Twitter Polemikleri: Lubunyanın Vazgeçemediği Ayrıcalıkları

son birkaç aydır içinde bulunduğum Twitter tartışmalarından mütevellit kaleme aldığım bir yazı bu. yazıya biraz ajitatif başlayacağım, özür dilerim, ama bu benim gerçekliğim maalesef.

adım Mert. işçi Türk baba ve asimile Gürcü bir annenin -ikisi de sağcı, fobik, otoriter- ömrünün tamamını Marmara’da geçirmiş evladıyım. cinsiyetlerle ve bana atanan cinsiyetle derdim var. beyanın kısıtlayıcı olduğunu düşünmekle birlikte cinsiyetsizliğimin bana atanan cinsiyetle ve bedenimle olan ilişkime etkisi nedeniyle kendimi trans olarak tanımlamayı tercih ediyorum. üniversite öğrencisiyim. sığamadığım cinsiyet normları sıkça başıma bela oluyor. üniversite yurdunda barındırmadılar beni, eve çıkmak zorunda kaldım. ev geçindirmek için çalışıyor, çalışırken yaşadığım fobiyi sineye çekiyorum; bir geleceğim olsun diye tutunmaya çalıştığım akademi nedeniyle bir sürü ödev ve sorumluluğum var ama hem norm dışı var oluşum hem türkiye şartları nedeniyle bir geleceğim olacak mı, bunu bile bilmiyorum. akademi-iş-ev üçgeninde sırtıma bindirilen sorumluluklara ek olarak gerek sosyal medyada gerek sokakta mücadele veriyorum.

bu sadece benim hikâyem. tüm o trans deneyimleri arasında belki de oldukça ayrıcalıklı bir konumdayım. diplomasında adı yazsın diye eğitimini donduran, varoluşuna izin verilmediği için okulunu bırakan birçok trans tanıyorum. bazıları yaşadıkları tüm fobiyi sineye çekip can güvenlikleri dahi olmayan işlerde çalışıyor, bazısı çalışamıyor; kimisi başını sokacağı bir barınak dahi bulamazken kimisi Allah’ın her günü sosyal medyada linç yiyor, ölüm tehditi alıyor. diğer tüm ezilmişliklerimizi bir yana bıraktığımızda dahi çok ağır bir deneyim translık. 

bir de bunun daha da ağırlaştığı hâller var. çok fazla kimliğimiz var, çok boyutlu eziliyoruz. yıllardır solcu geçinen Leman Sam’ın ırkçılığının Twitter’da gündem olduğu, sık sık mültecilere saldırıldığı haberlerini okuduğumuz şu günlerde bazı Kürt trans arkadaşlar TERF’ler tarafından düzenli olarak olarak hedef tahtasına oturtuluyor. biri “feministler ikiye ayrılır: TERF’ler ve gizli TERF’ler” yazdığı için, bir diğeri “TERF’lere ölüm, travestilere özgürlük” yazdığı için okların hedefi oluyor. işin kötüsü saldırılar sadece TERF’lerden de gelmiyor; yoldaş, kuir ve/ya feminist, mücadele ortağı bildiğimiz cis Türkleri de karşımızda buluyoruz.

bu yazıyla TERF tartışmaları başladı başlayalı geldiğimiz şu noktada Türkler tarafından sömürgeleştirilmiş Kürt halkının mensubu translara sözde mücadele ortakları tarafından getirilen “eleştiri”lere kapsamlı bir şekilde değinmeye ve kendileriyle olan dayanışmamın kaynaklarını irdelemeye çalışacağım. belirtmek isterim ki bu yazının hedef kitlesi asla ve kat’a TERF’ler değil (hep aynı transfobik dil ile saldıran bu ucube sözde feministlere argüman üretmenin hiçbir fayda sağlamadığı, ancak ve ancak dalga konusu edilebileceklerini düşünüyorum. transfobilerinde boğulmaları dileğiyle.), kanımca oldukça hatalı konumlandıklarını düşündüğüm Türk cis kuir-feministlerdir.

