Torino’nun Süslü, Radikal, Queer Festivali Divine

Söyleşi: Bawer Murmur

2001’den beri İtalya’da yaşayan Murat Çınar sinema-TV eğitiminin ardından gazetecilik yapmaya başladı. 2011’den bu yana uluslararası basın ajansı Pressenza için çalışıyor, yerel ve ulusal radyo ve televizyon kanalları için işler üretiyor. Genellikle Türkiye’yle ilgili konuları odaklanan Çınar yanı sıra İtalya’da yaşayan göçmenlerin siyasi hakları ve bu hakların basın ve siyasette “suç” ve “tehlike” kavramlarıyla bilinçli olarak karıştırılmasıyla ilgili araştırmalar yapıp, eğitimler veriyor.

Bunca işin arasında bir de Torino’da Divine Queer Film Festivali‘ni düzenleyen ekipte yer alan Çınar’la 20-22 Mart tarihleri arasında gerçekleşecek festivali konuştuk.

Festival hakkında biraz bilgi vererek başlayalım mı? Fikir nasıl doğdu? Nasıl bir araya geldiniz?

2005’te Pembe Hayat’ın Ankara’da organize ettiği bir etkinliğe katılmak için Veet Sandeh, Achille Schiavone ve Roque Fucci ile yola çıktık. Seyahat sırasında yaptığımız sohbetlerde ortak bir arzu belirdi; ırkçılık karşıtı, kapsayıcı ve LGBTİfobi karşıtı olan bir film festivali yapmak. Ancak bileklerimizi kestirecek ve salya sümük ağlatıp salondan çıkınca en yakın köprüyü aratacak bir şey olsun istemiyorduk. Hayatı anlatan, bizi anlatan ve aynı zamanda bizim ortak gayemiz olan “dans edip gülmeyi” hedefleyen bir festival düşledik. “Mutlu son” ile biten değil de bu hayatta ölmeden ve öldürmeden de devrim yapılabileceğini söyleyen bir şeydi. Ankara’da geçirdiğimiz süre bu fikirleri olgunlaştırdı, orada insanlardan aldığımız enerji ve önerilerle iyice havaya girdik. İstanbul treninde ve sonrasında Torino’ya dönerken kestik, biçtik ve bir şekilde festivali dikmiş olduk el ele verip.

Uzun zamandır hayatın birçok noktasında ortak çalışıp, dayanışan, yoldaşlık, arkadaşlık eden insanlarız. İş arkadaşı değiliz. Karşılıklı saygı, sevgi ve değerli bulma ortak paydasında buluştuk hep. Ben, Sandeh ve Achille hala çok yakın dostuz. Festivalin başında bizle beraber olan, ilk fragmanları ve ödül heykelini yapan Roque şimdi ekipte değil ancak onu hala çok seviyoruz. 

Festival yıllar içerisinde nasıl bir gelişim/değişim gösterdi?

DQFF biraz da dışarda bırakılanların dayanışması gibi bir şey de oldu. Nitekim transseksüeller, göçmenler ve engellilere odaklanan bir festival. Ama biz kendimizce queerleştirdik hepsini. Gelişme konusunda konuşmak gerekirse, son sene ortaya çıkan “Beyond the queer” (Queer’in ötesi) bölümü bunlardan biri diyebilirim. İran’ın dağlarında eski yöntemlerle bal arayan dağcıdan, Pakistan’ın küçük bir kasabasında heykeltıraş olmak isteyen Müslüman bir çocuğa kadar birçok konuya yer vermeye başladık festivalde. Ama gene de her hikâyenin temelinde bir “divine”* olma arzusu olan şeyleri bulduk. Pis kaka denileni görmek, onunla savaşmadan güzelleştirmenin yollarını aramak festivalin ruhunda var biraz.

İtalya AB’nin LGBTİ meselesinde en yavaş ilerleyen ülkelerinden biriydi yakın zamana kadar. Birkaç yıl önce sivil birliktelik yasasını geçirdi ki İtalya için büyük bir adım sayılabilir. Bu süreç festivale nasıl yansıdı? 

