HIVfobi III: HIV/AIDS Aktivizmine Neden İhtiyacımız Var

Hasonans

Serinin ilk yazısı “AIDS Krizi LGBTİ+ Mücadelesine Nasıl Yön Verdi”yi şuradan; ikinci yazısı “Türkiye’nin HIV/AIDS İle İmtihanı”nı şuradan okuyabilirsiniz.

Baskılar ve yasaklarla devam eden bir Onur Ayı’nda hepinize tekrar merhaba! İlk iki yazıda onur yürüyüşlerinin ve HIV aktivizminin başladığı ve kesiştiği tarihsel noktaları, Türkiye’de sürecin nasıl işlediğini, HIV ile yaşayanlar için sistemin yarattığı stigmadan bahsetmiştim. Serinin bu üçüncü ve son yazısında ise HIV ile yaşayanlar için güvenli alan sayılabilecek aktivist-politik çevrelerde HIV adayları (halihazırda HIV ile yaşamayanlar) tarafından yaşatılanları ele almaya çalışacağım; HIV/AIDS mücadelesine neden ihtiyacımız var ve bunun için harekete nasıl harekete geçebiliriz sorularının peşine düşeceğim.

Harekete geç!

Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar bize gösteriyor ki, HIV ile yaşayan ve ilaçlarını düzenli olarak kullanan kişilerin viral yükü (bir mililitre kanın içindeki HIV miktarı) belirlenemeyen seviyenin altına düştüğünde korunmasız penetratif ilişkilerde HIV bulaşı riski sıfır oluyor. Buna B = B, yani “Belirlenemeyen = Bulaştırmayan” deniyor. Bu durumda herhangi bir bulaşı gerçekleşmeyeceği için kimsenin herhangi bir sorumluluğu yok. Peki, viral yük belirlenebilir seviyedeyse, HIV ile yaşayan tedaviyi reddediyorsa o zaman bulaşı konusundaki sorumluluk kimin olur? HIV ile yaşayan biri bunu ilişkilendiği partnerleri ile paylaşmalı mı? Bu soruların beraberinde getirdiği tartışmalar sosyal medya platformlarında ısıtılıp ısıtılıp gündemleştiriliyor ve HIV aktivizmi yapanlar tekrar tekrar aynı şeyleri açıklamak zorunda bırakılırken, tartışmalar HIVfobiyi yeniden üretmek için bahane oluyor.

Son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, hiç kimse HIV statüsünü başka biriyle paylaşmak zorunda değil. Bunu 2022 yılında tartışmaya açmak dahi HIV ile yaşayanları kendilerini “eksik” ve “hastalıklı” hissettirip sosyal ilişkilerinde hayatın dışına iterek tetikleyip, varoluşlarının suç-ceza ekseninde tartışılması ve genellikle suçlanmaları yönüyle kriminalize ettiği için stigmadır, HIVfobidir. HIV statüsünü bilmeyen biriyle yaşadığınız ilişkilerde sorumluluk ne kadar size veya partnerinize aitse, statüsünü bilenle yaşadığınız ilişkilerde de sorumluluk eşit derecede size veya partnerinize aittir. Bunun dışındaki her savunu HIVfobiyi, tarihsel sürecinden bağımsız olarak bakamayacağımız için de LGBTİ+fobiyi besler. Mesela neden HPV’ye karşı bu derece bir fobi yok da HIV’e karşı var diye düşündünüz mü? Bunun arkasındaki sebep HIVfobinin içselleştirilmiş LGBTİ+fobiden kaynaklanması olmasın?

Aktivizmimi de yaptığıma göre statüsünü HIV+ olarak paylaşan ve statüsünü paylaşmamayı tercih eden aktivistlerin durumunu kendi adıma ve tanıdığım bazı aktivist arkadaşlarım adına biraz açayım. Öncelikle “Ben HIV+ değilim ama…” ile başlayan cümleler, sonuna ne getirilirse getirilsin kendisini konforlu bir alanda konumlandıran, aktivizmini yaptığı grubun yaşadığı stigmadan kaçan sorunlu bir aktivizm yöntemidir. Böyle bir aktivizm bana dehümanize (insanlıktan çıkarma/insandışılaştırma) edici, ötekileştirici geliyor. Eğer HIV ile yaşamıyorsak ve aktivizm yapmak istiyorsak statümüzü açıklamamamız gerekiyor. Bunun tersi bir yaklaşım “LGBTİ+ değilim ama…”cı aktivizmden pek de farklı değil. Bu söylem biçiminin kendini özneden üstün gören, özneyle arasına mesafe koyan bir arka planı var. Bunlar sadece benim görüşlerim değil. HIV ile yaşayan ve HIV aktivizmini statülerini açıklayarak yapan aktivistlerin anlatılarındaki ortaklık, durumun genel çerçevesini görmemizi sağlıyor.

İki ucu stigmalı aktivizm

Gelelim aktivizm yapıp statüsünü paylaşmayan HIV ile yaşayanlara ve HIV adaylarına. Bu durumda aktivizm yaptığınız ilk anda herkesin zihninde HIV ile yaşayan olarak damgalanıyorsunuz. Örneğin ben bu yazıyı yazdım ve yayımlandı. Siz okuyucuların tamamına yakını benim HIV ile yaşayan olduğumu düşüneceksiniz(Bundan eminim ama ispatlayamam). İşte sosyal medyada ve aktivizm yürüttüğümüz her alanda yaşanan tam olarak bu. Daha kötüsü ise HIV aktivizmi yaptığınız için örgütlendiğiniz (lubunya, sol, insan hakları vb. fark etmeksizin) kurumlarda ve çevrelerde dedikodu malzemesi bile yapılıyor olmanız Barda random öpüştüğünüz birine sırf aktivist olsanız dahi HIV ile yaşayan olduğunuz söyleniyor ve bu random kişi size hesap sorabiliyor. Stigma ve kriminalizasyon sebebiyle HIV ile yaşayanların büyük kısmı ve HIV adayları aktivizmden uzak duruyor.

