HIVfobi I: AIDS Krizi LGBTİ+ Mücadelesine Nasıl Yön Verdi

Hasonans

Bu yazıyı yazmayı ikinci kez deniyorum. Aylardır kafamda oluşan onlarca fikir ve şablon olmasına rağmen tüm bunları rafine bir biçimde nasıl anlatabilirim bir türlü emin olamıyor, karar veremiyordum. Sonunda ortaya her şeyin kendimce özeti olan bu yazı dizisi çıktı. Değerli okuyucu, bu yazı dizisinin amacı sizlere bir şeyleri öğretmek veya hâlihazırda ajitasyon malzemesi edilmesi ve sosyal medyada hedef gösterilmesi dışında görünürlüğü pek olmayan bir grubu ajitasyon üzerinden görünür kılmak değil. Sadece “hatırlayalım” , “sorgulayalım” ve “harekete geçelim” istiyorum.

Hatırla!

Bilindiği gibi mübarek Onur Ayı 1969 Stonewall isyanından beri gezegenin birçok yerinde “buradayız!” demek adına anılıyor, kutlanıyor. Zor zamanlar lubunyaları 69’da olduğu gibi nasıl birleştirdiyse kapitalist dünyanın verdiği ufak sus payları da mücadelenin rehavete kapılmasına, devrimin kendi evlatlarını tüketmesine neden oldu. Stonewall’a önderlik eden Siyah-Latin trans kadınlar daha direnişin dumanı tüterken 1973’deki Onur Yürüyüşü’nde “Eğlence ve para için kadınlarla dalga geçtikleri” toplum tarafından görünüş olarak “normal” algılanmadıkları ve bunun LGBTİ+’ların toplum tarafından kabul edilmesini engellediği gibi gerekçelerle kürsüden eleştirildiler! Sylvia Rivera, Marsha P. Johnson gibi harekete gönülden bağlı trans kadınların sayesinde barlara daha rahat gidebildiklerini unutup, translara trans olmayı bırakmalarını söylediler 1973’de Amerikan Psikiyatri Derneği’nin (APA) eşcinselliği psikolojik hastalıklar listesinden çıkarması gibi kazanımlar arttıkça bölünmeler de beraberinde geldi. Transları hareketten dışlayanlar arasında yer alan cis-lezbiyenler, daha sonra cis-geylerin mizojinisine maruz kaldıkları için kendi onur etkinliklerini ve yürüyüşlerini düzenlemeye başladılar. Bu bölünmeler mücadelenin devrimci gücünü zamanla zayıflatıp hareketi liberal bir çizgiye sürükledi Ta ki yeni bir birleştirici “felaket” yaşanana kadar…

“Gey Salgını”

1981 yılına gelindiğinde ABD’nin farklı eyaletlerinde çok uzun süredir raporlanmamış nadir hastalıklar raporlanmaya, hastalar haftalar içinde hayatlarını kaybetmeye başlarlar. Bu hastaların ortak özelliği neredeyse tamamının cis-gey atanmış erkekler olmasıdır. Medya bu sansasyonel haberlerin üzerine hemen atlar. Adını “gey hastalığı” koydukları bu yeni hastalık hakkında dezenformasyon had safhadadır. 1982 yılında sendroma AIDS adı verilene kadar o yıl içinde ABD’de 447, Avrupa’da 1223, Afrika’da 10.717 kişi hayatını kaybetmiştir. Bilim insanları ancak 1983 yılında hastalığa yol açan HIV virüsünü tanımlar! Bu virüsün sadece ibneleri, travestileri ve orospuları etkilediği görüşünün sonucu olacak ki araştırmalar kağnı hızında ilerler, hükümetler çözüm üretmeye, araştırmalara kaynak ayırmaya yanaşmaz, duruma kayıtsız kalır. Her geçen gün enfekte insan sayısı artmakta, ölümler tırmanmaktadır. Bununla beraber hâlihazırda var olan LGBTİ+fobi şiddetli bir artış gösterir, polis ve gardiyanlar LGBİ+’larla ilgili sıradan işlemleri bile maske ve eldivenle yapmaya başlar, AIDS ile yaşayanlar uçaklardan indirilir, çoğu sağlık görevlisi onları tedavi etmeyi reddeder, cenaze işlemleri yapılmak istenmez… 1985 yılında The Los Angeles Times’da yayımlanan bir araştırmaya göre katılımcıların %50’si AIDS ile yaşayanların karantinaya alınmasını, %48’i AIDS ile yaşayanlara bunu belirten belirten kimlikler verilmesini, %15’i AIDS ile yaşayanların vücutlarına bunu belirten dövmeler yapılmasını destekler! Halbuki AIDS’e yol açan HIV virüsünün keşfedildiği 1983’te virüsün bulaşma yolları da duyurulmuştur. HIV; kan yolu, korunmasız cinsel ilişki, hamilelik ve anne sütü dışında bulaşmamaktadır. Ama bu LGBTİ+fobik ve HIVfobik toplum-medya için önemli değildir.

