Hassas içerik: Cinsel şiddet, cinsel taciz, tecavüz.
Başlık öyle anlaşılmaya müsait olsa da bu bir “kadınlar da erkeklere şiddet uyguluyor” yazısı değil. Aksine, cinsel şiddetten hayatta kalan kadınlara ait anlatıların ardında bıraktığı ekmek kırıntılarını takip ediyor.
Bu yazı, üzerinde yıllardır düşündüğüm, 20 yıldan uzun süredir bir yük gibi taşıdığım, örgütlendikten önce inkar ederek yok saydığım, sonrasındaysa gullüme vurup değersizleştirdiğim bir konuyla ilgili. “Güçlü olmak”, “baş etmek” gibi iddiaların altında ezilerek, utanç ve her şeyi hak ettiğim düşüncesi arasında sıkışarak, hikâyeme yabancılaşarak yaşadığım cinsel şiddet deneyimleri hakkında.
Bu yazı, sessizlik duvarını yıkıp yaşadıklarını anlatan kadınlardan güç alarak yazıldı. İçimde her gün büyümekte olan karanlığı sağaltmayı, cinsel şiddet mağduru diğer erkeklere ve non-binary’lere güç vermeyi amaçlıyor. Yaşadığımız şeyin adını koymanın, yarattığı tahribatı anlayabilmenin ve onarmaya girişmenin yolu anlatmaktan geçiyor. En azından ben öyle hissediyorum. Bu nedenle, haftalarca kıvrandıktan sonra nihayet yazının başına oturabildim. Bunun benim için ne kadar büyük bir adım olduğunu anlatmaya yetecek kelimelerim yok. Devam etmeden önce geçmiş yıllarda çeşitli rakı masalarında, sinir krizlerinde ya da lüzumsuz anlarda kustuğum bu deneyimleri dinleyen, beni sarıp sarmalayan ve yazmaya cesaretlendiren arkadaşlarıma sevgilerimi yollamak istiyorum. O anların, yoldaşlıklarının anlamı büyük.
***
Ben cinsel şiddet deneyimlerinden hayatta kalmış cis ve eşcinsel bir erkeğim. Detaylarına girmeden, işi pornografikleştirmeden, kendime de çok yüklenmeden özetlemek istiyorum.
Bir sevgilim tarafından onunla sevişmeyi reddettiğim için bıçaklı saldırıya uğradım, şükür ki yaralanmadan, bazı sıyrıklar ve morluklarla elinden kurtulmayı başardım. 17 yaşındaydım.
18 yaşımda, bir kulüpte tanıştığım, bütün gece bana çok iyi davranan, benimle sarılıp uyumak istediğini söyleyen adamın tecavüzüne uğradım. Çünkü o bi noktada seks yapmak istemiş, bense hayır demiştim. Şiddet dolu, fiziki zarar gördüğüm, bugün hatırladığımda nasıl hayatta kaldığımı anlamadığım bu iki deneyime de faillerin elinden kurtulup ailemle yaşadığım eve doğru yola çıktığımda çoktan yabancılaşmıştım. İkisi de hızlıca “başkasının başına gelmiş korkunçluklar” oldular ve onlardan kalan son kırıntıları eve girmeden kapının önüne bıraktım.
Bu olayları yaşadığımda henüz LGBTİ+ hareketiyle tanışmamış, onun bir parçası olmamıştım. Çeşitli sol yapılarda örgütlenmeye çalışıyor, zaten ya oralara en başından kendimi ait hissetmiyor ya da eşcinsel olduğum için kovuluyordum. Hikâyelerimi anlatabileceğim kimse yoktu. Nereye gidebileceğimi bilmiyordum. Bilsem bile gidecek cesaretim de gücüm de yoktu. Çünkü, en başta da dediğim gibi içten içe başıma gelenleri hak ettiğimi düşünüyordum. Çünkü toplum, ailem, öğretmenlerim ve sokaktaki herkes bana bağıra bağıra bunu söylemiş, hissettirmiş, öğretmişti. Çünkü eşcinseldim. Tam bu noktada eğer cinsel şiddet meselesinin sadece faillerle ilgili olduğunu düşünüyorsanız büyük resmi görmediğinizi ya da görmek istemediğinizi söylemek isterim. Çünkü faili teşvik eden, destekleyen, koruyan az önce saydığım gruplardan oluşan; devlet, polis ve yargıyı da kapsayan çok daha büyük bir yapı var ve bu benim için artık bir suç örgütü.