değineceğim birinci husus şudur ki Kürt translara yöneltilen “eleştiri”lerin bir kısmını üslup eleştirisi olarak görmekteyim, eril dil kullanımına laf edilmesinden tutun da “şiddete şiddetle karşılık verilmez” denmesine kadar. bu tavır/tutum şu açıdan kritik: bu eleştiriler üretilen söylemin öz savunma olarak görülmediğinin bir kanıtıdır, öz savunma olarak ele alınmadığı için de meşru bulunmaz. TERF tartışmaları başladı başlayalı sistematik olarak transfobik şiddetle mücadele etmesi gereken bizlerin ürettiği bu söylemler neden meşru değildir? bizlere yaşatılan travmaların sonunda bizi çileden çıkarması neden problematize edilmektedir? düzenli bir şekilde şiddete/ayrımcılığa maruz bırakılırken hâlâ seviyeli bir üslup dayatılıyor bize. dayatılan sınırları aştığımızda ise “travesti terörü” imajı hiç de olumlayıcı olmayan -hatta ve hatta kriminalize edilen (90’larda devletin ve medyanın yaptığının daha örtülü bir hâli)- bir biçimde yeniden üretiliyor ve aslında “çileden çıkmış/delirmiş/sıyırmış” şeklinde etiketlendirilmiş oluyoruz ki bu da mağdur suçlayıcılık dediğimiz şeye denk düşüyor. 

seks işçilerinin deneyimlerinin aktarıldığı birkaç etkinliğe katılmıştım. kaldı ki onlar kadar olmasa da belli bir miktarda sokak ve getto deneyimim de mevcut. güvensiz alanlarda mağdur edilenlere üslup tartışması açılamayacağı kanısındayım. beldesini ödemeyen koliye jilet çekip tehdit eden seks işçisine kızamam. kendisini jurnalledikleri ve yine aynı kişiler tarafından sistematik bir biçimde orospufobiye uğrayan kadına “alloseksüel tahakkümü yeniden üreten söylemlerde bulunamazsın!” diyemem. dayak yerken ağzından çıkan eril küfürü tutamayan ibneye kızamam. kendisini sistematik bir şekilde sömüren kocaya vurdu, fiziksel şiddet uyguladı diye bir kadını suçlayamam. bu mağduriyetler arasında bir hiyerarşi kurup da birine “sen şunu bile yaşamamışsın, niye şimdi böyle yaptın!?” diyemem. bunların hepsini mağdur suçlayıcılık olarak görürüm. eşitsizlikler sistemi içerisinde ezilenlere kendilerini nasıl savunacaklarını dair sınırlar çizmeye benim politikam müsaade etmez çünkü mevzubahis ezilmişliğin kişiyi nasıl bir duruma soktuğunu -eğer deneyimim- yoksa bilemem ve bana düşen şeyin onun mücadele metodunun arkasında durmak olduğuna inanırım. kimilerinden çokça ayrıcalıklı bir hayat sürerken insanlara kendi yöntemimi dayatmayı ayrıcalıklarımın farkında olmayışımın bir göstergesi olarak ele alırım.

Kürt trans arkadaşlara yöneltilen bir başka eleştirinin konusu ise doğru(?) bir tartışma ortamı yaratmadıklarına dair. bu eleştirilerin birkaç örneğini ve bunların neden problematik olduğunu düşündüğümü sırayla aktaracağım:

(1) tartışmada Kürt translar ve onlarla dayanışanlara “bunları argüman olarak bile görmüyorum” gibi bir eleştiri ile gelinmesi. akademik yöntem eksikliğine/hatasına dair getirilmiş bu eleştiri -özellikle de Kürt translara cis Türkler tarafından yapıldığında- sömürgeci, elitist, ayrıcalıklı bir yere denk düşüyor. cis’lere kıyasla transların, Türklere kıyasla Kürtlerin başta eğitim olmak üzere haklara erişiminin kısıtlılığı hatırlanmalıdır. Akademi bizlerin değil. TERF’lerin -TERF oldukları defalarca kez ortaya konduğu hâlde- akademide var olmaya devam edebildiği, oldukça prestijli yayınlarda makalelerine yer bulabildiği; PKK üzerine çalışma yapmanın, “Kürdistan” demenin ve/ya barış bildirisine imzacı olmanın akademiden atılma gerekçesi olduğu bir politik konjonktür ve baskı rejimi altında Kürt translardan seviyeli bir üslup tutturarak akademik bir dil ile gerekli tüm argümanları oluşturarak TERF’lerle tartışmasını beklemek ne makul ne makbul bir talep. Kürt transları içinde barındırmayan, burjuvazinin uşağı, sömürgeci artığı, sahte solcularla dolu akademinin yıkılması mücadelesi, mücadelemiz içine katılması gerekirken yoldaş bildiklerimiz tarafından bu iğrenç sistemin (akademinin), bize ait olmayan ve olmayacak olan bir unsurunun (akademik dilin) dayatılmasıdır bu. yani kısaca: mağduriyetin silindiğine ve mağduru suçlamak için bir araç hâline getirildiğine şahit oluyoruz aslında bu akademik yetersizlik eleştirisi ile.

