Charlie Kaufman tarafından yazılan ve yönetilen I’m Thinking of Ending Things geçtiğimiz günlerde Netflix’te izleyiciyle buluştu ve tartışmaları da beraberinde getirdi. Film, çok beğenenler, övenler ve alkışlayanların yanı sıra eleştirilerinde odağında. Melis Kurultay‘ın kişisel Twitter hesabında paylaştığı tweet zincirini kendisinin izniyle yayımlıyoruz.
Bu hayatımın ilk flood’ında I’m Thinking of Ending Things filmine feminist perspektifle bakacağım. Ufak bir uyarı yapayım. “Ay yine mi bu perspektif!” diyecekler ve Jordan Peterson’cılar için tetikleyici içerik olabilir. Ayrıca tabii ki de spoiler içerir.
“ITOET”, izleyiciye varoluş krizi yaşamakta olan bir kadının iç sesini vaat edip, onun hikayesini merak ettirip daha sonra artık belki kaç milyon kez görmüş olduğumuz, potansiyelini gerçekleştirememiş incelden hallice Jake isimli bir amcanın boğucu yaşam öyküsünü anlatıyor.
Bu çok isimli/ isimsiz “tuzak kadın”, ayrılmak istediği Jake’in çocukluk evine yaptığı ziyarette ona ve ailesine hizmette kusur etmeyen bir fizikçiden, Jake’in Trivial Pursuit’teki becerisine hayran kalan bir “şapşal garson kız”a her türlü kadın oluyor.
Bu kadının kimliği önemsizleştirildikçe, onu merak etmek alakasızlaştıkça filmin içine giriş sebebimiz de anlamsızlaşıyor ve izlemek istediğimiz şeyi değil, Kaufman’ın boğazımıza ittirdiği şeyi izlemeye başlıyoruz.
Jake’in ‘tuzak kadın’ı eve geri dönüş vaatleriyle kandırarak hayat muhasebesine esir etmesi gibi Kaufman da hayali seyircisini başarısız erkekliğe özürler ürettiği, içine kapanık, öfke sorunu olan erkekleri de anlamaya ve onlara acımaya davet ettiği bir hikayeye esir ediyor.
Bizden Jake’in hem bir kabus yaşattığı hem de kendi kabusuna ortak ettiği bu kadını unutmamız, bir hayal ürünü olduğu için hislerini yok saymamız bekleniyor. Oysa bu kadın her fırsatta Jake’i terketmek istediğini düşünen, bu tutsaklıktan kurtulmanın hayalini kuran bir kadın.
Yine de Jake’i terketmeyi düşündüğü her anda “ne düşünüyorsun?” sorgusuna çekilen bu yokkadının yaşadığı taciz, kaçırılma ve iyi niyetten doğan çaresizlikler bütününe gözümüzü kapayıp yine iyi niyetle Jake’in hikayesini izlemeye devam ediyoruz.
Elbette Jake’in beceriksizliklerinin, yalnızlığının, öfkesinin faturası annesine kesiliyor. Ayrıca yokkadın Jake’in olamadığı her şey olmasına rağmen (iyi bir ressam, şair, eleştirmen, matematikçi…) yine de Jake hayali nobelini alırken seyircinin arasında onu gururla alkışlayan
en has destekçisi oluyor. Hatırlayalım Kaufman daha önce ‘a spotless mind’da* da bizden kızı yaşında olabilecek bir genç çalışanıyla yaşadığı ilişkiden kadının hafızasını silerek kurtulmaya çalışan bir bilim adamına sempati duymamızı istemişti.