Eskiden kendimi kötü hissettiğim zamanlarda kendime cuma gününün yaklaştığını, dolayısıyla ilgimi çekecek bir filmin muhakkak vizyona gireceğini ve yapacak hiçbir şey bulamazsam onu izleyebileceğimi hatırlatırdım. Böylece içim rahatlardı. Pandemiyle birlikte bu başa çıkma mekanizmam da evrildi elbette. 2023 yazına kadar bu âdet, hafif kalbimi burkan şekliyle bana kendini anımsatıp duruyordu -sonra Barbie ve Oppenheimer’la beraber vizyon tarihlerine tekrar heyecanlanabileceğimden emin oldum. Nedense Hollywood’un bana destek çıkmasına ihtiyacım varmış.
Ancak 2023 yılında 26 yaşındaki lezbiyen bir kadın, hele de hayatını İstanbul’da geçiriyorsa, maalesef biraz doyumsuz olabiliyor. Barbie bana yetmedi; enflasyon artmaya devam ediyor; hayran gözlerimse kanon lezbiyen bir çift arıyor. İşte o noktada hayatıma incel lezbiyenlerin kurduğu “dövüş kulübü”nü konu alan Bottoms giriyor: fragmanını gördüğüm an “Lezbiyenler!” diye bağırtan ve sırf bir şekilde herkesten önce izleyebilmek için kariyer değişikliğine gitmeyi bana düşündürten O yapım.
Ben, pek de incel1 sayılmayan bir lezbiyen, kendimi FLINTA2 bir ekiple beraber filmi izlemenin hayalini kurar veya Filmekimi seçkisine girer de “Emma Seligman salonda bir anda belirir mi acaba?” diye düşünürken kendimi sapphic (sapfik okunur) X hesaplarının hayran videolarından kaçmaya çalışırken buldum. Rachel Sennott (P.J.) ve Ayo Edebiri’nin (Josie) iki baş kahramanı canlandırdığı bu filmi izlemeden geçen her günüm eksikti. Sonunda sınıf bilinci ve kuirfobik dünyanın gerçekliği ağır basmış olacak, artık bu kararı kim aldı bilmiyorum ama King Princess’ten PAIN şarkısını dinlerken gelen keyfim kat be kat arttı ve Bottoms dijitalde yayına sokuldu. Sonrasını anlatmaya pek gerek yok galiba –buradayız işte.
Lezbiyenler ve lezbiyen incel’ler vardır
Heteropatriyarka korkunç bir yer. İçselleştirmemizi istediği şeyler üzerine düşündükçe kurgusal dünyalara “kaçmak” istemeden edemiyorum. Kurguda kaybolmak orta sınıfın çözümüdür, bilirsiniz. Neyse… İki yakın arkadaşın hoşlandıkları kızlarla (Isabel ve Brittany) tanışıp “bekaretlerini kaybedebilmek için” dövüş kulübü kurmalarını izlemeye çok heyecanlandım tabii ki. O kadar heyecanlandım ki bütün süreç Barbie’yi sevme sebebim gibiydi -sırf bu konuşma ortamı bile kuir kalbime yetiyordu. Bottoms’la Barbie‘nin farkı şuydu yalnız: Bu filmi bir salon dolusu lezbiyenle izlemiş olmak bütün travmalarımı iyileştirirdi ve ayrıca Bottoms’ta lezbiyenler gerçekten varlar. Açık açık söyleniyor bu, o kadar açık açık söyleniyor ki bekaretlerini kaybetmeleri için onlarla seferber oluyoruz.
Demem o ki bir kurgusal gerçekliğin yalnızca temsil üzerine kurulmasından pek keyif alamamaya başladım. Lütfen yanlış anlaşılmasın, Yüzüklerin Efendisi’nde siyah elf gördüğünde “bağlam dışı” bulup tetiklenen natrans erkeklerden bahsetmiyorum; demek istediğim, “varız” veya “açılırken şunlar oldu” demeyen bir gerçekliğin insana ferahlık verdiği. Bottoms, bana kesinlikle bu keyfi yaşattı. Var olduğumuz zaten bir gerçek ve o kadar varız ki bazı lezbiyenler feminist retorikleri kendi çıkarları için kullanıp güvenli ortamların amacını kırabiliyorlar.
Küçükken filmlerin sonundaki felaketlerden bitap düşmüş bir çocuk olarak böyle bir kurgunun varlığı o kadar özgürleştirici ki. Belki de Seligman’ın kurmacasını bu yüzden bu kadar keyifle takip ettim -P.J.’in en sevdiği dizinin Entourage olmasından, Josie’nin Isabel’e söylediği ilk şeyin “Sen de çok zayıfsın, biri doktoru arasın!” gibi rezalet bir cümle olmasına kadar.

