Psikolojik destek pandemiyle birlikte gündemlerimizde çok daha fazla yer edinmeye başlayan bir konu oldu. Daha önce aklından bile geçirmemiş kişiler terapiye başladı, bu alandaki kitapların sayısı arttı ve üzerimize bardaktan boşanırcasına konuyla alakalı dizi ve film yağmakta. Salgınla birlikte daha da derinleşen ekonomik kriz nedeniyle terapi ücretini karşılayabilmek çok ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor. Happify ve Mind Shift gibi uygulamalar tam da böyle bir ortamda makul fiyatlı (hatta ücretsiz) alternatifler olarak popülerlik kazandılar. Benzer birçok uygulama salgın sırasında krizi fırsata çevirerek daha fazla kullanıcıya ulaşmak için hizmetlerini ücretsiz hale getirdi.
Mental sağlık uygulamalarının birer birer “ücretsiz” iş modelini benimsemeleri karşısında hatırlamamız gereken ilk ve tek şey neoliberal dünyada hiçbir şeyin aslında ücretsiz olmadığı gerçeği. İki örnekle açıklamak isterim.
Dijital sektörde “ücretsiz” olduğunu iddia eden bir uygulama ek özellikleri para ödemeniz gereken bir sürüm altında (örneğin pro sürüm gibi) size sunar. Spotify, YouTube gibi platformların kullandıkları bu modele Freemium deniyor. Bir diğeri ise Google ve Facebook gibi teknoloji devlerinin kullandığı “bedavadan bile ucuz” denilen reklam hedeflemesine dayanan modeldir. Bu modelde kisisel veri analizi reklam hedeflemek isteyen şirketlere satılır.
Bu model ve dijital ürünlere olan bağımlılık arasındaki ilişki Social Dilemma veya The Great Hack gibi birçok belgesele konu oldu. Cambridge Analytica Veri Skandalı, şirketler tarafından kişisel verilerin sorumsuzca kullanılmasının küresel bir örneği olarak tarihe geçti. 2016 ABD Seçimlerinden sonra, Cambridge Üniversitesi Psikometri Merkezi’nde doktora öğrencisi olan Michal Kosinski, kişilik özelliklerini sadece 70 “beğeni” kullanarak analiz edilebildiğini keşfetti. Bu araştırma, reklamların bu psikolojik özelliklere göre uyarlandıklarında daha ikna edici olduğunu ortaya çıkardı. Cambridge Analytica, ABD seçmenlerine ilişkin verileri yalnızca Facebook “beğenilerinin” analizine dayalı siyasi kampanyalara satmayı başardı ve sonuçta 2016 başkanlık kampanyalarında Donald Trump‘ın seçilmesine yardım etti. Hepimiz bu konunun kişisel gizlilik konularının çok ötesine geçtiğini ve dünyayı nasıl gördüğümüz ve hatta kime oy verdiğimiz üzerinde derin bir etkiye sahip olduğunu öğrendik. O halde şu durumda, mental sağlık gibi son derece hassas bir konunun tam olarak aynı yöntemleri kullanması ne anlama geliyor?
Geert Lovink gibi internet kuramcılarına göre, teknoloji devlerinin, aldığımız verileri size daha iyi bir hizmet için geri sunuyoruz dediği nokta, teorik olarak kisisel veri alımının zirvesi olarak görülebilir. Lovink, Sad by Design adlı kitabında, bu zirveye ulaşıldığında, teknoloji devlerinin attığı bir sonraki adımın, kullanıcılarını üzmeden, hali hazırda toplanan verilerdeki değeri onların “dijital refahlarına” bir katkı olarak pazarlanabilir bir “kurumsal sorumluluk” hareketi olabileceğini söylüyor. Google 2020’de, “daha yararlı reklamlar” gösterme planıyla zaten bu yönde ilk adımını atarken benzer bir şekilde, YouTube, uygulamanın kullanıcılara video izlemeye “ara vermelerini” hatırlattığı bir ayar içeriyordu (YouTube Help). Google’ın “Harika teknoloji hayatı iyileştirmeli, insanların dikkatini dağıtmamalı” gibi mental sağlık kampanyaları daha fazla öne çıktı (Google Dijital Sağlık). Şubat 2018’de Facebook, İntiharı Önleme ve Sosyal Çözüm kaynaklarından oluşan yepyeni bir “Online Wellbeing” bölümünü tanıttı. Amazon, kullanıcılarının seslerinin tonunu algılayabilen ve kulağa “küçümseyici” geldiklerinde onları uyarabilen Amazon Halo sağlık bilekliği vizyonunu paylaşarak çıtayı yükseltti.