Biz yasalar değişse de değişmese de mücadele eden insanlarız. Trans hakları, toplumsal cinsiyet, göçmen hakları, ırkçılık, bilimsel çalışma olanaklarının özgürleştirilmesi gibi birçok konuda mücadele ettik, ediyoruz. Bizi bir yasa ya da reformist bir hükümet ne tatmin eder ne de ilgilendirir. Sivil birliktelik ya da hala bir tabu olsa da evlilik hakkı tabii ki küçük ama önemli şeyler bazıları ve de hepimiz için. Ancak bunun ötesinde daha güzel bir şey var ki o da sanatsal yaratıcılık. Biz bu konuda kendi çapımızda hep farklı bir şeyler yapmak istedik.

Seninle Torino’da konuşurken festivalinin proje/fon mevzularından uzak durmasına özen gösterdiğinizi, dayanışmayı esas alan bir yoldan ilerlemeyi seçtiğini anlatmıştın. Biraz bunun nedenlerini anlatır mısın? Örneğin gerekli parayı toplama sürecinin zorlukları neler ya da festivale olumlu katkıları mesela. Fon almamak programı hazırlarken politik olarak sizi daha özgür kılıyor mu? 

Öncelikle proje yazabilen, buna sabrı ve becerisi olan insanlar değiliz. Bir kere mesela belediyeden para istedik burnumuzdan geldi. Tövbe ettik! Hiçbirimiz bu festivalden para kazanmıyoruz. Sadece biz değil, basın danışmanları, film seçen ekip, jüri üyeleri, grafikerler, web tasarımcısı da kazanmıyor. Biz dayanışma ve imece diyerek yola çıktık. Bu da festivali kamusal bir şeye, bir topluluğun parçası olduğu güzel bir etkinliğe dönüştürdü. Sponsorlarımız bunu bilerek bize destek oluyorlar ve her yıl daha mutlu bir şekilde ve şevkle dayanışıyorlar bizimle. Mesela ödül plaketimiz bir seramik laboratuvarında yapılıyor. Festival sırasında bize özel hazırladıkları ürünleri gelip satıyorlar.On kadar gönüllümüz var. Sadece sabah akşam festivalde çalışmakla kalmıyor, anne babalarını, öğretmenlerini de getiriyorlar gösterimlere. Son iki yıldır denediğimiz ve çok güzel işleyen bir alttan üretim sistemimiz var. Her para veren kişi DQFF’nin bir üreticisi oluyor. Karşılığında onlara ufak hediyeler veriyoruz. Bu da festivali bizim siyasi ve sanatsal mücadelemize katılanların organizasyonu olmasını sağlıyor. 

Torino’nun kültürel yapısını ve tarihini düşününce festivalin şehirle kurduğu ilişkiye dair neler söyleyebilirsin? Nasıl tepkiler alıyorsunuz? Yola ilk çıktığınız dönemle bugün arasında nasıl farklar var örneğin? 

Burası bir işçi kenti. Fiat’ın kalbi. Her insanın ya kendisi ya da birinci derece bir akrabası orada çalışmış ya da çalışıyor. Öte yandan İtalya’nın ilk uzun metrajlı filminin çekildiği bir şehir. Uzun yıllar tek gençlik filmleri festivali burada yapıldı ve sayısız başka etkinliğe de ev sahipliği yapıyor. İşçi sınıfının 60’lardan günümüze kadar uzanan gelişiminin laboratuvarı gibi aslında Torino ve doğrudan katılımın yaşandığı bir kent. Hazinesi çok kısacası.Bu kültürel yapı ve tarihe çok inandık en başından itibaren ve festivale geri dönüşü de çok güzel oldu. İlk sene salonumuz 60 kişilikti ve gösterimlerde ayakta bile yer olmuyordu. Bazen biz başka insanlar içeri girip filmleri izleyebilsinler diye dışarı çıkıyorduk.Daha sonraları kent merkezinden çıkmaya karar verdik ve üç yıldır bir işçi mahallesindeyiz. Şöhreti pek de iyi olmayan güçlü ve büyük bir göçmen mahallesi burası. Adı uyuşturucu ve hırsızlıkla anılan, kalabalık bir Müslüman nüfusu olan bir yer. Salonumuzun etrafı evanjelist Afrika kiliseleri ve camilerle çevrili. Medyanın ve ırkçıların kötülemeyi sevdiği bu mahallede festivale muhteşem bir katılım oluyor. Filmleri izlemeye gelenlerin yarısı mahalleden. Annesini, babasını, eşini, dostunu getiriyor insanlar. Hatta birkaç kez mahallede müzik yapan insanlar kendi istekleriyle gelip yemek sırasında küçük dinletiler yaptılar spontane bir şekilde. Festival burayla ilgili algının ötesine geçebildi her anlamda ki bu da hem arzu ettiğimiz bir şeydi hem de önyargıları sarsıyor olduğumuz için mutluyuz. 