(2) TERF’lere karşı üretilen söylemi problematize eden cis Türk kuir-feministlerle yürütülen tartışmalar üzerine söylenen ve karşılıklı tarafların ikisinin de “kabilecilik/kankacılık” oynadığına dair getirilen eleştiri de yine şahsen problematik bulduğum bir başka eleştiri. TERF’lerin bir çete gibi transların üzerine çullanması belki bu açıdan ele alınabilir. nitekim Kürt transların ve onlarla dayanışanların da yine bu tutumda olduğunu söylemek transfobik şiddete karşı dayanışanların mücadelesini küçümsememektir kanımca. çünkü bu insanlar ayrıştıkları mücadele ortaklarına dertlerini anlatmaya çalışırken, yaptıklarının meşru olduğuna dair savlarını öne sürerken böyle bir itham almaları aslında politik bir tutum almadıklarını, sadece ve sadece kişisel ilişkileri dolayısıyla bir arada durduklarını imâ etmektir. birbirini tanıyan, tanımayan insanların beraber konumlanışı belli bir politik tavır almalarından mütevellittir. herhangi birinin herhangi bir tarafın (ya da iki tarafın da) konumlanışının politikliğini yadsıması tartışmayı boşa düşürür, değersizleştirir, küçümser. halbuki Kürt translar ve onlarla dayanışanlar transfobik şiddete karşı üretilmiş öz savunmanın meşruiyetini silen ve mağdur suçlayıcılığa varan bir problematiklik içine düşen sözde mücadele ortakları cis kuir-feministlere tüm bunlara rağmen dert anlatmaya çalışıyorlardır.

tüm bu tartışmalarda gündem edebileceğimiz bir başka eğilim ise topluluğumuz içerisindeki içselleştirilmiş ırkçılık ve Türk kuir-feministlerin sömürgeci siyasal düzenden kopamıyor oluşu. akademik dil dayatmasında bu konuya biraz değinmiştim. nitekim bunun birkaç örneğini daha vermek istiyorum: sürekli olarak Kürt transların radikalleştiriliyor, kriminalize ediliyor oluşu. Twitter’da Allah’ın her günü feministlerin erkekleri öldürmek gerektiği ile ilgili tweet’ler atıyor oluşuna karşın (bununla da hiçbir derdim yok, çünkü bence bu da bir öz savunma) Kürt translar TERF’lere “sakın karşıma çıkma” ya da “TERF’lere ölüm, translara özgürlük” yazdığında bunun şiddet çığırtanlığı, tehditi olarak alınması. Sömürgeci devlet tarafından üretilen terörist, şiddetperver, barbar Kürt tiplemesinden doğru ortaya çıkan bir eğilim olarak görmekteyim ben bunu. Türk cis kadınların failleri erkekleri öldürmekle ilgili tweet atmalarının ve/ya Türk transların yine benzer şiddet(?) temennilerinde bulunmasının olağan karşılanmasına karşın özneler kürt translar olduğunda tavrın değişmesi örtülü ırkçılığın bir göstergesi.

bir de öyle bir konumda olanlar var ki onları anlamakta epey güçlük çektiğimi söyleyebilirim. “feministler ikiye ayrılır: TERF’ler ve gizli TERF’ler” tweet’i üzerine başlayan tartışmada sözde mücadele ortaklarımızın ortaya koyduğu “#notallmen”cilerinkiyle birebir aynı olan refleksi. açıkça söylemek gerekirse bu refleksi karşı argüman üretecek kadar dahi ciddiye alamıyorum. bu hataya düşenlere tek diyebileceğim şudur: “kimlere benzediğinize bir dönüp bakın Allah için.”

