Farah Zeynep Abdullah’ın Murathan Mungan tweeti üzerine attığı tweette Yılmaz Güney’in bir şiddet faili olduğu hatırlatmasının ardından, hararetli bir tartışma başladı. Bu yazı bu hararetli bir tartışmanın bir parçası olmayı amaçlamıyor. Çünkü aslında tartışma diye tanık olduğumuz şey, erkek egemen bir kültürün önemli saydığı sembollerin şiddet failliklerini, kusurlarını, yanlışlarını görmeme/tartışmama örüntüleri. Güney’in şiddet failliği bir yorum ya da yalan değil, tanıkları olan bir gerçek ama bunu söylemek her zaman pahalıya mal olur. Çünkü acaba eserlerine ne diyeceğizdir, acaba onun özeleştirisini zaten kendi verdiğini bilmiyor muyuzdur? O özeleştirisini vermişken bize zaten laf düşmez vs.
Dediğim gibi bu yazı Yılmaz Güney yazısı değil. Benim iddiam şu, bırakın Yılmaz Güney’i bizler herhangi solcu grupta, biraz sesi çıkan herhangi bir erkeği tartışamayız. Vaktinde tartışamadık da oradan biliyorum. Tıfıl bir Troçkisti bile tartışamadık biz vaktinde. Troçkist gruptan iki kadın “yoldaş” hemen hepimize ayar vermek için yaklaşık kırk sayfalık yazı yazdı “aile tarihi ve ahlakçılıkla” ilgili. Oysa kimsenin ahlakçılık filan yaptığı yoktu. “Solcu” ortamlardaki erkeklerin gizli çok eşliliği, onların avantajları vs. meselesi gibi bir şey hep vardı. Ama dediğim gibi iki kadın kardeş gruplarının “prensini” korumak için göğüslerini siper etmişlerdi. Hatta hatırlayanlar vardır, bu olayın ardından kadınlar solcu erkeklerin avantajlarını anlatan ve bu konuyu eleştirel bir yerden konuşmak için toplantı çağrısı yapmışlardı. Başka bir akademisyen arkadaşa, imzalar arasında onun ismi olduğunu sandığım için “Aa sen de imzaladın demek!” demiştim de, akademisyen dostum, “Aa elbette ki ben değilim.” demişti. Yani haşa, ne demek imzalamak filan.
Dolayısıyla ben mesele Yılmaz Güney-miş gibi yapmayacağım. Meselemiz, solun, muhalafetin, devrimci kültürün vs. hepsinin ağır şekilde erkek egemen olması. Kadınların sesini yükseltip erkeklerin kusurlarını, şiddet failliklerini konuşmaya çalışması aslında kültürel bir dönüşümün işareti ama buna direnen çok fazla kültürel örüntü var. Bu örüntüler ikinci doğa gibi refleks haline gelmiş ve hemen devreye girip suyu bulandırıp konuyu dallandırıp budaklandırıyorlar. Nedenler çeşitli, kimi onu örnek alarak büyümüş, kimi zaten herhangi bir eleştiriye tahammül etmiyor vs. ama asla sembol isimleri bırakın, sesi biraz çıkan erkek aktivistlerle dahi eşit ilişki kurulmuyor, eleştiren de elbette abesle iştigal eden kişi oluyor.
Ben bu yazıda susturmayı hedefleyen bazı refleksleri not etmek istiyorum. Tüm susturma reflekslerinin hepsini saydığımı düşünmüyorum, o yüzden bu yazı aslında açık bir liste, okuyanlar kendi gördükleri susturma, “ayar verme” ve erkeğin dokunulmazlığını tahkim etme biçimlerini yazının sonundaki yorum kısmına ekleyebilirler. Solcu kültür örüntüleri gibi bir alt başlık atabiliriz aslında bu minik çalışmaya ve ortak olarak sürdürebiliriz. Anlamak ve değiştirmeyi birbirinden ayrı eylemler olarak görmüyorum, o yüzden önce örüntüleri görelim sonra “kültür devrimine”😊 devam ederiz. Evet, evet, ben de yaşasın devrim diyorum!
