Yazının İngilizce orijinali Queer Spaces Will Always be Necessary 22 Mayıs 2022 tarihinde metropolismag.com sitesinde yayımlanmış, yazarın ve web sitesinin izniyle Türkçeleştirilmiştir.
Queerlik ile inşa edilmiş alanların arasındaki ilişkinin hem uyumlu hem erişilebilir hem de kapsayıcı fiziksel alanların üretimine yol açabileceğini iki yeni kitap bizlere gösteriyor.
New York şehrinde küçük, radikal bir kitapçı olan Bluestockings’de feminist veya engelliler için adalet okuma grupları, LGBTİ+ kitapların lansmanları, özsavunma atölyeleri ve daha birçok diğer gey şenliklerinde queer toplulukla yıllardır bir araya geliyorum. Bluestockings aktivist bir kitapçıdan daha fazlası; trans ve seks işçilerinin sahip olduğu bir kooperatif, topluluk merkezi olmasının yanı sıra marjinalize ve kriminalize edilmiş bireyler için güvenli bir alan. Lower East Side mahallesinde kamuya açık tuvalet hizmeti vermekle kalmayıp ücretsiz menstrüasyon ve doğum kontrol ürünleri ve hızlı Covid-19 testi sunan nadir yerlerden birisi. Mekana ortak olan çalışanlar hasar azaltma pratiğine hakimler, güvenli seks ve Narcan (Narkotik doz aşımında kullanılan bir müdahale ilacı) ile müdahale eğitimi veriyorlar, ve topluluk için ücretsiz fetanil testi çubukları sağlıyorlar. Burada oturup kablosuz internetlerini kullanmak için kitapçıdan bir şey almak zorunda değilsiniz ve tüm alan ABD Engelliler Kurumu’nun standartlarına uygun erişilebilirlikte. Kısacası, Bluestockings –queer alanların genelde olduğu gibi– kapsayıcı ve büyülü bir alan.


Fakat büyü gizemlidir, tanımı zordur. Queer olmanın kendisi kategorize edilmeyi, tanımlanmayı ve ideal bir dünyada metalaştırılmayı reddeden bir kavramken, queer alanı nasıl tanımlarız? Queer olmanın veya dünyayı queer bir şekilde deneyimlemenin nasıl olduğuna dair tekil bir temsil olmadığı gibi queer alanları tanımlayan tekil bir stil veya mimari tipoloji bulunmuyor. İnşa edilmiş alanlarda queerlik etrafındaki akademik tartışma (en bilinen örneği olan Aaron Betsky’nin 1997 senesinde yayımladığı Queer Alan: Mimari ve Hemcins Cinsel Arzusu [ Queer Space: Architecture and Same Sex Desire]) cis, beyaz, gey erkeklerin görüş açılarını merkeze aldığı için eleştirilebilir -ki genelde eleştiriliyor da-, ancak görünen o ki queer alanın ne olduğu ve ne anlama geldiği akademide de yeniden düşünülüyor. Kuzey Amerika’daki Mimarlık bölümleri queer alan üzerine derslere, öğrenci oluşumlarına ve sempozyumlara ev sahipliği yapıyor. Peki, mezuniyet sonrası bu fikirler nasıl bir şekil alıyor? Uygulamadaki queer alanlar nerede? Queer bir şekilde tasarlamanın bir yolu var mı?
Betsky 2017 tarihli Log’un “Çalışan Queer” sayısında yer alan bir söyleşisinde “Queer Alanın Sonu?” konusunu düşünürken New Affiliates’in kurucu ortağı Jeffer Kolb’a şunları söylüyor: “Queer erkeklerin ve kadınların kendilerini tanımlamak için gittikleri fiziksel mekanların artık gerekli olmadığını sanıyorum.” Bir diğer deyişle, teknoloji, sosyal medya ve konum-merkezli uygulamaların yükselişiyle birlikte, queerler artık seks veya topluluk bulmak için yeraltındaki çark noktalarına bel bağlamak zorunda değil. Belki çoğunlukla beyaz ve Batılı bağlamlarda bu doğru, ancak bundan beş sene sonra, tasarımcı Adam Nathaniel Furman ve mimarlık tarihçisi Joshua Mardell’in editörlüğünü yaptığı yeni çıkan bir kitap farklı gerçekliklere işaret ediyor.
