Eylül gelmeden izlemeniz gereken 12 TV programı
Gelenin gideni aratmasına şaşırmadığımız bir yaz oluyor. 2020 kabusunu atlattık, hadi güzel bir sene olsun diye başladığımız 2021, mutlu olmak için sene değişimlerine bel bağlamamız gerektiğini bir kere daha hatırlattı. Özellikle yaz korkunç geçti, hala da dünyanın ve ülkenin dört bir yanından gelen felaket haberleri beni çoğu zaman koltuğun köşesinden kalkamaz hale getiriyor. Hal böyle olunca ben de basıyorum kumandaya, esmese de TV ekranından biraz ferahlık geliyor. Bu biraz iyilik güzellikle dolmayı umduğum yapımlardan bazılarını sizlerle de paylaşmak güzel olur diye düşündüm ve 2021 Yazında Bujileri Yakmadan Nasıl Hayatta Kaldım listesini hazırladım. İşte Eylül gelmeden izlemeniz gereken 12 TV programı.
1. The White Lotus (mini dizi)

Övmeyenin dövüldüğü bir dönemde yaşıyoruz ama iyi ki yaşıyoruz. Dizi aleminin biraz tekrara düştüğü bu zamanlarda kafasına koyduğu hikayeyi sakin sakin, estetiğinden taviz vermeden anlatan kaç yapım kaldı Allah aşkına? The White Lotus insan ve ayrıcalıklar hakkında karakterlerinin okuduğu Nietzsche ve Freud kitaplarından daha fazla şey söyleyen bir yapım. Açılış sekansında değişen desenleri tüm dizinin son beş dakikasında anlıyor olmamız ise ayrı bir tatlılık. Hawaii’de lüks bir otelde geçen dizimiz bana gençliğimde Bodrum’da çalıştığım Fransız tatil köyünü, oradaki kendini bilmez müşterileri ve zenginlerin söyledikleri hiçbir şeyi ciddiye almamayı öğrenişimi hatırlattı. Şu an ne yapıyorsanız bırakın ve hemen bu diziyi izleyin.
2. Young Royals

İsveçli çok fazla arkadaşım olmasına rağmen hiç gitmediğim, gitmeyi de asla istemediğim bir ülke İsveç. O nedenle diziye başlamadan bu ülkenin kurgusal prensinin bir Latin Amerikalı göçmen çocukla yaşadığı lise aşkından bana ne, diye düşünüyordum ama daha ilk bölüm bana tüm önyargılarla bezenmiş laflarımı yedirdi. Young Royals klasik aşk ve saray entrikaları hikayelerini öyle bir yenilikle anlatıyor ki her şeye bir anda kendinizi kaptırıp Willem ve Simon’un rehber öğretmeni veya düğün planlayıcısı olmak istiyorsunuz. Dizinin oyunculuklarının ve sanat yönetiminin harika olduğunu not edeyim. Play’e basmadan önce kadehinizin şarapla dolu olduğundan emin olun.
3. The Comeback (tekrarı)

Bu açıkçası benim en sevdiğim yaz aktivitelerinden birisi. Her yaz bu televizyon cevherine geri dönüp geçen sefer kaçırdığım detayları yakalamayı çok seviyorum. Tek bir sitcom ile ünlü olduktan sonra unutulmuş Valerie Cherish’in şov dünyasına geri dönüşünü çeken bir reality show’un yayınlanmamış, kurgulanmamış kayıtları şeklinde sunulan bu dizi bir TV cevheri. Lisa Kudrow’un ekranda devleşip adeta “Phoebe kimdi, hatırlamıyorum” dediği bir başyapıt olan The Comeback’in iki sezonu arasında neredeyse on sene var. Kendisine hayranlığım yıllara yayılan bir hikayeyi komedi ve trajediyle harmanlayıp anlatmasından da geliyor. Kardashian şovlarının hepsini unutun, daha iyisi yapıldı.
4. Atypical (final sezonu)

Nöroçeşitlilik hakkında adeta bir giriş dersi olan Atypical final sezonuyla ekranlara veda etti. Bi+ karakteri Casey’nin dizinin ana karakteri otizmli Sam’den bol bol rol çaldığı bu sezon dizinin içindeki pek çok irili ufaklı hikayeyi olabilecek en güzel şekilde bir sona bağladı. Dizi bitti ama ben hala Casey’nin üniversite hayatını anlattıkları bir spin-off bekliyorum, umarım Netflix bu milyon dolarlık fikri es geçmez. Atanmış ve seçilmiş ailelerimizle kurduğumuz bağın sınırları nasıl olmalı, gençken yaşanan arkadaşlıkların ve romantik ilişkilerin hayatımızdaki belirleyici rolü nedir gibi konularda -ister istemez- kafa patlatıyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
5. Special (son sezon)