Susturma biçimleri
- Neden şimdi konuşuyorlar? İlk susturma biçimimiz zaman boyutuyla kuruluyor. Aslında bakarsanız bir erkeği eleştirmek için asla doğru zaman yoktur ama konuştuğunuz her an külliyen yanlış bir zamandır. Bu yanlış zamana hemen bir komplo teorisi eşlik eder, bu özel zamanda stratejik bir saldırı yapılmaktadır ve çok karanlık bir amacı vardır. Burada sosyal medyada rastladığım komplo teorilerinde bazılarını ekleyeceğim. Amaç “halkı devrimcilerden soğutmaktır”, “halk ile devrimcilerin arasını açmaktır” vs. Erkeğin, örneğin şiddet failliği araya kaynar gider, kadın ve LGBTİ+ harcanabilir varlıklardır bu erkek evreninde. Üretilen komployla açık edilen “karanlık amaç”a karşı birlik olmamız gerekmektedir. Dolayısıyla hemen susmazsanız bu korkunç amaca hizmet etmiş olursunuz. Bakın çok acı bir karşı örnek vereceğim, Mücella Yapıcı yapılan çıplak aramayı dile getirdiğinde hükümet cenahı “Neden şimdi konuşuyor.” demişti. Yani öyle susturmuştu Mücella Yapıcı’yı. Ne bileyim, öylesine aklıma geldi işte.
- Zaten özeleştirisini verdi: Sen kimsin lan, demek bu. Sana düşmez, sakın kendini bir halt sanma vs. Eğer eleştiri yapılacaksa o yapar, sana ne. Özeleştiri diye sayılan sözler de ben değil toplumsal yapı, kadın aslında daha akıllı gibi bir takım genel geçer laflardır. Erkek öznenin yetkinliğine halel getirilmemiş olur çünkü eleştiriyi saldırı ve parçalama olarak okuyordur bu erkek kültür. Omnipotent, yani tam güçlü erkek özne yeniden tahkim edilirken, eleştiriler susturulur.
- Eserlerini ne yapacağız? N’apcaz? Atcaz mı? şeklinde sorularla harekete geçer bu susturma biçimi. Biraz daha konuya hakim olanlar, “etikle estetik arasındaki ilişki nedir? Etik ve estetik iki özerk alan değil midir?” diye girer meseleye. Hemen erkekleri eserlerinden ayrımamız gerektiği söylenir. Kadınlar mı? Kadın dediğin eser meser vermez zaten. Erkeğin kişiliği ayrı, eserleri ayrıdır, anlıyor muyuzdur? Kişiliği ayrı, eserleri ayrıdır, anlıyor muyuzdur? Eserlerinin tartışması öne geçer, eğer mesele şiddetse laga lugaya gelir, arada kaynar. Ben bir de asıl meselenin kadınların ifşasını susturmak olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Cemal Süreya’nın Tomris Uyar’ı dövdüğünü ifşa eden kişi, edebiyat eleştirmeni kimliğiyle Murat Belge’ydi ve bir kişi ağzını açıp ama eserlerini ayrı tartışmalıyız demedi Belge’ye. Demek ki hikmet sakalda. Ya da “kadına şiddeti tartışacaksak onu da biz tartışırız” diyen bir erkek anlayışı var, bilemeyeceğim. Ben ne zaman Cemal Süreya’nın Tomris Uyar’ı dövdüğünü söylesem, “eserlerini ayrı tartışmalıyız” laflarıyla karşılaşıyorum. Susturma biçimlerinin her konuşana işlemediğini buraya not olarak düşmüş olalım.