QueerAlanlar: LGBTİ+ Mekanlar ve Hikayeler Atlası (Queer Spaces: An Atlas of LGBTQIA+ Places and Histories, RIBA, Mart 2022) sadece cis “queer erkek ve kadınlar”a değil ama aynı zamanda trans, nonbinary, ve gitgide büyümekte olan kısaltmanın içindeki farklı çok yüzeyli kimliklere de hitap eden 100’e yakın proje ve makale ile fiziksel queer alanların gerekliliğini kanıtlıyor. Kitap, genelde görünmez kılınan bu alanların kaydedilmesi konusunda etkileyici bir adım –ancak bu hiçbir şekilde bütün bir liste değil. Nathaniel Furman konuyu şöyle açıklıyor: “Dünyanın çok büyük bir kısmında harika queer faaliyet alanları var –ancak bunları yayımlamak hiç güvenli değil. Birçok ülkede bunu yüksek sesle ilan etmedikleri sürece [queerler] yapacaklarını yapabiliyorlar.”

“Sorma, Söyleme” mentalitesi ABD’de geçerliliğini yitirse de, dünyada görünürlüğün yarattığı tehlikeler var olmaya devam ediyor. Cornell Üniversitesi profesörü Stephen Vider’ın yeni kitabı Evin Queerliği: 2. Dünya Savaşı sonrası Cinsiyet, Cinsellik ve Ev İçinin Politikası’nda (The Queerness of Home: Gender, Sexuality, and the Politics of Domesticity after World War II) merkezi tema gizli kalma gerekliliğinin ortaya çıkardığı yaratıcılık. Kitap savaş sonrası dönemin ABD’sinde queer ev içi alanları ayrıntılarıyla açıklarken, queerlerevi inşa edilmiş alanları yeniden düşündüklerinde ve arzu ve kimliklerinin vücut bulması için kullandıklarında neler olabileceğini gösteriyor. Kitap, lezbiyen feminist mimari, topluluk içi bakım ve HIV/AIDS politikaları ve queer hanenin geleceği konularına arşivlerden çıkarılmış samimi fotoğrafların görselleştirmesiyle bakıyor. “Hane mühürlenmiş bir mahrem alan olarak değil, kamusala açılan bir geçit olarak anlaşılmalı,” diye yazan Vider’e göre queer ev içi alanlar bağ, bakım ve topluluğun oluştukları yerler.
Ev içi queer alanların daha büyük bakım sistemlerine açılan geçitler olması fikri Nathaniel Furman ve Mardell’in atlaslarında da karşımıza çıkıyor. Ev içi, Topluluğa Ait ve Kamusal olarak üç bölüme ayrılan Queer Alanlar kitabı evler, ilk trans konferansına ev sahipliği yapan Birleşik Krallık’taki otel ve hatta 18. yüzyılda Prens Ludwig Otto Friedrich Wilhelm’in eşcinsel arzularının peşinden koştuğu Bavyera sarayı gibi tarihteki ve günümüzdeki en mahrem mimari formlarla başlıyor. Yazarlar konuyu şöyle açıklıyor: “Kaynakları topluluklardan toplayabilen ya da ait oldukları sınıf sayesinde varlığa sahip olanlar için ev içi alanlar çoğunlukla queer bireylerin, çiftlerin ve akrabalık gruplarının kalıcı ve anlamlı alanlar yaratabildikleri yerler oldular. Bu alternatif ev içi oluşumlar hayat tarzlarına kamusal alanda izin verilmeyenlerin ihtiyaçlarını karşılıyor, yeni anıların birikmesine, hayatlarındaki dönüm noktalarını kutlamalarına ve insan olarak değerlerinin başkaları tarafından kabul edilip fiziksel olarak iz bırakmasına izin veriyordu.”