tüm bu tartışmalarda kaçırılan bir başka nokta ise Kürt translardan ve onlarla dayanışanlardan gelen eleştirilerin oldukça kırılgan bir şekilde karşılanmasıdır. Türk cis kuir-feministler kendilerine yöneltilen beyazlık, ayrıcalıklılık, transfobik hatalara düşme eleştirilerini neredeyse “iptal edilmeye çalışıyoruz!” dercesine karşılamasıdır. lubunya hareketi içerisinde en değerli gördüğüm özellik sürekli kendini sorguluyor, dönüştürüyor oluşudur. şahsen sunduğum, bana sunulan tüm eleştirileri bu açıdan ele almayı tercih ediyorum. hataya düşmüş, ayrıcalıklarımdan arınamamış olabilirim diye düşünürüm; iptal edilmeye, alandan silinmeye çalışıldığım anlamına gelmez eleştiri almam. aynı yolun yolcusuysak eğer birbirimizin eksik kaldığı noktaları birbirimize göstermek boynumuzun borcu. getirilen eleştiriyi ciddiyetle ele alınması, kırılganlıktan uzak kalınması elzemdir.

bir başka değinilmesi gereken mevzu ise “tetikleyici içerik”tir. TERF’lere karşı mücadele eden translara ithafen yazılan “tetikleyici tartışmalara girmesek mi?” gibi taleplerdir. bu talebi de bir miktarda ayrıcalıklılık hâli olarak okuyorum. bu eleştiriyi hepimiz akıl sağlığının çok kıymetli olduğunu bilerek ve görerek açmak istiyorum. TERF’lerle yapılan kavgalar kimsenin isteyerek girdiği kavgalar olduğunu zannetmiyorum. böylesi hakaretler, fobiler duyduğumuz tartışmalara bilerek isteyerek girmiyor, içine çekiliyoruz. ya hedef tahtasına oturtulduğumuz ya da hedef olanlarla dayanışmak istediğimiz için… böylesi bir mücadeleye girmek zorunda kalan insanlara “benim tetiklenmeme sebep oluyorsunuz”a varan bir söylem bu. asıl suçluların -ki bunlar TERF’lerdir- silindiği ve bu rahatsızlığın müsebbibi olarak transfeministlerin gösterilmesidir. mağdur suçlayıcılığa varır. hedef tahtasına oturtulmayanların, dayanışmaya gücü olmayanların kendi akıl sağlıklarını korumak için tercih edebilecekleri birçok yöntem varken böylesi bir taleple gelmeleri kolaya kaçıp problematik bir eğilim göstermektir. güvenli alanlarda yaşamıyoruz, uğradığımız şiddetle mücadele ediyoruz ve bu mücadelenin keyfi olduğunu imâ edilemez. kişiler tetiklenmeme talepleri ile kendi güvenli alanlarının, ayrıcalıklı konumlarının devamını temenni etmektedirler ve hatta bu güvenli alanlara zarar vermeme taleplerini yönelttikleri kişiler translar olduğu zaman bu zarar görme hâlinin müsebbibi olarak transları göstermektedirler demek hatalı olmayacaktır.

son olarak şunu söyleyebilirim ki bu yazıyı kaleme alırken aslında eleştirdiğim tavrın/tutumun hatalarına düşmek en büyük korkum oldu. ayrıcalıklarımın farkında olmaya ve bunlardan arınmaya çalışıyorum ama çabamın ne kadar yeterli olduğu konusunda eleştiriye her zaman açığım. Kürt olmadığım için deneyimleri asla tam olarak anlayamacağım mücadele ortaklarım olan Kürt translara boynumun borcu olarak gördüğüm dayanışma görevimi yerine getirmeye çalışırken istemeden bir yanlış yapmış olmak, bir ön yargıyı tetiklemek, haddimi ve boyumu aşmak, özneliklerini yok saymak gibi bir duruma düşmek beni en çok yaralayacak olan şey olur. nitekim taahhüt ederim ki eğer böylesi bir hataya düştüysem öz eleştirimi verir, düştüğüm hatayı telafi etmek adına elimden geleni yaparım.

Author

Bir Cevap Yazın