Lubunyaların HIV konusunda bilgisi 1983 yılına bile henüz ulaşabilmiş değil. Farklı alanlarda aynı anda aktivizm yürüten bazı çevreler maalesef HIVfobi meselesini yanlış bir eksende ele alabiliyor. Tartışmalar genellikle fikir ayrılığı şeklinde algılanıyor. HIVfobinin özeleştiri gerektiren bir ayrımcılık biçimi olduğu konusunda bazı aktivist-politik çevrelerin kafa karışıklıkları var. HIV ile yaşayanların sosyal medyada ve çevrelerinde cinayete teşebbüsle suçlanabildiği, sosyal izolasyona tabi tutulduğu bir ortamda tartışmaları bu zeminde yürütmeyi bir aktivist olarak doğru bulmuyorum. Bu şekilde aktivizm yürüten çoğu kişiye yapılan uyarılar da yanıtsız kalabiliyor. Ben bunu görece yol kat ettiğimiz transfobi tartışmaları ile çok benzer buluyorum. Nasıl ki transların varlığı, trans deneyime sahip kadınların kadın olduğu artık transfobik olmayan aktivist çevrelerce tartışmaya kapalıysa, HIV statüsünü paylaşma konusu da tartışmaya kapalıdır. Hiç kimseye hiçbir şartta HIV statüsünü soramazsınız, sormamalısınız. HIV statüsünün sorulabilirliğini tartışmak HIVfobidir; bu kadar açık ve net. Peki nasıl aktivizm yapmalıyız? Öncelikle internette binlerce güvenilir yazılı ve görsel kaynak var. Bunların bir kısmını da zaten yazının içerisinde link olarak veya yazıların sonunda bulabilirsiniz. Önce kendinizi bu güvenilir kaynaklardan besleyin, savunduğunuz şeyde aklınızda şüpheye yer olmasın. Sonra sizden önceki aktivistler neler yapıyor, özneler ne diyor diye araştırın, özneleri tanımaya çalışın. Son olarak da inandığınız için mi, egonuzu tatmin etmek için mi aktivizm yapıyorsunuz kendinizi sık sık kontrol edin. Ayrıca aktivizm yapıyor olmak, birlikte mücadele ettiğiniz aktivistlere statüsünü sorma hakkınızı doğurmaz bunu da unutmayın. Benim bir aktivist olarak kişisel önerilerim bunlar.

Evet, HIV ile yaşayan ve HIV adayı olan lubunyaların sorunları bir yere kadar ortak. Ancak HIV ile yaşayan lubunyaların bu ortak sorunlar dışında da birçok problemi var. Sizi temin ederim ki, bu problemlerin çok azı HIV virüsü ile ilgili. Neredeyse tamamına yakını komünitemizle ve komüniteden olmayan insanlarla ilgili. Kendi komünitesi olarak sahiplendiği yerde yok sayılan, görmezden gelinen, stigmaya uğrayan, sınırları ihlal edilen insanların yerine bir dakikalığına kendimizi koyalım. Evet, ne yapıyoruz biz? Cis-heteroların lubunyalara yaptığını kendi komünitemizde daha kırılgan başka bir gruba uyguluyor olduğumuzu, olabileceğimizi hiç düşündünüz mü?

HIV ile yaşayanların vaktizamanında verdiği mücadele sonucunda bu kadar rahatız. Stonewall ve ardından gelen AIDS direnişleri olmasaydı şu an bundan çok daha kötü bir durumda olabilirdik. Bugün dünyada lubunyaların elde ettiği kazanımlar o direnişlerden bağımsız okunamaz. 

Bitirirken

Kapitalist sistem ne yazık ki “zengin cis hetero beyaz adamın” sorunları dışında her sorunda gibi HIV’e kesin bir çözüm bulmaya yanaşmamış, HIV’i kronik bir hale getirmiştir. Kesin çözümün bulunmama sebebini salt bilimsel gelişmelere bağlamak için biraz alık olmak lazım, kusura bakmayın. Yeniden bir direnişe geçmez, kesin çözümü yüksek sesle talep etmezsek dün Covid’de, bugün maymun çiçeğinde olduğu ve kim bilir hangi salgında olacağı gibi medya ve cis hetero bağnazlığı bizi yeni hastalıkların sebebi olarak kriminalize edecek. HIV ve HIVfobi meselesinin yükünü sadece HIV ile yaşayanların omuzlarına yüklemek adil değil. Bu hepimizi ilgilendiriyor, o nedenle hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bizler harekete geçene kadar daha kaç kişi bu stigma cenderesinin altında ezilecek? Hepimizi mübarek Şehr-i Pride biterken harekete geçmeye çağırıyor, bu yazı dizisini İngiliz sanatçı Elton John’un 2018’de bir HIV panelinde sarfettiği şu cümlelerle noktalıyorum:

“Eğer bu bağnazlık ve nefret olmasaydı, bu salgın tahmin edebileceğinizden çok daha hızlı bir şekilde ortadan kaldırılabilirdi. Ve eşcinsellerin daha az değerli olduğu fikrini kafamızdan atana kadar, korkarım ki 20 yıl sonra da burada oturup aynı lanet şeyi tartışıyor olacağız.”

Ana görsel: 1989 New York Onur Yürüyüşündeki ACT UP korteji. Fotoğrafçı: Tracey Litt

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Bir Cevap Yazın