Special Serebral palsi rahatsızlığı olan yazar Ryan’ın annesiyle yaşadığı hayatı gözden geçirmesini anlatan tatlı bir komedi. Ryan’ın Los Angeles gibi dış görünüşün çok önemli olduğu, plastik gibi duran vücutların makbul sayıldığı bir şehirde gey olması diziye ayrı bir zenginlik katıyor. Special’ın ikinci sezonu açık ilişki, engelli fetişi, yaşlıların sosyalleşmesi ve göçmen ailelerin çocuklarından beklentileri gibi başka zor konulara da korkusuzca dalıyor. Bittiğine çok üzüldüğüm bir dizi oldu, ne yalan söyleyeyim. İçiniz pambık gibi olsun istiyorsanız açın izleyin.
5. Making the Cut (2. sezon)
Aslında Heidi Klum ve Tim Gunn’ı gönül defterimden silmem için çok neden vardı. Sıkı bir Project Runway hayranı olarak bu moda efsanesini aniden terk edip Amazon’a geçtiklerinde hafif içerlemiştim. Sonra “biz artık tasarımcı değil, marka arıyoruz” mottosuyla ve Amazon’un devasa bütçesiyle Making the Cut’ı yaptılar, ilk sezonda seçtikleri birinci için onlara daha çok içerleyip neredeyse tamamen küstüm. Ancak Making the Cut’ın ikinci sezonu Klum ve Gunn’ın günahlarını affettirdikleri bir sezon oldu. Boş konuşana tahammülün olmadığı, tasarımcıların moda dünyasında başarılı olmak için ihtiyaçları olan her türlü yeteneği test edip geliştirdikleri bu yarışma tam olarak Project Runway’den daha fazlasını bekleyenler için. Bu yarışmanın en ilginç yanlarından birisi belki de her bölüm kazanan kıyafetin Amazon’daki Making the Cut dükkanında satışa sunuluyor olması. Jeff Bezos’un uzay yolculuklarına daha fazla para kazandırmak istemiyorsanız telefonunuzdaki Amazon uygulamasını kapatıp izleyin.
6. Gossip Girl (yeniden çekim)

Hani bazen bir şey o kadar kötü, o kadar kötü, o kadar kötü olur ki siz gözlerinizi ayırmadan izlersiniz. Gossip Girl’ün günümüze uyarlanmış ilk sezonu işte öyle bir sezon. New York’un en zengin mahallesi Upper East Side’da öpözel bir okula giden liseli veletlerin birbirlerinin ayağını kaydırma yarışını konu alan dizimiz New York’u oldukça yanlış anlatmasıyla da göz dolduruyor. Hangi karakterden daha çok nefret ediyorum, bilmiyorum. Ama insan bu, kazalara, yanan evlere, felaket videolarına bakmadan duramayan bir tabiatımız var. Ben de bu güdüyle Gossip Girl 2021’i izliyorum. Kristen Bell’in muzip bir şekilde Gossip Girl’ü seslendirmesini özlediyseniz her şeye rağmen izleyin.
7. Love, Victor (2. sezon)

Liseli gey çocukların hayatta yaşadıkları problemleri izleyip içlenmek artık benim markam mı oldu bilmiyorum, ama elbette Dear Victor’ın ikinci sezonunu da bir oturuşta bitirdim. Love, Victor daha önce FakfukfonTV’ye yazdığım gibi oldukça yalpalayan bir yapım. Çıkış noktası Love, Simon’ın gölgesinden kurtulamayan ilk sezondan sonra ikinci sezonda Simon’ın telefonlarına cevap vermeyen bir Victor görmek açıkçası iyi geldi. Ancak her türlü gençlik dizisi klişesinin burada da tekrarlanması biraz sıkıcı oldu. Tüm bunlara rağmen sıcak yaz günlerinde Victor’ın cool sevgilisi Benji’nin hiç de öyle cool olmadığını fark etmek, Victor’ın babasını canlandıran James Martinez’in daddy bear’lığını ve lisenin zorbası Andrew’un azılı bir LGBTİ+ dostuna dönüşümünü izlemek çok güzel oldu. Hala görüşüyorsanız ve sizi olduğunuz gibi kabul ettilerse lise arkadaşlarınızla izleyin.
8. The Great Pottery Throw Down (tüm sezonlar)