Zamanla AIDS ile yaşayanların öncülük ettiği sessiz yürüyüşler, protestolar gerçekleşir. Ancak değişen bir şey yoktur; hükümetler sessizdir, halk kayıtsızdır ve ölümler artmaktadır. Başlarda sessizliğe gömülen queer komünite yavaş yavaş uyanmaya, üzerindeki bölünmüşlük ve dağılmışlıktan sıyrılmaya başlar. Michel Foucault (Fransız düşünür, 1984), Rock Hudson (ABD’li aktör, 1985) ve Gia Carangi (ABD’li model, 1986) gibi halk tarafından bilinen ünlü insanların da AIDS’e bağlı komplikasyonlar nedeniyle ölmesi ve düzenlenen yürüyüşler kamuoyunun dikkatini çekmeye başlar. AIDS ile yaşayanlar, arkadaşları, ölenlerin yakınları ve destekçiler artık seslerini daha kalabalık ve daha geniş kapsamlı yürüyüşlerle duyurmaya başlarlar. Onur yürüyüşlerinin ana gündemi AIDS salgını ve hükümetlerin hiçbir şey yapmamasıdır. Ekim 1987’de ABD kongre binası önüne yüzlerce metrekarelik dev bir kilim serilir, kilimin her bir metrekaresi AIDS krizinden kaybettiklerimiz kişilere adanmıştır. Onbinlerce insan hükümetlerini ilaç araştırmaları ve hastaların tedavisi için bir şey yapmaya çağırır. Aynı dönemde ABD’de yürüyüşleri organize eden Gay Men’s Health Crisis (GMHC), hemofili hastası AIDS ile yaşayan bir çocuğu, Ryan White’ı kampanya yüzü olarak seçer. “Makul” bir AIDS ile yaşayanın kampanya yüzü seçilmesi komünite içinde tartışmalara yol açsa da medya ve halk bu “makul AIDS’li”nin sesini duymamazlık etmez, hükümet öldüğü 1988 yılında Ryan White Bakım Yasasını yürürlüğe koyar. Evet, artık AIDS ile yaşayanlar rahatça ölebilir, çünkü devlet bakım giderlerini karşılamaktadır! Protestolar çok yavaş ve yetersiz yürümektedir, tedaviye yönelik sonuç almak ilaç şirketlerinin ve hükümetlerin insafına kalmıştır. Bu, süregiden duruma katlanamayan bazı aktivistler için daha radikal ve sonuç odaklı oluşumlara kapı aralar.

