Küçüklüğümde beni kendim olmam konusunda cesaretlendiren en önemli yazarlardan biri açık eşcinsel kimlikli küçük İskender’di. Yakışıklı futbolculara şiir yazmasının olay olduğunu hatırlıyorum, en ünlü şairlerinden birisinin karısını dövdüğü Türkçe edebiyat tarihine yapılmış en güzel saldırılardan biriydi bu. Şiirleri, kendim gibi olmanın serbest olduğu bir yerdi. Kendin gibi olduğunda yine dövülüyordun, burası hayali bir pembe bulutlar ülkesi değildi ama dövüldükten sonra buraya geldiğinde açık yaralarını gösterebilirdin. Bu yaraları, belki de yaraların güzelliğini paylaşma hakkın vardı. Acı güzellemesi değil, acı yarıştırma hiç değil. Acının güzelliği dediğimizde aklımıza gelen şey dış dünyanın (şimdiki aklımızla buna cis-hetero dünya diyelim) standartlarına göre çirkin bedenlerin güzelleştiği bir dünya olmasıydı. Kendini, farklılıklarını saklaman gereken dış dünyanın aksine burada bunları yapmana gerek yoktu.
Şimdi kendi kitabımı yazdığımda, Ellerin Ellerimde benim okumayı isteyip de bulamadığım o lezbiyen roman oldu. İki Genç Kız, Fena Hâlde Leman ve Öteki’yi okumuştum ama bir şekilde bizi yansıtamadıklarını düşünüyordum. Bu kitabı kimliği nedeniyle (ya da için) mücadele veren herkese adıyorum. Bu yalnızca LGBTİ+ varoluşları değil, kendi olduğu için hayatı bir mücadeleye dönüşmüş herkesi kapsıyor.
Queer çocuklar için queer edebiyat hayat kurtarabilir. Çocukken karşılaştığım lubunya hikâyelerini okumam sayesinde, hayatımın neye benzeyebileceği konusunda örnek alabileceğim karakterlerle tanıştım.
Kendinizi gerçekleştirebilmeniz için kendinizi görmeniz gerekir, Netflix gey yapar mı?
Çoğumuzun büyürken ailemizde gördüğü queer rol modeller yok. Seçilmiş ailelerimizle daha ileride yaşlarda tanıştığımız da düşünülürse (en azından bende durum buydu), bizi büyütecek queer ailemiz kitaplar oluyor. Hikâyeler bizi şekillendirir. Ve eğer sizin bir parçanız, belki de en önemli parçalarınızdan biri hakkında hiçbir hikâye duymazsanız, muhtemelen o parçanız diğerleriyle beraber büyüyemez. Queer kitaplar her bir parçanızın büyümesine yardımcı olur. Bizim bir tarih kitabımız olmadığı için, bunu sanatla yazmamız gerekiyor.
Kendi hikâyelerimizi anlatmamız gerekiyor, çünkü ya hiç kayıt altına alınmazlar ya da kaybolurlar. Lubun hikâyeleri Türkçede mahkemelerce yasaklanmasa bile*, otosansür nedeniyle bu hikâyeleri çok kişi yaz(a)madı.
Ancak lubunya edebiyatı dediğimiz şeyi yalnızca LGBTİ+ insanların yazdığı bir edebiyat olarak tanımlamak, queer dendiğinde akla yalnızca eşcinselliğin gelmesi kadar sınırlıdır. Burada henüz Türkçeleştirmemiş olsak da (neden olmasın?) queer’i bir sıfat olarak kullanmakla kalmayıp, fiil olarak da kullanma imkânlarımızı araştırmaya davet ediyorum hepimizi. Queer kelimesi, başlangıçta bir hakaret olarak kullanılıp günümüzde onu sahiplendiğimiz düşünülürse, bugün politik bir araç olarak kullanılmaktadır. Ve biz de queer anlatıcılar olarak queer öyküler yazmanın yanı sıra, edebiyatı queer’leştirmeyi de amaç edinmeliyiz.