***
Yaşadığım cinsel şiddet deneyimlerinin üstünü örttüm ancak fiziksel ve duygusal etkilerini saklamak ya da inkar etmek pek kolay olmadı. Cinsel hayatım daha yolun başında bu travmatik deneyimlerle yara almıştı ve bedenime dair bir utanç geliştirmiştim. Anal seks yapamıyor, yapma fikri karşısında panikliyor, eğer seviştiğim kişi anal seks isterse ona nasıl hayır diyeceğimi düşünürken gerginlikten ölüyor, soğuk terler döküyordum. Bu kadar gerildiğim her cinsel eylem bir işkenceye dönüşüyor, bedenime dair utanç yeniden hortluyor, kaygılarla dolu karanlık bir kuyuya düştüğümü hissediyordum. En fenası da her cinsel ve duygusal hikâyenin benzer bir sonla biteceğini, bunun ilişkilerin “doğası” olduğunu düşünür hale gelmemdi. Eşcinsellerle ilgili hiçbir mutlu hikâyeye tanık olmadığım gibi ekranda suçla ve şiddetle yan yana getirilmiş varoluşuma yabancı bir gözle bakıyordum. Şiddete uğramak kadar kötü olan, başınıza gelen bu korkunç şeyleri hak ettiğinizi düşündüğünüz o anlardır. Bu değersizlik ve hak etmişlik duygusu travmalarla birlikte önünü alamayacağınız bir zincirleme trafik kazasına dönüşür.
***
Bu kötü tecrübelerin yaralarını sarmakla geçen yıllardan sonra 2003’te flört ettiğim iş arkadaşımdan, flörtten bir sonraki aşamaya geçtiğimiz anda şiddet gördüm. Saniyeler önce şehvet ve tutkuyla bana dokunan adam bir anda korkunç bir “canavara” dönüşmüş, hakaretler ederek bana vurmaya başlamıştı. Elinden kaçıp, nereye gittiğini bilmediğim bir belediye otobüsüne binerek kurtuldum. Ancak o, günlerce telefonla tehditler savurmaya devam etti. İşten izin alarak Ankara’ya kaçtım. Bu olay beni artık çok yalnız ve güçsüz hissettirmiş, tamir ettiğimi düşündüğüm özgüvenim iskambil kâğıtları gibi dağılmış ve çaresizlik hissi baş edemeyeceğim bir noktaya gelmişti. Bu şer, hayırlı bir şeye vesile oldu ve ben LGBTİ+ hareketiyle tanıştım. Ankara’ya vardığım ilk gün, Dost Kitabevi’ne gidip adını daha önce duyduğum Kaos GL dergisini buldum, adresi yazdım ve doğruca oraya koştum. Kapıyı açıp beni yıllardır tanıyormuş gibi karşılayan kişiye ve o gün Kaos GL ofisinde bulunan, ilk kez tanıştığım insanlara yaşadığım şiddet deneyimini anlattım. Sonrasında her şey çok hızlı ilerledi; güvende hissettim, o güven aidiyet hissine dönüştü, o aidiyet hissiyle örgütlendim. İstanbul’a döndüm ve Lambdaistanbul’da gönüllü olarak çalışmaya başladım. Yıllar içinde mücadele sayesinde kendimden utanmamayı öğrendim, “gurur” ve “onur” kavramlarıyla tanıştım.
