Berkun Oya’nın yeni dizisi Bir Başkadır geçen hafta Netflix’te yayımlandığından beri hakkında yoğun tartışmalar yaşanıyor. Oyuncuların performansı, diyalogların akışı, hikayenin görüntü ve sanat yönetimi genelde pozitif puan topladı. Ancak dizinin bir televizyon yapımı olarak “iyi” olup olmadığı, karakterlerin gerçekliği ve derinliği ve hatta Berkun Oya’nın kadın karakter yazmadaki başarısı(zlığı) da haklı olarak tartışıldı. Kimileri dizide anlatılanların “sosyolojik” gerçekliğini sorguladı, kimileri yapılan yorumları beğenmeyip bunlara “aneliz” dedi. Bu karmaşada herkesin anlaştığı tek bir nokta var: Bir Başkadır içinde geçtiği topluma dair çok fazla konuşan bir dizi.
Diziye dair sürmekte olan tartışmalar içinde Kültürel Çalışmalar araştırmacısı ve popüler kültür üzerine yazıp çizen biri olarak ilgimi en çok çeken diziyi yapanların Sosyoloji bilip bilmedikleri hakkındaki oldu. Bu konu hakkında sadece diziyi izleyerek bir şey söylemem imkansız. Zira, birazdan da anlatacağım gibi ben dizilerin bizlere sadece belirli bir iki şeyi anlatabileceğini düşünenlerdenim. Ancak uzun zamandır Türkiye’deki kültürel tartışmalara baktığımda Sosyoloji kelimesinin kendi anlamından biraz uzakta ve oldukça rahat kullanıldığını, televizyon dizilerinin (ve aslında onları yapanların) “sosyolojik” gözlem konusunda adeta sözlü sınava tutulduğunu ve genelde sıfır alıp oturduklarını okuyorum. Bir de dizilerin “sosyolojik araştırmalara” konu olabileceğinin bol bol söylendiğini görüyorum. Gelin bu konuları biraz deşelim.
Sosyolojik mi, toplumsal mı?
Sosyoloji kelimesinin bu kadar rahat kullanıldığını fark ettiğimde işin temeline inip bu disiplinin ne olduğuna ve günümüzde akademik çevrelerde nasıl tanımlandığına bir dönüp bakmak istedim. Son aldığım Sosyoloji dersi üniversite ikinci sınıftaydı, o nedenle sosyolog arkadaşlarımın yardımıyla birkaç kaynak inceledim. Frank van Tubergen’in Sosyolojiye Giriş kitabına göre Sosyoloji bilimi insan davranışlarını toplumsal perspektif içinde tanımlamaya, açıklamaya ve elde edilen bilgiyi toplumsal boyutlarda uygulamaya sunan bir disiplin. Bu akademik disiplin çeşitli yöntemlerle topladığı bilgileri analiz ederken insanların yaşadığı toplumsal bağlamı mutlaka hesaba katıyor ve bireysel olaylar için toplumsal nedenleri biz okuyuculara sunuyor.
Yani Sosyoloji insana dair bir bilim; insanı anlamaya, yaşadığı problemlere bir açıklama getirmeye ve bunu yaparken onun yaşadığı toplumu da hesaba katan bir çaba. Ancak sosyolojik denilen şey, toplumsal demek değil. Bir bilginin sosyolojik olması için o disiplinin içinden gelmesi gerekiyor. O bilgiyi üretmek de, takdir edersiniz ki, oldukça meşakkatli.
Sosyologların soruları cevaplarken veya olayları tanımlarken başvurdukları bilgileri edinme yöntemleri var. Benim Türkiye’deki tartışmalarda gördüğüm kadarıyla Sosyoloji kelimesiyle bol bol kullanılan “gözlem” kelimesi, sosyoloji disiplininin temelinde yer alan bilgi edinmeyle eş tutulmakta. Evet, gözlem çok önemli, hatta sosyologların bilgi edinme yöntemleri için bir şemsiye terim olarak kullanılabilir. Ancak bilimin kendisine baktığımızda gözlemin tanımı, (benim de akademiye girmeden önce düşündüğüm gibi) bir sosyoloğun bir kahvehaneye girip orada pişpirik oynayan adamları arka masadan “gözlemlemesinden” veya bir diziyi izleyerek geçtiği ülkeye dair bir şeyler öğrenmesinden biraz -hatta oldukça- fazlası. Frank van Tubergen’in anlattığına göre sosyologların Sosyoloji bilimini icra ederken bilgi edinmek için kullandıkları örnek olay inceleme, yönetimsel bilgi (data) inceleme, anket ve/veya derinlemesine görüşme yapma, büyük data inceleme ve (yine Türkiye’de çok fazla adı geçen) sosyolojik deney yapma gibi metodları var.