- Yerel Seçimlerin arifesinde bunu mu tartışacağız: Komplocu zaman boyutuyla kurulan “neden şimdi konuşuyor” sorusunun reel zamana taşınarak kurulan susturma biçimidir. Bakın geçen seçimlerde “derin analizler” yapan, Kemal Bey, Meral Hanım düzeyinde siyasetçilerle yüz göz olan gazeteciler gece gündüz, haftada iki, hatta bazıları, Allah versin maşallah, hafta dört kez filan konuştular da ne oldu allasen? CeHAPe ne yapmalı başlıklı 542. yazının ardından herkes konuştuğuyla kaldı. Bu susturma biçimini dile getiren de sanırsın ki yerel mahalle meclisleri örgütlüyor. Bir de mevcut reel siyasetin asla eleştiri istemeyen erkek kültürüyle kurulduğunu ve bu yüzden bu erkeklikle acil şekilde yüzleşmemiz gerektiğini gizler bu susturma biçimi. Reel zamanda da asla doğru zaman yoktur bir erkeği eleştirmek için.
Eleştirileri iltifat olarak kabul edin!
Bakın ben hayatımda bir kere bile Melih Gökçek’i kadın düşmanı diye eleştirmedim. Eleştirmedim çünkü eleştiri sağcıya yönelen şeyin adı değil. Onun kadın düşmanı olduğunu sadece tespit ederim ben. Eleştiri bir değişim umudunu taşır. Eleştiri her zaman şimdiki zamanla ilgilidir. Eğer geçmişten bir sembol figür şiddet failliğiyle gündeme geliyorsa, aslında bugün onunla kurulan tapınmacı ilişki eleştiriliyordur. Eleştiri geçmişe yönelse de bugünü değiştirmeyi hedefliyordur. O yüzden savunmacı refleksler umudu yarına bırakır, eğer tamamıyla öldürmezse. Sembol isimlerin karşı kültürde önemsiz olmadığını söylemeyeceğim, semboller elbette önemli, değişen onunla kurulan güncel ilişkiler. Devrim ve devrimcilik her zaman bir grup erkeğe tanınan bir ayrıcalık oldu. Devrimciliğin çitlenmesi, yani mülk edinilmesi olarak görüyorum ben bunu. Bu kadar az devrimci sayılması ve onlara eleştiri geldiği anda da “aman sembollerimize dokunmasınlar” refleksi aslında yaratılan yapay bir kıtlık. Benim iddiam şu ki polis kayıtlarında muhalif kültürün saydığından çok daha fazla devrimci kayıtlı, fakat yapay kıtlık yaratan şey devrimciliği birkaç kişiye hapseden erkek çitlenmeciliği. Devrimciliğin temellük edilmesi, zimmete geçirilip paylaşılmaması. Erkek egemen bir çitlenme ve onun savunmacı refleksleri kadınları LGBTİ+’yı karşı kültür oluşturmanın bir parçası saymıyor. İşte bu yüzden minicik alanlarınızda, neredeyse polislerle aynı yöntemlerle konuşanlara ayar çekiyorsunuz.
İnsanlık onuru filan denildiğinde, biz biçareler de kendimizi bu insanlık onurunun içinde saydık. Bizlerin onuru şiddetle, aşağılamayla, ikinci sınıf sayılmakla vs. kırıldığında ve siz failleri koruduğunuzda, sizlerin adaletinize inancımız kalmadı. Devrimci olarak taşıdığınızı söylediğiniz değerler bir kayırmacılıkla çalışıyor, o zaman en sıradan erkeğe bile hesap soramıyoruz biz solcu gruplarda. Bizler kültür eleştirisi yapıyoruz. Erkek özneleri üreten, devrimi ve devrimciliği tekeline alıp paylaşmayan, kadınları, LGBTİ+’ları ve çocukları ikinci sınıf gören, onlara söz hakkı tanımayan bir devrimcilik anlayışını ve bu kusurlarla yüzleşememenizi eleştiriyoruz. İşte bu kayırmacılık, bu adaletsizlik, bu şımarıklık, bu sözü kimseye bırakmayan zorba haller soğutuyor “halkı devrimcilerden”. Kısacası, komplocuları ve “devrime zarar verenleri” uzaklarda aramayın.