Festivalin Türkiye’deki queer film üretenlerle ilişkisi nasıl? 

Pembe Hayat ve dolayısıyla Kuir Fest ile “kız kardeşliğimiz” var. Onlar film gönderiyor biz de aracılık yapmaya çalışıyoruz onlar için. “Hala”, “Diren Ayol”, “Trans X Istanbul” ilk aklıma gelenler. Biz de onlara “Lunadigas” filmi için aracılık yaptık. Çok özel ve güzel bir üretim. Zor ve büyük bir çalışma oldu ama iki festivalde de çok coşkulu gösterimleri oldu o filmin. 

Öte yandan Pembe Hayat’tan Buse Kılıçkaya geldi ve ödülleri verdi bir sene. Sonra yine bir kez Janset Kalan‘la geldiler. Janset çok güzel bir konuşma yaptı sahnede, sonunda da bir eylem gerçekleştirildi. Biz hem onlarla hem de diğer tüm dostlarımızla festival haricinde de insani ve sanatsal üretim birlikteliği kurmaktan dolayı çok memnunuz.

Bu yılki programdan biraz bahseder misin?

Festival her sene bir kişiye adanır. Bu sene “deli” lakaplı çok özel bir kadına adadık; Alda Merini. Kendisi delileri zorla sokuldukları akıl hastanelerinde tanıdığını, kendisinin de orada delirdiğini, delilik etiketinin nasıl siyasi ve toplumsal bir silaha dönüştürüldüğüne işaret eden, her zaman güler yüzlü, sevdayı anlatmış ve sevginin tüm hallerini öyküleştirmiş özel bir insandı. 21 Mart onun doğum günü ve biz de festivali bu tarihlerde yapacağız. Her yıl olduğu gibi ikinci gece, yani cumartesi partimiz olacak yine Alda’ya adadığımız. 

Trans hareketinin İtalya’daki en önemli isimlerinden Porpora Marcasciano bu seneki annemiz ve hem bir “deliliğe atıf” performansı yapacak hem de ödüllerimizi verecek. Tabii ki her sene olduğu gibi bu sene de birçok ülkeden ve dilden film var. Hepsi İtalyanca altyazılı, dublaj yok ve filmler İtalyanca olsa da işitme engelliler için altyazılı gösterilecek. İşitme engelliler için bir çevirmen de söyleşileri çevirecek.Gösterimlerin yapılacağı mekân bariyersiz, yani tekerlekli sandalye için uygun. Girişler ücretsiz, katılan yönetmenlerin yol ve konaklama masraflarını biz karşılıyoruz. Altyazıları biz üretiyor, yönetmenlere hediye ediyoruz. Ayrıca festival boyunca sunulan yemekler de vejetaryen/vegan.

* Divine ilahi, kutsalın yanı sıra hoş, tatlı, muhteşem, güzel gibi anlamlara da geliyor. Lubunyalar bu kelimeyi diva olarak da kullanıyorlar ve madi koli atmak için de işe yarayan bir ifade olabiliyor. 




Author

  • Bawer

    Velvele Kurucu Yayın Yönetmeni, gazeteci, çevirmen, editör, LGBTİ+ ve göçmen hakları aktivisti.