Bilgi bu metodlardan gelmiyorsa, o bilgiye “sosyolojik” demek sosyologlara ve devlet veya özel şirkette çalışarak bilgiyi uygulamaya dökenlere haksızlık. Benim önerim “sosyolojik” denilen her yerde bir durup, acaba burada yazar aslında toplumsal mı demeye çalışıyor diye sormak. Bunu söylüyorsak/yazıyorsak öncesinde kendimize de bu soruyu sorabiliriz. O nedenle bence Bir Başkadır’la ilgili olan da dahil çoğu tartışmada sosyoloji bilmekten kasıt aslında toplumu tanımak. O tanıma halinin, bence özellikle sanat ve kültürel üretimde, bilimsel bir metotla olmasına gerek yok. Nasıl ki sosyologlar bir olaya toplumsal nedenler bulduklarında çalıştıkları bağlamın bütününe dair bir olayı aydınlattıklarını iddia etmiyorlarsa, toplumu tanıdığını iddia eden bir sanatçı, dizi yapımcısı veya kültürel üretici de konu ettiği insanların veya izleyicinin bütününe dair bir şey söylediğini iddia etmek zorunda değil. Bu durumda kültür üreticilerinin anlattıkları hikayeler hakkında büyük laflar etmemesi gerekiyor. İzleyiciler olarak da beklentiyi biraz azaltmamız ve topluma dair bir şeyler öğrenmek istiyorsak kültürel ürünlere ek olarak başka şeyleri okumamız gerektiğini kabul etmemiz gerekiyor.
Dizilerde izlediğimiz Türkiye gerçek mi?
Filmlerin ve dizilerin gerçek dediğimiz şeyle tarihsel açıdan oynaması hakkında okuduklarımın bir sentezini geçtiğimiz aylarda Manifold’da yayınladığım ‘Bir Devri Yeniden Yaratmak’ isimli yazımda açıklamaya çalışmıştım: Fotoğrafın ve videonun gerçekliği tanımlamasının önünde teknik ve yapısal çok fazla engel var. Fotoğraf, üç boyutlu ve beş duyumuzla algıladığımız bir gerçekliği önce iki boyutlu bir görsele dönüştürüyor, sonra da bunu bir çerçeve ile sınırlıyor. Videoda işitme duyumuzu eklesek de onun da gerçeği yansıtma konusundaki sınırları belli. Buna bir de kamerayı tutanın aldığı pozisyonu eklediğinizde gerçeklikle onun fotoğraf veya videodaki temsili arasına bir başka filtre koymuş oluyorsunuz. Kısacası çoğu zaman aslında bir dizi bizlere gösterdiği toplumda bütünsel olarak ne yaşandığını değil, o fotoğrafı veya diziyi çekenin olayları nasıl gördüğünü anlatıyor.
Ancak günümüzde Türkiye’deki tartışmanın dizilerin ‘sosyolojik’ bir şeyler anlatması beklentisi “sosyolojik araştırmalara konu olma” ihtimaliyle (hatta bazen gerekliliğiyle) bir arada dile getiriliyor. Yani Bir Başkadır üzerinden anlatacak olursak, kimileri Sinan ve Meryem’in ilişkisi üzerinden ülkenin elit adamlarıyla onların evlerini temizleyen kadınlar arasında nasıl bir ilişki var veya Peri ile Meryem’in ilişkisi üzerinden koleje gitmiş, yurtdışında okumuş, modern kelimesinin anlamını sadece kendine ayırmış ve “ben televizyon izlemiyorum” cümlesinden gurur duyan elitlerle dindar, şehrin “uzak” mahallelerinde yaşayan, televizyondaki dizileri sıkı sıkı takip edenler arasında nasıl bir çekişme var gibi sorularının cevaplarını sadece diziyi izleyerek bulmamız gerektiğini düşünüyor. Kimileri de bazı araştırmacıların böyle dizileri bir araya getirip izlemesini ve bu dizilerde ülkemiz hakkında neler öğrenilebileceğini izleyicilere anlatmasını (yani dizilerde toplumsal gözlem yapılmasını) bekliyor. İkisinin de Sosyolojide yeri tartışmalı. Ancak bunlara bir cevap bulamayız da demiyorum. Bu tip sorular Kültürel Çalışmalar alanında biraz daha rahat cevaplanıyor.
