ben sadece rolümü oynuyorum. Bu nereye kadar gidebilir, açıkçası bilmiyorum.” Burada bahsettiğim “yanlış yaşamış olma” hali sadece trans erkek olmamla ilgili değildi, orası sadece sandığın binbir güçlükle açılan kapağıydı. İnsanların bunca zamana kadar tanıdığı o kişi ben değildim ve açılmak bunu kendime yüksek sesle söylememi sağlamıştı.

Kitabımın arkasına o notu yazdıktan sonra geçen zamanda hiç ummadığım, planlamadığım şeyler oldu ve olmaya devam ediyor. Hala gergin ve tahammülsüzüm. Çoğu zaman ani çıkışlarım oluyor. İsyan ediyorum. Bu süreçte kendimi ummadığım insanlara ummadığım şekillerde sinirlenirken buldum. “Buna çok kırıldım”, “Bunu istemiyorum”, “Bunu yapmana gerek yoktu”, “Hayır, ben o insan olmayacağım” gibi cümleler kurdum. Elimde bir tabanca varmış ve bu tabancayla sağa sola ateş ederek ilerliyormuş gibi hissediyorum.

Daha önce küçük bir çocuğu yeni bir beceriyi ya da kelimeyi öğrenirken izlediniz mi bilmiyorum. Öğrendikleri şeyi büyük büyük hareketlerle, teatral bir şekilde, defalarca tekrar ederler. Yeni bir şey öğrenen bir küçük çocuk gibiyim. İnsan olmayı öğreniyorum. Hayatımda ilk defa duygularımı, ihtiyaçlarımı, isteklerimi ifade ediyorum. Rızam dışında gelişen şeylere itiraz ediyorum. O rolleri oynamayı ilk kez reddediyorum. Olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldığımda, kendime bakmanın yollarını arayabiliyorum. O sandığın kapağını açtığımda elime geçen şey bu oldu, tüm rollerimi bir kenara bırakıp, kendim olarak var olabilmek. Varım. Buradayım. Yaşıyorum ve bir tahta parçası, bir araba kazası değilim. Mükemmel olmak, her şeyi doğru yapmak zorunda değilim. Sadece bir insanım. Bir hikayem var. Dışarıda gördüklerimin, maruz kaldıklarımın, yaşadıklarımın bende birtakım karşılıkları var.

Bir arkadaşıma bu olanlardan bahsettiğimde bana şöyle demişti: “Özünü performe etmeye çalışman büyük bir cesaret”. Bunu duyduğum için oldukça mutlu olsam da cesaret kısmına bir şerh düşüyorum. Olduğumuz şeyden dolayı diken üstünde hissetmemiz, hiçbir şeyi hak etmediğimize inanmamız beklenirken, yaşam hakkımız, varoluşumuz bir münazara konusu gibi saçma sapan anketlerle tartışmaya açılırken, sistematik bir nefretle her gün karşılaşırken özsevgiyi konuşmayı en azından kendimiz için güçlendirici ve sağaltıcı buluyorum. Öte yandan kendi deneyimime baktığımda cesaretli miyim, bundan hala emin değilim. Bu yolculuğun gündelik hayatımı, ilişkilerimi sarsan bazı etkileri de var ve bu etkiler beni korkutuyor. Sevdiğim bazı insanları kaybetme ihtimali beni kaygılandırıyor. Bazılarını halihazırda kaybettim ve bunun olması gerektiğini bilsem de onları özlemeye, bazı kayıplarımın yasını tutmaya devam ediyorum. Bazı ilişkilerim şekil değiştiriyor ve bu şekil değişikliğini nasıl karşılamam gerektiğini bilmiyorum. Beraber yaşadığım ailemin yanında ya da çalıştığım yerde hala bir rolü oynamaya devam ediyorum. Bu nereye kadar gidecek bilmiyorum ve korkuyorum. Okuduğum haberler beni tedirgin ediyor. Şehrimde yapılan, bana yönelik nefret içeren o yürüyüş beni tedirgin ediyor. Arkadaşlarım için kaygılanıyorum. Gelecek için kaygılanıyorum. Hayallerimi gerçekleştirememekten korkuyorum. Bu sarsıcı etkilerle ne yapacağımı sanırım yolda öğreneceğim. Şimdilik tüm bu duygulara sahip çıkmayı seçiyorum ve bunları da konuşulmaya değer buluyorum. Cesaretli ve güçlü olmama hakkımızı burada saklı tutabilmek istiyorum.

Yine de kitabımın arkasına yazdığım o nota bazı düzeltmeler yaptım. Evet, hayatımın buraya kadar olan kısmını çok yanlış yaşadım. Ancak bundan sonrasını yanlış yaşamaya niyetim yok. Kim olmadığımı biliyorum. Kim olduğumu öğrenmeye çalışıyorum. Bir insan olduğumu, gördüklerimin bende bir karşılığı olduğunu da biliyorum. Olduğum kişiyi daha fazla gizlemeye, saklamaya niyetim yok. Bunu söylemek hayatınızı güllük gülistanlık bir hale getirmese de, çoğu zaman oldukça iyi geliyor. Gülebiliyorsunuz. Kendinizi -belki de hayatınızda ilk defa- sevebiliyorsunuz. Aynada gördüğünüz kişiye şefkat gösterebiliyor, onunla kucaklaşabiliyorsunuz. Karşınıza çıkanlara “Tamam, ben bununla başa çıkabilirim, başa çıkamazsam da köşeme çekilir dinlenirim” diyebiliyorsunuz. İlk kez giydiğiniz binder göğsünüzü sıkarken şehrin sokaklarında müzik dinleyerek saatlerce yürüyorsunuz. Tüm bu olanlar gerçekten de binder giymeye benziyor; bir şey içinizi sıkmaya devam ediyor, ama ilk kez bu kadar mutlusunuz. İlk kez filmin devamını merak ediyor, olacakları görmek için sabırsızlanıyorsunuz.

* Binder ya da chest binder, özellikle trans erkeklerin/transmaskülen kişilerin göğüs bölgesinde düz bir görüntü elde etmek için kullandığı bir çeşit korse.

Görsel afri-love.com sitesinden.

Author

Bir Cevap Yazın