Sağ: Kaynak: Noel Phyllis Birkby Eskizleri, Sophia Smith Koleksiyonu, Smith College, Northampton, MA.
1974 senesine ait olduğu düşünülen bu hayal ürünü alan çiziminde arkadaşları içeri almak ancak talepleri dışarıda tutmak için açılıp kapanan bir kubbe tasarlanmıştı.
Betsky queer kültür anaakımlaştı derken haklıydı –heteroseksüel kadınların bekarlığa veda partilerini drag barlarda yapmaları, queer televizyon programlarının internet üzerinden yayın yapan popüler platformlarda yayınlanması artık bir tabu değil, hele şirketlerin onur ayını kutlamaları konusunu bana hiç sormayın –ancak 2022 yılı aynı zamanda cinsiyet uyumlama konusunda sağlık hizmetlerini yasaklamaya çalışarak trans çocukların ve ailelerin kriminalleştirilmesi ve cinsel ve üreme sağlığı haklarına yapılan amansız saldırılarla bezeli bir sene oldu. Transların –bedenlerinin, alanlarının, topluluklarının– herkes tarafından anlaşılma ve kabul edilmesinden ne kadar uzakta olunduğu hiç bu kadar açık olmamıştı. Queerlik ve tasarım hakkında birçok metin cis gey ve lezbiyen alanları incelese de, Queer Alanlar Arjantin’deki Trans Hafıza Arşivi, Bangladeş’teki bir Hijra Guru’nun Çatısı ve Londra’daki Transoloji Müzesini dahil ederek bu açıklığa küresel çaptaki trans tarihini inceleyen hikaye ve görsellerle sayfaları doldurarak değiniyor. Evin Queerliği’nde Vider, ev içi radikal yeniliklerin “kendilerini var eden ve sınırlayan iktidar devrelerine ihanet ettiğini, renovasyonun evin iskeletini ortaya çıkardığını” yazıyor.
Covid-19 pandemisinin üçüncü yılını yaşarken artık evin ne olduğu fikri iyice değişti. Zoom gibi dijital alanlar sayesinde evlerimiz artık işyerlerimiz, spor salonumuz, eğlence mekanlarımız ve hatta doktorumuzun muayenehaneleri haline geldi. Nathanial Furman ve Mardell Zoom’da gerçekleşen queer bir ev partisi örneğini kitaplarına katmış olmalarına rağmen, editörler sanalda çok fazla vakit geçirmek istememişler. Nathaniel Furman şöyle diyor: “Bilemiyorum, [queer sanal alanların] 2015’te herkes Grindr hakkında heyecanlıyken büyük bir şey olduğunu düşündükleri kadar büyük olduğunu sanmıyorum. Elbette Telegram, Whatsapp ve Grindr var, onlardan hikayeler de çıkacaktır ancak esas önemli olan bir alanda insanlarla bir araya gelmek ve bireysel olarak var olduğumuz, evlerimizi kurduğumuzu, yaşamlarımıza iz bıraktığımızı görmek. Queer alanlar her yerde, fiziksel olanın öldüğü yok.”

Elbette, sanal gerçeklik ve metaverse’deki yeni gelişmelerle birlikte dijital queer alanların geleceğine, nasıl derler, karar verilecek. Ancak uygulama-tabanlı bağlantılar için duyulan erken heyecan gibi, Web3’ün de baştan sona yeni var olma ve kendimizi tasarım ve alan yoluyla ifade etme biçimleri getireceğini umut edebiliriz. Bu konuda Nathaniel Furman şöyle diyor: “metaverse’ün potansiyel olarak gerçekten ilginç olacağını kesinlikle düşünüyorum, ancak bu konuya girmedik, çünkü kitabı hazırlarken daha çok yeniydi.”