Bir büyüme hikâyesi olarak Bottoms
“Düşüş”lerin ve “yıkıcı” gerçeklerin Avril Lavigne’in Complicated’iyle verilen bir büyüme hikâyesi, patriyarkal değerleri ve masküleniteyle birleştirilen bütün algıları öyle tiye alıyor ki film kendini neredeyse tamamen buradan var ediyor. 1990’ların sonlarında çokça işlenen gençlik filmleri ve büyüme hikâyesi klişeleri, bu sefer hakikaten zorunlu heteroseksüelliğin pençesinden kurtulmuşlar için de yansıtılıyor. Anlatı, her kuir öznenin feminizmi içselleştirmediğini, bizlerin de “çocuk” olabildiğimizi ve konseptlerin içselleştirilişindeki tökezlemelerimizi de konusuna dâhil ediyor. Okuldaki zorbalığın sebebini yalnızca homofobiye bağlamanın da kolay bir kaçış olduğunun altını çiziyor -eh, “Bizden eşcinsel olduğumuz için nefret etmiyorlar. Bizden yeteneksiz ve çirkin eşcinseller olduğumuz için nefret ediyorlar.” repliği de zaten buradan geliyor.
Bottoms’ın kendine olan farkındalığı aynı kuir kimlikler gibi. Gençlik filmlerini tiye alan yaklaşımı, feminist hareketin kendi kozmosuna da yansıyor. Sanıyorum zaten izleyiciye geçen bu “inandırıcılık” da oradan kaynaklanıyor; okulun gururu olan futbolcu Jeff’in Walkman’den Total Eclipse of the Heart dinleyerek geçirdiği kalp kırıklığı, onun en yakın arkadaşının Motorola Razr’ı, rakip takımın oyuncularının gore şekilde katledilmesinin saçmalığı o nedenle umursanmıyor. “Nasılsa bir erkeği ananas alerjisinden kurtarmak için seferber olmuş feminist bir dövüş kulübü, erkek adalet tarafından yargılanmaz,” diyebiliyor insan. Çünkü yok sayılan gerçekler burada halı altına süpürülmüş değil.
“Kulübü kendi çıkarlarınız için mi kurdunuz? İkinci dalgayı yeniden yaşıyoruz resmen!”
Bottoms’ta LGBTİ+’lar sadece zorbalıkla uğraşmıyorlar, bir de kendi problemli algılarıyla yüzleşmek durumundalar. “Pon pon kızlarla flörtleşmelerinin sebebi eril dilleri ve kendi çıkarları için feminist seferberliği kullanmaları olabilir,” diyor Seligman. Haklı da oldukça. Böylece zaten bu büyüme hikâyesi, dövüş kulübünün bekaret kaybedilebilsin diye kurulduğunun ortaya çıkışıyla yetişkinliğe geçiş törenini tamamlanmış oluyor. Ders şu: Patriyarkanın normalleştirdiklerini yanımıza almadan ilerlemek durumundayız.
Böyle kurgulara o kadar açım ki Bottoms’ın kurduğu sarkastik gerçeklikteki dehadan hayranlıkla bahsederken Josie ve Isabel arasındaki ilişkilenmenin gelişimini izlemek için bile bayağı bir borca girebilirim. İşte böyle bir yolculuktu Bottoms -bana artık “Yalnızca hak ettiğimi düşündüğüm filmlere ‘Tutar!’ diyeceğim.” dedirten bir gerçeklik. Bir sonraki hayalim, Bottoms’ı bir salon dolusu lezbiyenle beraber izlemek. O güne kadar filmi üst üste izlemeye ve düşük hissettiğimde “Oynat!” tuşuna heyecanla basmaktan tereddüt etmeyeceğim. Umuyorum ki bahsi geçen o seansta görüşmek üzere -ben Hazel ve kendimle ilgili fan fiction3 yazmaya başladım bile.
- “Kadın düşmanı” yerine kendilerine “istemsiz bekarlar” diyerek mağduriyet atfeden natrans erkek kitle. ↩︎
- “Female, Lesbian, Intersexual, Non-binary, Transgener, Asexual” kelimelerinin kısaltması olarak kullanılan kavram. Çoğunlukla cis-erkekler dışında kalanları tarif etmek için tercih ediliyor. ↩︎
- “Hayran kurgusu”, bir eserin hayranları tarafından karakterleri ya da olaylar hakkında, yaratıcısından ziyade bu çalışmanın hayranları tarafından yaratılan orijinal kurgusal eserlerdir. Hayranlar, yaratıcının karakterlerini ve olayları koruyabilir veya kendi karakterlerini de ekleyebilirler. (Kaynak) ↩︎