Bu beklentinin oluşmasının ve buna Sosyoloji denmesinin aslında tarihsel bir nedeni de yok değil. 1950’lerin sonunda Richard Hoggard ve Stuart Hall liderliğinde Kültürel Çalışmalar Birtanya’da ortaya çıkarken, bu yeni araştırma alanı yazının başında bahsettiğim Sosyoloji biliminin kimi kurallarını kendine temel belledi. Mesela toplumsal sorunları toplumsal bağlamlarda açıklamanın önemini Kültürel Çalışmacılar da benimsediler ve sosyal tarihi ve kültürel ürünleri bu şekilde incelemenin önemini vurguladılar. Buna ek olarak kurumlardaki ve kültürdeki ilgi ve değer eşitsizliğini göz önüne serme, baskın zümre tarafından hor görülen işçi sınıfı veya göçmenler gibi farklı grupların sorunlarını, tarihlerini ve kültürlerini araştırmaya değer görme ve toplumdaki eşitsizliğin nasıl hegemonik bir biçimde sürekli yeniden üretildiğini ortaya serme gibi dertler de edindiler. Kültürel Çalışmaların temelinde toplumda eşitsizlikten doğan sorunların farkında olmak ve bu sorunlara çözüm önerebilecek analizler üretmek var. Bunu yüksek kültür olarak algılanan edebiyat veya klasik müziğin analizine ek olarak alçak kültür olarak tanımlanan televizyon dizileri veya popüler müziğin analizine yer açarak yapmanın gerekliliği Kültürel Çalışmacıların çıkış noktalarından bir tanesi.
Toplumsalla derdi olan, toplumu değiştirmek, dönüştürmek isteyen kültürel analizin ona dair söyleyecekleri elbette olacaktır. Ancak bunun ‘sosyolojik’ bir analiz olduğundan emin değilim. Kültürel Çalışmaların kurucularından Stuart Hall’a ‘sosyolog’ dendiğinin ve kendisinin de zamanında Sosyoloji kürsüsünde profesörlük yaptığının farkındayım. Ancak Sosyolojinin günümüzde geldiği yerle Kültürel Çalışmalarının vardığı nokta birbirinden oldukça farklı. Toplumun bireylerinden aldığı bilgiyi merkezine koyan Sosyoloji, toplumsal olaylara açıklık getirirken metodları çok belirli bir sosyal bilim disiplini. Kültürel Çalışmalar ise kültürel ürünleri toplumsal bir sonuç ortaya çıkaracak şekilde inceleyen bir akademik dal. İkisi birbirine benzese de, birbiriyle hala konuşsa da aslında bilgi üretiminde farklı yerlerde duruyorlar.
Kültürel Çalışmalar sorduğu sorulara toplumu ilgilendiren cevap bulmak için kendi metodlarını uyguluyor. Bir araştırmacı incelediği dizinin, filmin, popüler müzik klibinin, müzenin veya bir derginin içinde anlatılana dair yaptığı görsel ve söylem analizine ek olarak o kültürel ürünün ortaya çıkışında nasıl bir üretim ilişkisinin yattığına bakıyor. Araştırmacı incelediği kültürel ürün hangi kültür politikaları tarafından sınırlanmış veya desteklenmiş, finansal kaynağını nereden ve hangi politik motivasyonla almış, kültürel ürünün temelinde yatan orijinal fikirin oluşmasında ve değişmesinde kimlerin payı var gibi soruların cevaplarını da araştırıyor. Bu cevapları daha sonra görsel ve söylem analizine ekliyor. Kimi zaman izleyicilerin de bu ürünlere nasıl yaklaştığını analizine katabilen araştırmacılar ancak bu kadar fazla değişkeni inceledikten sonra araştırmaları için toplumsal bir sonuç ortaya çıkarabiliyorlar.
Her iki araştırma alanına da baktığımızda ikisinin en çok birleştiği nokta kimsenin herhangi bir toplumsal olay için sadece kendi düşüncelerini yazıyor olmadığı. Sosyoloji de, Kültürel Çalışmalar da analizlerini uzun araştırmalar akabinde sonlandırıyor. O yüzden Bir Başkadır veya başka bir dizi hakkında toplumsal bir şeyler söylemek aslında hiç kolay değil.