ACT UP ve yeni protesto yöntemleri

ABD’de protestoları yürüten GMHC eleştirilerin de odağındadır. AIDS’le mücadele edenlerin boşa harcayacak tek bir saniyeleri bile yoktur. GMHC’yi siyasi olarak pasif görenlerden biri olan tiyatrocu Larry Kramer, eylem odaklı yeni bir organizasyona öncülük eder. Stonewall gazisi Marsha P. Johnson’un da kuruluş sürecinde aktif rol oynadığı ACT UP (AIDS Coalition to Unleash Power) hayata geçer. ACT UP diğer protestolardan farklı olarak sivil itaatsizlik ve işgal eylemlerine öncelik verir. Devlet binaları, mahkemeler, ilaç şirketleri, TV stüdyoları, belediye meclisleri, sağlık komisyonları gibi birçok yerde eylem düzenlerler. Bu eylemlerin bazıları o kadar büyük yankı uyandırır ki tüm haber kanalları yayınlamak zorunda kalır. Örneğin AIDS tedavisinde kullanılan bir ilacın fiyatının düşürülmesi için New York borsasını basıp kendilerini zincirlerler, ilacın sahibi şirketi protesto ederler. Ertesi gün şirket ilacın fiyatını %40 düşürür! Amerikan Federal İlaç Dairesi’nin (FDA) işgalleri sonucunda HIV-AIDS alanında yapılan deneysel ilaç çalışmalarını halkla paylaşırlar. Amerikan CBC televizyonunun stüdyosunu canlı yayında basıp Körfez Savaşına ithafen “AIDS’le savaşın Araplarla değil!” sloganları atarlar. Neredeyse her eylemleri gözaltı ve tutuklanmayla sonuçlanır. ACT UP dünyanın birçok ülkesinde bu eylemleri sürdürür. Eylemcilerin amacı açık ve nettir: Hastalar için ücretsiz tedavi, tedavi için deneysel ilaçlara sınırsız erişim, ilaç araştırmaları için daha fazla bütçe! Yaptıkları eylemlerle halkı, şirketleri, hükümetleri harekete geçmeye zorlarlar. 

Bu eylemlilik hali, protestolar ve hızla artan ölümler politikacıları sonunda(!) harekete geçirir. İlaç araştırmaları için dev bütçeler ayrılır, şirketler daha çok araştırma yapmaya başlar. 90’ların ilk yarısında artan çalışmalar sonucu HIV’le yaşayanların sağlıklı bir ömür sürmelerini sağlayacak ilaçlar geliştirilir. 90’ların sonunda 20 yıllık mücadele geride LGBTİ+fobinin yol açtığı bir yıkım ve ölümler bıraksa da sonuç vermeye başlamıştır. HIV/AIDS ve yol açtığı fobik ortam lubunyaların daha da kenetlenmesine, aralarındaki kalınlaşan duvarların incelmesine yol açmış, birlik olunmadan başarıya ulaşılamayacağı zor yoldan olsa da görülmüştür. Bu süreçte yaşananların mücadelenin sonraki yıllardaki bazı gündemlerini de belirlediğini not düşmek gerek. Örneğin AIDS nedeniyle hayatını kaybedenlerin sevgilileri, hastalık ve ölüm süreçlerinde birinci dereceden yakınları olmadıkları için partnerlerinin yanında olamamış, o dönemde sıkça eleştirilen bu durum sonraki yıllarda evlilik eşitliği mücadelesinin etkenlerinden biri olmuştur.

Peki, bunca olan bitenden sonra HIV/AIDS mücadelesinde başarıya ulaştık mı? Maalesef daha alacak çok yolumuz var. Stigma ve HIVfobi gücünden pek bir şey kaybetmiş değil. Türkiye medyası, sağlık sistemi ve vatandaşları da en başından beri HIVfobi ve stigma konusunda utanç verici bir azim ve istikrar içerisinde. Bunlar da bir sonraki yazının konusu olsun. Queer özgürlük ve eşitlik hareketinde ve HIV/AIDS mücadelesinde efor sarf etmiş ve şu anda aramızda olmayan tüm lubunyaların ruhu şad olsun diyerekten bu bölümü noktalıyorum.

HIV/AIDS aktivizmi ve önemli dönemeçlerinden biri olan ACT UP’la ilgili izleyebileceğiniz belgesel, dizi ve filmlerden bazıları şunlar:

How to Survive a Plague (2012)
120 battements par minute (2017)
It’s a Sin (2021)
We Were Here (2011)
United in Anger: A History of ACT UP (2012)
AIDS Diva (2021)
Pose (2019-2021)
Stop The Church (1991)
Let the Record Show (2013)

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Author

2 Comments

Bir Cevap Yazın