Çünkü bence queer edebiyat dediğimiz şey, normatif anlatıyı bozan, normali rahatsız eden bir şeydir. Edebiyatın sınırlarını yeniden çizmekle kalmayıp okuyucuyu bilmediği, tanıdık olmadığı bir alana sokar. Okuyucu bu dünyayla tanışmakla kalmayıp kendiyle de yüzleşir. Bu bağlamda queer’i sıfat olarak kullanmak yerine fiil olarak kullandığımızda, “queer edebiyat”, edebiyatın kenarda köşede kalmış bir türü olmaktan çıkar ve edebiyatı queer’leştirdiğimiz, anlatıyı büktüğümüz bir hâl alır. Queer karakterler sıradan okuyucunun kafasını karıştırır; cinsiyet rolleri sorgulanır, ikili cinsiyet sisteminin dayattığı kadınlık ve erkeklik eğilip bükülür. Queer anlatılar bildiğimiz edebiyat kurallarına da meydan okur, başkaldırır. Queer edebiyat belirsiz ve muğlaktır, ötekidir. Tarihten silinmeye çalışılanların (asla silinenlerin değil) hikâyelerini, nasıl silinmeye çalışıldıklarıyla birlikte anlatır.
Neden daha çok queer karakterler barındıran hikâyeler yazmalıyız?
Çok tanıdık bir hikâye: Karakterimiz kendi cinselliğinin farkında değildir, kendi dâhil kimse bilmez, hemcinsine âşık olmasıyla hikâye başlar. Elbette bu olabilir, belki de gerçek hayatta olaylar tam da böyle yaşanmaktadır. Ama bu hikâyelerde beni rahatsız eden bir şey var. O da hikâyenin konusunun iki karakter arasındaki aşk olması yerine, hikâyenin konusunun karakter(ler)in eşcinselliği olması. Bir hikâyenin tek konusunun karakterin eşcinselliği olması, her şeyi geçtim, bana bir okuyucu olarak çok sıkıcı geliyor. O hikâyeden karakterin eşcinselliğini çıkardığımızda da hikâye devam edebilmeli. Hikâyenin olayı o kişinin LGBTİ+ olması olamaz.
Lubunya bir aşk hikâyesi okuduğumda beklentim ilk aşkın heyecanını hissetmek, belki aşkın yakıcılığını yaşamak, birbirinden beslenip büyüyen karakterleri okumak. Açık konuşayım, LGBTİ+ hayatların ne kadar zor olduğunu anlatan bir kitap okumak, bir okur olarak ilgimi çekmemesi bir yana, bir lubunya olarak da direnişime el vermek yerine ket vuruyor gibi hissettiriyor. LGBTİ+ olmanın kendisinin bir direniş olduğunu bilerek, özellikle de Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, Ankara ve Eskişehir Onur Yürüyüşü eylemlerini yaşadığımız şu günlerde*, hikâyelerde lubunya temsilleri görmek istiyorum. Bunun en az sokak eylemleri kadar da önemli olduğunu düşünüyorum. Lubunyaların yaşadıklarını anlatmak için edebiyatta biricik queer karakterlere ihtiyacımız var. Eğer bir karakterin tek özelliği lubunya olmak olursa bir okuyucu onunla nasıl bağ kurabilir?
Bir lubunya olarak kendimi tanımlarken başka özelliklerim de var. LGBTİ+ edebiyatın olayı nedir?
Bence LGBTİ+ kimliğim bir yazar olarak benim hakkımdaki en önemli şey değil. Diğer özelliklerim, hayatta başka zevklerim de var. Queer kelimesinin yazar kelimesinden önce gelmesini (queer yazar olarak tanınmak) istemem. Lubunyaların çok çeşitli olabileceği fikrini yazmalıyız. Çok çeşitli ailelerden, sınıflardan, Türkiye’nin, dünyanın farklı bölgelerinden gelen farklı hikâyeler. Her tür bedenden, her dilden lubunyalar.
Bunu yazarken LGBTİ+ kimliğinin bazılarımızın hayatta kalabilme mücadelesi önündeki tek engel olduğu gerçeğini göz ardı ettiğim sanılmasın. Evet, maalesef hayatımızın ana hattı lubunya kimliğimiz olabiliyor. Ama bir okur olarak lubunya karakterin kişiliğini anlatmadan sadece lubunyalığını görmenin ve başka hiçbir özelliğinden bahsetmemenin o lubunya karaktere (de) yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu düşünüyorum. Yazdığım her hikâyede en az bir queer karaktere yer veriyorum. Gerçek hayatta olduğu gibi. Korku, bilim kurgu veya fantastik türleri olabiliyor bunlar. Şu an yazdığım yazı da dâhil. LGBTİ+ özelinde olmayan kapsayıcı bir queer politikayla yazmaya çalışıyorum.