Bir Başkadır Bize Ne Anlatabilir?
Bir Başkadır’ı konu alan bir eleştiri yazısı yazmak istemiyorum. Okumakta olduğunuz yazıyı yazmamın nedeni sosyolojik bilgiyle toplumsal yorum arasındaki farkı görünür hale getirmek. “Bir Başkadır üzerine sosyolojik araştırmalar yapılmalı,” deniyor ya, gelin onu, “Bir Başkadır’ı incelemek isteyenler Türkiye’ye dair neyi nasıl öğrenebilir” sorusuyla yeniden düşünüp, biraz bu imkanın düşünce egzersizini yapalım.
Öncelikle Bir Başkadır’da temsil edilen farklı gruplara dair izlediğimiz şey o kesimlerin incelenmesi veya çözümlenmesi değil, bu diziyi yapanların onları bu karakterler özelinde nasıl yansıttığıdır. Yanlışlık yapmaları, bir şeyleri eksik bırakmaları fotoğrafın ve videonun doğası gereği elzem. Meryem’in hayatını anlamak için terapi seanslarını, ailesiyle geçirdiği vakitleri, işyerinde yaşadıklarını, durakta beklemesini ve kimi zaman otobüste yaptığı yolculukları izliyoruz. Burada aslında bir anlamda Meryem üzerinden onun gibi Sünni, dindar, başörtülü, bekar ve hizmet sektöründe çalışan kadınlara dair bir temsil seyrediyoruz. Bu temsilden bizim Meryem gibilerin hayatına dair kimi şeyleri öğrenme fırsatımız var ancak bu izleme eyleminden “sosyolojik analiz için yeteri kadar bilgi” alma imkanımız yok. Hemen ekleyeyim, bu imkansızlığa rağmen Bir Başkadır bize Berkun Oya gibi kültür üreticilerinin Meryemleri nasıl gördüğünü ve hayatlarını nasıl hikayeye taşıdıklarına dair bir fikir verecektir. Olur da yapım müzakerelerinde neler yaşandığını bir gün bilebilirsek, Netflix gibi uluslararası bir şirketin Türkiyeli bir dizi yapımcısını/yaratıcısını ne kadar özgür bırakıp bırakmadığını öğrenebiliriz. O zaman öğrendiğimiz şey yine Meryem’e dair değil, Netflix’in yayın ve üretim politikalarına ve Berkun Oya’nın verdiği ya da vermediği tavizlere dair olur. Bu da Sosyolojinin değil, daha çok Kültürel Çalışmaların araştırma alanıdır.
Sorular dizinin içinden gelince
Bir Başkadır özelinde bizim kültürel üretime dair öğrenebileceğimiz bir diğer konu Türkiye’deki kültürel politika ortamının ortaya çıkan ürünü nasıl şekillendirdiği olabilir. Mesela Hayrünisa ile Burcu’nun arasındaki ilişki hep böyle platonik mi yazılmıştı, yoksa aralarında tahmin etmemiz beklenen queer aşk hikayesi mi var, bilmiyoruz. Zira bunu bize dizinin kendisi anlatmıyor. Ancak Netflix’in Türkiye’deki queer olarak yazılan karakterleri RTÜK’ün denetlemesinden çekinip sansürlettiğini Aşk 101 örneğinden biliyoruz. Eğer Berkun Oya Hayrünisa ve Burcu’yu açık bir queer çift olarak yazıp sonra sansüre uğramaması için otosansür uygulayarak “mış gibi” bir noktaya çektiyse, Kültürel Çalışmalar bunun analizini gerekli bilgilere ulaşarak merak edenlere sunabilir. Ancak dizinin bu hali bizlere dindar ailelerde büyüyen kadınların queer aşk ve ilişkileri deneyimlemesi üzerine tek bir hikaye verir, o hikayeye bakarak “demek ki başörtülü lezbiyenler böyle yaşar” diyemeyiz, toplumsal bir çıkarım sunamayız, Sosyolojik bir analiz ve bilgi üretemeyiz. Fakat bu temsilin kültürel etkisi üzerine uzun uzun konuşmalıyız. Mesela öznesini karikatürleştirmeyen ve aşağılamayan her türlü temsil, dizilerde hikayesi anlatılan bireylerin toplumun geneli tarafından tanınma, kabul edilme ve onlara yaşam alanı açma etkisini yaratması mümkün.