Bu böyle uzadı gitti ancak cinsel hayatım sosyal hayatımın aksine o korkunç anlarda donmuş gibiydi. Yaşadıklarımı inkar ederek geçen yılların ardından lubunya arkadaşlarımın yanında cinsel şiddet deneyimlerimi ya bir kahramanlık anlatısı gibi hikâyeleştiriyor (nasıl hayatta kaldım, yıkılmadım, güçlüyüm) ya da karikatürize edip değersizleştiriyordum (aman canım insanların başına neler geliyor bu ne ki, ay öyle her şeyi abartırsak nasıl yaşarız, herif bağırırken nefesi kokuyordu hahaha…) Uğradığım cinsel şiddet niyeyse bir türlü eşitlik ve özgürlük mücadelemin bir parçası olamıyordu ve bu konu hakkında gerçekten konuşma cesaretini bir türlü bulamıyordum. Nedenlerine dair çok kafa yormayıp yok saydığım bu konu hakkında işte şimdi bu yazıyı yazıyorum. Yıllar sonra…
Çünkü, Hasan Ali Toptaş’la başlayan ve devam eden sayısız cinsel saldırı/taciz ifşaları karşısında hissettiğim öfkenin sadece faillere yönelik olmadığını fark ettim. Beni öfkelendiren şeylerden biri de cinsel şiddet karşıtı yaklaşımın/siyasetin benim yaşadıklarımı sahiplenmemesi ve kapsayıcı bir dilinin olmamasıydı. Ne zaman bu konu hakkında konuşmak istesem ya kadınlardan rol çalıyormuş ya da kendimi fotoğrafa zorla monte etmeye çalışıyormuş gibi hissediyordum. Bu nedenle nihayet yazabildiğim bu yazıyla rica ediyorum; cinsel şiddete uğramış erkekler ve non-binary’ler hakkında konuşmaya başlayabilir miyiz? Konuşabilirsek, bu deneyimlerini anlatacak erkeklere ve non-binary’lere alan açarsak, tıpkı bugüne dek konuşabilmiş kadınlar gibi -bizler de yaşadıklarımız hakkında bir şeyler söyleyemeye, yazmaya başlayabiliriz belki.
Cinsel şiddete uğramış ve hayatta kalmış erkekler ile non-binary’lerin hikâyeleri de duyulmak isteniyor olabilir. Bu kulak verme, alan açma ve dayanışma, yaşadığımız şiddetin yalnızlıkla, sessizlikle her geçen gün büyümesine engel olabilir, yıllara yayılan yaraların iyileşmesine yarayabilir. Çünkü konuşmak zaten çok zorken, konuşsan bile kimsenin dinlemeyeceğini ya da ciddiye almayacağını hissetmek işleri kolaylaştırmıyor. Bazı kapılar cinsel şiddete uğramış olmak hakkında konuşamamaktan, bazıları konuşacak alan bulamamaktan, birkaçı da bunun sadece kadınların başına gelen bir şey olduğu düşünüldüğünden ve kullanılan dil yüzünden kapanıyor.
Cinsel şiddete sadece kadınlar maruz kalmıyor, çok sayıda erkek ve non-binary’nin de -ne yazık ki- benzer, iz bırakan, ürkütücü deneyimleri var. Bu nedenle hayatını kaybeden ya da intihar edenleri de unutmamak gerek.
Cinsel şiddet sadece erkeğin kadına yaptığı bir şey değil. Fail de her zaman erkek değil. Toplumun yıllardır kadınlara yaptığını kadınlar bize yapmamalı. Bizim de duyulmaya, hikâyelerimizi anlatmaya ve bu mücadelenin bir parçası olduğumuzu hissetmeye ihtiyacımız var.
Bitirmemin haftalar aldığı bu yazının, benim gibi cinsel şiddetten hayatta kalmış erkeklere ve non-binary’lere cesaret vermesini, deneyimlerimiz ve hissettiklerimiz hakkında konuşabileceğimiz bir alan açmasını diliyor, bir gün tüm bunları mahlasla değil, gerçek adım ve yüzümle anlatabilmeyi umuyorum. Vakit ayırdığınız için sizlere, bunları yayımlayan Velvele’ye teşekkür ediyorum.