Peki siz neden queer hikâyeler anlatmalısınız?
Bu yazının amacı okuyanlara gaz vermek, evet. Sizi kendi hikâyenizi anlatmak için cesaretlendirmek istiyorum. Yazarlığın ayrıcalıklı özel kişilere bahşedilmiş bir yetenek olduğunu düşünmüyorum. Bizim hakkımızda anlatılanları değiştirmek için elimizde çok önemli bir güç var. Bu da edebiyat. Yukarıda da bahsettiğim gibi roman okumayı seven biri olarak benim gibi bir karakteri anlatan bir roman bulamıyordum. Arayıp da bulamadığımız hikâyeleri okumanın tek bir yolu var, kendimiz yazmamız.
Queer edebiyatın iki tür okuyucusu var: Bizim çocukken yaşadığımız yalnızlığını yaşamasını istemediğimiz lubunyalar ve elbette lubunya olmayanlar. Beyaz, natrans, heteroseksüel insanlar belki de yazdıklarımızı hiçbir zaman anlamayacak olabilir. Ama bizim yine de yazmamız gerek. Onların kendi köşelerine kaçıp umursamazlıkla bizi görmezden gelmelerine izin veremeyiz, her köşeyi istila etmiş heteroseksüellik gibi onların köşelerine de başımızı uzatmak, kafamızı sokmak zorundayız. Türkçe edebiyat okuyucularının çoğu için queer hikâyeler hâlâ tanıdık bir alan değil. Yabancı okuyucuların ellerinden tutup girmelerini, bu alanı keşfetmelerini sağlamalıyız.
Daha fazla lubunya yazara ihtiyacımız olduğu aşikâr. Eğer bunu başaramazsak kendi hikâyelerimizi başkalarından duymaya mahkûmuz. Bizim hikâyemizi başkaları anlattığı sürece bizim için önemli kısımları elbette es geçecekler ya da kendi ajandalarına uygun hikâyeler yazacaklar ve en önemlisi de bizim adımıza konuşmuş olacaklar.
Ben bu yüzden yazıyorum, bu yüzden de kendime yeni yazar arkadaşlar arıyorum. Bu yazının okuyucusu olan herkesi, evet herkesi, yazmaya davet ediyorum.
Lubunyalar olarak eninde sonunda bu sistemi değiştireceğimizi düşünüyorum, bunun yolu bence var olan dünya yerine tahayyülümüz olan dünyayı birbirimize anlatmaktan geçiyor. Bunu yapmak da bir bakıma bize bağlı. Bu yüzden de lubunya hikâyelerimizi anlatalım. Mücadelemizin geleceği buna bağlı.
Sanat, eser üretenden tüketime geçen kolektif bir deneyim. Queer edebiyata ihtiyacımız var, çünkü queer edebiyat aslında biziz. Ve tarih boyunca ve şimdi susturulan veya unutulan o sesleri ve sanatı yüceltmek bizim elimizde.
***
“Bu yazının ilk hali, Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği, KuirFest bünyesi altında lubunyaların ve kuir sanatla uğraşan öznelerin bir araya gelebileceği, dayanaşacağı ve bilgi aktarımı yapılması için kurulan KuirFest Kuir Sanatçılar Dayanışma Ağı – Kuir Ağ platformu desteği ile yayınlanmıştır.”
Yazarın QueerTroublemakers sitesinde editörlüğünü üstlendiği “Bizim Queer Challenge’ımız” serisine bu linkten ulaşabilirsiniz.
Deniz Erkaradağ’ın yazdığı Ellerin Ellerimde‘yi kazanma şansı için çekilişe katılmak ister misiniz?
Kurallar ve çekilişe katılmak için buraya tıklayın.
İlker Hepkaner’in Deniz Erkaradağ ile yaptığı söyleşiyi okumak için tıklayınız.
Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.
Görsel: Alohawares
1 Comment