İkonlaşmış gece kulübü Palladium, Lex’te bir açılan bir kendi başına yap paylaşımı veya belirgin cinsiyet özelliği olmayan bir avatar ile (hayal kurmak serbest, değil mi?) dolaşabileceğiniz sanal bir bar… Queer alan genelde bedenlerimizi nasıl yönlendirdiğimize oldukça ilintili. Sanal ya da fiziksel, tasarım insanlara kendi bedenleri üzerinde bir eylemlilik sağlayabilir mi? Görünürlük için tasarlamak çok fazla şey gizli kalırken ne anlama gelir? Genelde tercihlerimizi sınırlamak isteyen bir dünyada marjinalize edilmiş insanlar nasıl tasarımda erişilebilirliği, eşitliği ve tercih özgürlüğünü temel alan bir paradigmayı işler hale getirebilirler? Bunlar zor sorular ve Britanyalı Mimarların Kraliyet Enstitüsü gibi tarih boyunca heteronormatif olmuş bir kurumun böyle bir kitapta bu tip konulara akıl yormasının önemi gözden kaçmamalı.
Gustavo Bianchi ve Facundo Revuelta şöyle yazıyor: “Onların kuir dolaşmaları ve taşkın hareketleri şehrin normatif hareketlerini radikal bir kesintiye uğratan, hislerin ve arzunun genelgeçer alanlardaki sınırlarını keşfeden, şehre ait bir hareket.”
Belki de, queer her şeyde olduğu gibi, sorular cevaplardan daha önemlidir. Ancak LGBTİ+ topluluğu bir şeyin eksik, adaletsiz, veya genel iyiye hizmet etmediğini görme konusunda özellikle ustalaşmış durumda. Nathanial Furman’ın söylediği gibi, biz var oldukça, queer alanlara hep ihtiyaç duyacağız. Akışkan, şekil verilebilir ve dönüştürücü alanlara her zaman ihtiyaç duyacağız. Atlasın benim için en hatırlanabilir kısmı trans yazar ve topluluk örgütleyici Ailo Ribas’ın varış noktasında ailesine istemeden açılmamak için Londra-İspanya arasında yaptığı tren yolculuğunu daha maskülen bir ifadeye bürünmek için kullanışını anlattığı yazı. Ribas şöyle yazıyor: “Treni bir değişme odası, bir kaçış modülü olarak kullanıyordum: kilitli bir yatak odası kapısı, kamusal bir tuvalet, evde yalnız olmak, queer bir bar, yeni bir kıyafet, bir çift meme, yapay bir penis, bir arkadaşın evi, bir dayanışma grubu.” Öyküsü vücutlarımızda ikamet edişimizin bizi çevreleyen mimaride ikamet edişimizi nasıl değiştirdiğinin altını çizerken yazıyı şöyle sonlandırıyor: “Queer alan en basitinden bizim değişimle doğru ilişki kurmamızı sağlar.” Ve eğer değişim hayattaki tek değişmez ise, queer düşünme ve inşa etme konusunda biraz daha öğrenmeye hepimiz kalkışabiliriz.
Ana görsel: Takeshi Dylan Sadachi Tokyo’daki New Sazae barı için şunları yazmış: “Tokyo’nun LGBTİ+ mahallesi Shinjuku Nichōme’de bulunan ve fantastik diskonun cenneti New Sazae 1966’da kurulmuş. Modası geçmiş tanımla “gey diskosu” olarak anılan bu mekan mahalledeki en eski kuir kurumlardan biri ve her türlü cinsel kimlik ve cinsiyet performansına sahip müşterilerini kabul etmede bir öncü.” Görsel: Kaoru Yamada
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.