Gelelim dizinin “iyi” olup olmamasına. Burada genelde Kültürel Çalışmaların (ve hatta Sosyolojinin) bahsettiğim tartışmalarda biraz gölgede bırakılan bir alanına değinmek istiyorum: kültürel üretimin işçi koşulları. Eğer Öykü Karayel’in performansını, görüntü yönetmeninin başarısını veya diyalogların gerçekliğini diğer dizilerle kıyaslayarak konuşacaksak, o zaman kültürel üretim ilişkilerine yakından bakmalıyız. Sosyolojik veya Kültürel Çalışmalar araştırmaları yapılacaksa uluslararası bir şirket olan Netflix’in desteklediği üretimin dizi emekçilerine sunduğu finansal koşullarıyla yerel bir şirketin yaptığı dizilerde emekçilere sunulan çekim koşulları kıyaslanabilir. (Netflix’in bu konuda çalışanlarına çok destekleyici bir noktada durmadığını Atiye dizisinde set kazası sonucu hayatını kaybeden Hasan Karatay’ın hikayesinden tahmin edebiliyoruz.) Belki de toplumsal kaygılarla incelenmesi ve acilen bir çözüm üretilmesi gereken konu bu üretim koşullarının her çalışan için iyileştirilmesidir? Bir Başkadır’ın görüntülerinin televizyonlardaki herhangi bir diziden daha iyi olması doğrudan o diziyi üreten emekçilerin daha rahat ve verimli bir ortamda çalışıyor olmasıyla alakalı olabilir. Ya da Öykü Karayel’in oynadığı diğer dizilerden daha iyi bir performans göstermesinin nedeni belki de haftada iki saat olarak çekilen bir yapımda değil, senede sekiz bölüm olarak yayınlanan bir eserde çalışmasıyla alakalıdır Bu ve buna benzer, kültürel ürünün estetik özelliklerini temel alarak sorduğumuz soruların cevaplarını Sosyolojidençok Kültürel Çalışmaların metodlarıyla inceleyebiliriz. Aktörle ve yapımcıyla çalışma koşulları üzerine derinlemesine görüşen, kültürel ürünün yapıldığı bağlamın politik manzarasını analizine katan ve bunu dizinin içeriğinin estetik analiziyle birleştiren bir metodla yapmak Bir Başkadır’a dair daha kapsamlı bir resim çizebilir.
Bir Başkadır’ın bize sunabileceklerine dair önerilebilecek konular benim saydıklarımla sınırlı değil elbet. Yazıda hiç değinmediğim ve belki de en acil şekilde tartışılması gereken bir Kürt temsili çıkmazı var dizide. Bahsettiğim veya kısaca değindiğim konulardan bazıları Sosyolojiyi de ilgilendirebilir. Ama kısaca söylemek gerekirse, işin içine dizinin anlatımını ve estetik yapısını soktuğunuzda sorduğunuz toplumsal sorulara cevap arayacak disiplin çoğu zaman Sosyoloji değil, toplumsal konuları ve kültürel üretimle ilişkisini dert edinmiş Kültürel Çalışmalardır.
Bir Başkadır bir anda çok fazla tartışma yarattı. Hikayesinde işlediği konular uzun zamandır birçok kesimin tartıştığı ya da belki artık tartışmaktan yorulduğu sınıflar ve gruplar arasındaki kopukluk, travmanın yükü, konuşulan ve konuşul(a)mayan sorunlar, kadın-erkek eşitsizliği, anaakım medyada Kürtlerin, dindarların ve LGBTİ+’ların temsili gibi konular olunca tartışma iyice dallanıp budaklandı. Bu tartışmayı takip edenler olarak biraz yorulmuş olabiliriz. Ancak bence bundan sonra yapılacak dizilerin toplumsal konular hakkında daha dişe dokunur şeyler söylemesi ve eleştiri ve akademik analizinin geleceği için bu tartışmayı çok önemli buluyorum. Eğer Bir Başkadır’ı yapıma dair daha çok bilgiyle ve daha sistematik bilgi analizleriyle tartışabilirsek, bu eleştiri fırtınası kültürel dünyamızı kökten değiştiren ve en önemlisi dizi sektörünün kapalı dünyasını aydınlatıp çalışma ve yapım koşullarını iyileştiren katkılar sunabilir. Bu fırsatı kaçırmayalım derim.
2 Comments
Comments are closed.