Özetle ortaya kafa karıştırıcı bir durum çıkıyor; dijital mental sağlık sektörü, ürünlerini geliştirmek için marketteki %99 dijital ürünün başvurduğu “verilerden para kazanma” stratejilerini kullanırken, büyük teknoloji şirketleri, hayırsever jestleri için bir moda sözcük olarak “mental sağlık”ı kullanıyor.
Bir yandan da, teknoloji dünyasındaki bir diğer heyecan verici konu; yapay zeka geliştirmek için insanların psikolojik yapısını deşifre edebilmek. Yapay Zeka araştırmalarının psikoloji ve psikiyatri araştırma alanları ile tarihsel bağı 1962’de ilk sohbet robotu Eliza’nın aslında bir psikoterapistin ilk psikiyatrik görüşme parodisini takip etmesinden beri süre gelirken günümüzde duyguların kodlanması hala son derece kompleks bir alan olarak görülüyor. Şubat 2019’da Berkeley’deki araştırmacılar, duyguları doğrulukla tespit etmek için yüz ve bedenin ötesinde bir bağlam gerektirdiğini keşfettiler. AI Now raporunda “Duygular yalnızca bir kişinin ne hissettiğinin ifadesi ile değil, aynı zamanda ifadeyi kullanırken nerede ve ne yapıyor oldukları bilgisi ile iletilir.” gibi açıklamalara yer verilirken, duygusal durumların analizinde önyargıları en aza indirmek için birçok araştırma merkezi bir yol bulmaya çalışıyor. Bu noktada yeniden artan dijital mental sağlık uygulamalarının, bu çalışmalar için veri toplamada ve önemli yapay zeka sorularına cevap vermesini beklemek bir tesadüf değil.
Tüm bu çabalar daha problemsiz bir insan ve yapay zeka ilişkisi yaratmakta atılan önemli adamlardan biri olarak görülebilir. Dijital mental uygulamaları insanlara nerede ne yapmaları gerektiğinin “faydalı” oldugunu söylerken, yapay zeka da insanların duygu durumu hakkında nihayetinde daha bağlamsal bir bilgiye ulaşacak. Buradan bakınca hem teknoloji devleri hem de kullanıcılar arasında alan razı veren razı gibi herkesin kazandığı/kazanacağı bir senaryo göze çarpıyor. Fakat bu uygulamaların belirsiz veri gizliliği politikaları beraberinde, mental sağlık teknolojisinin kolektif düzeydeki potansiyel etkisi hakkında çok sayıda soruyu akıllara getiriyor:
– Kullanıcıların ruh halleri ve duyguları hakkında toplanan veriler, daha büyük grupların duygusal kalıplarını belirlemeye hizmet edebilir mi?
– Bu şirketlerin mental sağlık teknolojisini kullanarak kullanıcıları yaptıkları önerilerle aslında teşvik ettikleri yeni değerler nedir?
– Bu veri paylaşımının bize kolektif geri dönüşü tam olarak nasıl olacak?
– Bu uygulamalar erken bir aşamada regüle edilmezse, sosyal medyada olduğu gibi bu uygulamaların da siyasi araçlar haline gelme potansiyeli nedir?
– Bu uygulamalar, empatik yapay zekaların ve daha öngörülebilir insanların geliştirilmesinde nasıl bir rol oynayacak?
– Ve en önemlisi, bu tür senaryoların gerçeğe dönüşmesini önlemek için en iyi alternatifler nedir?
Bir süredir sosyal medya, diğer telefon uygulamaları ve genel olarak internetin kendisiyle yaşadığımız, ve giderek bizim kontrolümüzden çıkan ilişkinin nereye gideceğini kestirmek güç. Bu ortamda mental sağlık gibi hassas bir konuda her gün yeni bir dijital uygulamanın belli belirsiz veri alma politikaları ile türüyor olması, bu sürecin pek de bizim lehimize ilerlemeyeceğini gösteriyor. İnsanlara ait verilerin, ama özellikle de psikolojik verilerin önemi ve analizi üzerine geç olmadan regülasyon yapılabilmesi için küresel ve kolektif bir tartışmayı başlatmamız gerekiyor. Bu sorulara yanıt vermeye çalışmak ise, hayatlarımız distopik bir dizi senaryosuna dönüşmeden önceki son çıkış gibi duruyor.
Yazar hakkında
Sena Partal, Sasha Smirnova ile birlikte akademik bir araştırma yazısı olarak kaleme aldığı ve Temes de Disseny’de yayınlanan “It’s time to Relax” başlıklı yazısını Velvele için kısalttı ve Türkçeleştirdi. Yazının orijinaline linkten ulaşabilirsiniz.