Walter Mercado ve Anaakım Medyanın Kuir Siluetleri

Mertcan Karakuş a.k.a. Zakkum Kök

Walter Mercado ismini ilk kez, Ru Paul’s Drag Race All Stars’ın 5. sezonunda, yarışmacılardan Alexis Mateo taklidini yaptığında duymuştum. Daha sonra da kendisini, aşırı politik görünümlü ama son tahlilde suyla, sabunla çok da ilişkisi olmayan Netflix belgesellerinden, Mucho Mucho Amor’da izledim.

Kilometrelerce uzak coğrafyalarda olsak da, o kadar tanıdık bir hikaye ki…

‘‘Ağır homofobik bir toplumda, cinsiyet sınırlarını bulandıran bir sanatçı kendisine dev bir şöhret yakalar’’ desem? ‘‘Sonra da bu şöhret, bir yandan omuzlar üzerinde taşınırken öbür yandan koskoca bir neslin aşağılamalarına, alaylarına maruz kalmayı ve “cinsiyetlerarası” oluşunu zaten tehdit olarak gören toplumu yumuşatmak adına, kendini aseksüelleştirme zorunluluğunu getirir’’ diye eklesem? Bu uluslararası geçerliliği olan bir formül sanırım. Bizdeki örneklerle karşılaştırıyorum, hepsi tutuyor. Tesadüf olamayacak kadar benzer yollar, duraklar… Ne olursa olsun açılmadıkça, kimliğinle onur duyduğunu bas bas bağırmadıkça kervan yürümeye, devran dönmeye devam ediyor. Söylersen de vay haline.

Yerdeki parlak cam kırığını bile alıp cebine atan, benim gibi karga ruhlu, pul-payet sevicilerinin aklını başından alacak kostümler, gösterdiği kadarından fazlasını saklıyor. Başlıktaki silüet kelimesi, hem Walter’ın birbirinden güzel pelerinleriyle oluşturduğu anka kuşlarına bir gönderme, hem de zaten silüetlerden ötesiyle çok da ilgilenmeyen anaakım medyanın hayal perdesinde, açık ve net bir duruş olmadan birer siluetten öteye gidilemediğini anlatıyor. Açtıkları yolu yürüme zahmetine katlanmasalar da karşılarında olumlu ya da olumsuz hiçbir rol model olmadığı için, kendilerini dünyada var olabilecek en büyük yalnızlığa, bir tür tekil tecrite mecbur sanan birçok çocuk için, yine de önemliler bu sanatçılar.

Ben bu çocuklardan biriydim. Ekranda Huysuz Virjin’i görmeseydim, Zeki Müren’i dinlemeseydim, anaokulunda dönemin popüler dizilerinin canlandırmasını yaparken, hep kadın rollerine seçilmek isteyişimi hiçbir zaman dışa vuramazdım büyük ihtimal. Onlar olmasaydı, yıllar yıllar sonra o çelimsiz çocuktan Zakkum Kök doğamaz, hayatımın çok zor bir döneminde imitasyon yüzüklerle dolu parıl parıl ellerini uzatıp beni depresyonun dibinden çekip çıkaramazdı belki de. Bir de işin sömürü kısmı var tabii: bu açıklık eksikliğini, bu korkuyu, sanatçıya lütfediyormuş gibi dolduran, bu zaaftan yararlanan, sömürgen, kan emicilerle ilgili de söyleyecekleri var belgeselin. Menajerler, patronlar, pezevenkler… Dinleyene.

Author

1 Comment

Bir Cevap Yazın