Eğer benim gibi bir Great British Bake Off hayranıysanız ve tüm sezonları iki defa izlemenize rağmen damarlarınıza hala o minvalde bir tatlışlık enjekte etmeniz gerekiyorsa The Great Pottery Throw Down tam size göre. Birleşik Krallık’ın dört bir köşesinden amatör seramikçiler bir araya gelip seramik yapma güçlerini konuşturuyorlar. İki şov arasındaki tek paralellik herkesin aşırı pozitif olması ve sınırsız tatlışlık göstermesi değil elbette. Bir pastanın tadını nasıl jüri tatmadan bilemiyorsak, yapılan seramiğin rengini de son ana kadar bilemiyoruz mesela. Veya Paul Hollywood’un el sıkmayla bir yarışmacıyı ekstra tebrik edişi, bu yarışmada Keith Brymer Jones’un gözyaşlarını tutamaması şeklinde tezahür ediyor. Ayrıca seramik zanaatinin aynı pastacılık gibi nasıl da ihmal edilen bir zanaat türü olduğunu fark etmenize sebep olabilir bu yarışma. Seramik kupanızdan sıcak çikilata yudumlayarak izleyin. Ya da yazın sıcak çikilata olmaz, neyse bakın siz başınızın çaresine.
9. Real Housewives of Beverly Hills (son sezon)

Bilen bilir, Real Housewives serisine laf ettirmem. Kendinin süper entelektüel açıdan yaklaşıyor sanıp bu reality şovların eşitsizliği nasıl da yeniden ürettiğini filan iddia edenlerin ağzının payını Nene Leaks’ten veya Lisa Vanderpump’dan öğrendiğim bir iki cümleyle veririm. Real Housewives fenomeninin Marksizmi sığ bir şekilde kullanan anelizlere karnımız yok, evelallah başımızda Antonio Gramsci’ciğimiz, Stuart Hall’cuğumuz ve Edward Said’ciğimiz var. Kimse West Village’ın gey ikonu, Sarah Jessica Parker’ın kankisi Andy Cohen’in aklından şüphe etmesin. Bu reality şov dizisi son on yıla damgasını vurdu, bir on yıl daha izleriz bence. Şimdi diyeceksiniz madem o kadar seviyorsun, neden sadece RHOBH son sezonunu öneriyorsun? RHOBH’in son sezonu tam olarak da Real Housewives’ta anlatılan yaşamları sürenlerin takkelerinin düştüğü ve -öhöm- kellerinin göründüğü bir sezon oluyor. Beverly Hills ev hanımlarının arasında servetini göstere göstere bitiremeyen Erika Jayne’in tüm bu zenginliği uçak kazalarında ebeveynlerini kaybetmiş çocuklardan çalarak yaşadığını anladığımız ve izleyici olarak diğer ev hanımlarıyla buna bir anlam vermeye çalıştığımız bu sezonun her yeni bölümünü Süper Baba’yı bekler gibi bekliyorum. Sınıf kininizi kuşanıp izleyin.
11. RuPaul’s Drag Race (ama özellikle Drag Race İspanya)

Bakın bu şov hakkında Bawer ve Umur ile Türkçe’deki ilk podcasti yapıyorum diye söylemiyorum, RuPaul’s Drag Race artık bir dünya markası. Tayland’la başlayan dünyaya yayılma dalgası Birleşik Krallık, Kanada ve Hollanda ile devam etti. Bu yaz konu Avusturalya-Yeni Zelanda ve İspanya’ya da sıçradı, İtalya da yolda. Bu curcunada yazın hem All Stars 6, hem de İspanya sezonları yayımlandı. All Stars 6 beklediğimden iyi çıktı ama ben kalbimi İspanya’da bıraktım sevgili okuyucular. Madiliğin ölçülü yapıldığı, kraliçelerin yaratıcılıklarının göz kamaştırdığı, sıcacık renkler ve mesajlarla bezeli İspanya sezonu her şey gibi drag kültürünün de Akdeniz’de bir başka güzel olduğunu hepimize gösterdi. “Mükemmellikler yağmuru altında bir kedi olmayı” göze alarak izleyin.
12. Kaldırım Çiçeği (tekrar)

Sezgin İnceel’le yaptığımız Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’inin Diziler bölümünde değindiğimiz Kaldırım Çiçeği başlı başına bir başyapıt. Sibel Can’ın hem sesini hem de oyunculuk yeteneğini konuşturduğu bu dizide Nil Burak, Hande Ataizi, Volkan Severcan ve Salih Güney gibi yıldızlar da mevcut. Özel Bir Kadın filminin bir uyarlaması olan Kaldırım Çiçeği pek çok konuda günümüzün bilinç testini geçemiyor, ama 90’larda yapılan kaç yapım bunu başarabiliyor zaten? Eğer eskiden diziler nasıl oluyordu diye merak ediyorsanız veya o eski günleri hatırlamak istiyorsanız veya sizde benim gibi büyük bir Sibel Can hayranıysanız bu diziyi internette bulursanız kaçırmayın. Rüyalarda Buluşuruz’un a capella yorumunu Sibel Can’ın billur sesinden dinlemeye hazırsanız izleyin.
* Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.