Öz hakiki queer edebiyat seçkisi: Hakkı teslim edilmemiş beş yazar

2000’lerin sonlarına doğru, skinny pantolonlar ‘‘erkek’’ pazarı için de üretilmeye başladığında, modaya uyan her zamanki gibi önce biz lubunyalar olmuştu. Yaklaşık on yıl boyunca alaylı bakışlara, atılan laflara, bacaklarda kesilen kan dolaşımlarına rağmen o pantolonları giymeye devam ettik. Gün oldu, devran döndü; diri vücutlarımızı saran dar pantolonlarımızla dalga geçen cis-hetero erkekler, aynı dar pantolonlardan başka bir şey giymez oldular. 

Queer kavramının Türkiye’deki yolculuğu da pantolonların el değiştirmesiyle aynı rotayı izlemeye başladı. Son zamanlarda, özellikle sanat camiasında adını sık sık duyar olduk. Ancak kavramın kullanıldığı yerlerin genellikle ne LGBTİ+ sanatçılarla ne de LGBTİ+ temaları içeren üretimlerle ilgisi var. Çoğunlukla sıradışının ya da avangardın yerine kullanılıyor. Ancak queer’i bugünlere LGBTİQ+’lar ve mücadeleleri getirdi. Dolayısıyla bu kavramı bağlamından ve anlam evreninden koparıp yalnızca yazıldığı dönemin ‘‘sanatsal kurallarına’’ uymayan üretimler için kullanmak doğru mu? Yoksa bu da kelimenin havalı tonlamasından kendince nemalanmaya çalışan heteronormativitenin kullandığı bir yöntem mi? Hem de queer‘in bugünlere gelene kadar neler yaşadığını, ne eziyetler çektiğini bilmeden; bunların hiçbirinin ne nesnesi ne de karşısında olmadan.

Girizgâha rağmen bu yazı skinny pantolonların moda tarihindeki yeriyle ilgili değil. Aslında Onur Ayı vesilesiyle hazırlanmış tatlış bir queer edebiyat seçkisi olması gerekiyordu ama hem ‘‘eteğimizde uluyan kurtlar, çakallar’’ (bknz. TC) hem de kitapları seçerken aklımdan çıkmayan yukarıdaki sorular sebebiyle iş ister istemez politikleşti ve LGBTİ+’larca ya da LGBTİ+’ların özgürleşmesini hedefleyenlerce yazılmış, LGBTİ+ hayatları anlatan, adını yakın zamanda çok da duymadığımız kitapları içeren bir liste oldu. Dolayısıyla gönül rahatlığıyla hepsinin de queer örnekler olduklarını söyleyebilirim. 

Şiro Hamao, Şeytanın Çırağı (1929 – Türkçe çevirisi 2021) 

Şiro Hamao’nun iki uzun öyküsünden oluşan Şeytanın Çırağı, İthaki yayınlarının Japon Klasikleri serisinden yayınlandı. Dönemin ‘‘belli’’ ailelerinden gelen yazar, Tokyo Bölge Mahkemesindeki savcılık görevinden istifa edip dedektif romanları yazmaya başlıyor. Bu listede olmasının sebebiyse sattığı Ferrari’si değil, böyle erken bir zamanda eşcinsel hakları savunucusu olması. Şeytanın Çırağı’ndaki iki öyküde de ana yapı queer ilişkiler üzerine kurulmuş. Polisiyenin olmazsa olmazı merak unsurunu yalnızca katil-kurban ikiliği üzerinden değil, kahramanlarının duygu dünyalarını da başköşeye oturtarak kurup, son ana kadar diri tutmayı başarmış yazar. Hamao, Japonya’nın en önemli iki polisiye yazarından biri. Buna rağmen öyküleri Türkçeye çevrilmek için doksan yıl beklemiş. Doksan yıl sonra bile, tanıtım metninde öykülerin queer temalarına dair tek bir kelime edilmiyor. 

Samuel R. Delany, Triton (1976 – Türkçe çevirisi 2000)

Triton’un Metis Yayınları tarafından Türkçeye çevrilmesi, orijinalinin yayımlanmasından yirmi dört sene sonra olmuş. Hamao’nun öykülerini düşünürsek bir ‘‘gelişme’’ söz konusu. Delany, queer’in‘Türkiye sanat camiası’’ tarafından üretilen anlamını da karşılayan bir yazar. Toplumun bütününün tek bir kurtuluş yolu bulduğu ütopyalardan ya da toptan ayvayı yediği distopyalardan farklı olarak yazar Triton’da, heterotopik mekânlardan oluşan bir dünya kuruyor ve bu dünyayı yazarken farklı tekniklerden yararlanıyor. Okuyandan beklentisi yüksek bir metin, mesela bir anda kendinizi uzun ‘‘bilimsel’’ makaleler okurken ya da anlamadığınız bir formüle bakarken bulabiliyorsunuz. Romanın hem bilimkurgu hem de genel olarak edebiyat alanındaki önemine, kendinden sonra bir dolu hikâyeye ilham olmasına rağmen Türkçe çevirisinin ilk baskısı tükenmiş ama ikincisi gelmemiş. Başka bir yayınevi tarafından da çevrilmemiş. Delany’nin Türkçedeki görmezden gelinmesi bununla sınırlı değil. Bir dolu hikâyeye imza atan üretici bir yazar olmasına rağmen Triton’dan başka çevrilmiş yalnızca bir romanı (Einstein Kesişimi) var ki o da ilk baskıda kalmış. 

Leslie Feinberg, Sevici Türküsü – Bir Sevicinin Romanı (1993 – Türkçe çevirisi 2007)

Leslie Feinberg’in romanı, queer temalı hepi topu üç romanın olduğu bizim dönemimizce bilinen bir roman. Bazı noktalar iyi niyetli ama jargona hâkim olmayan çeviriye kurban gitse de (romanın İngilizce adı Stone Butch Blues) Sevici Türküsü, bir kendini keşfetme, dünyadaki yerini bulma hikâyesini uzun uzun ve detayları es geçmeden anlatıyor. Uzun deyince gözünüz korkmasın, aktivist Leslie Feinberg’in neredeyse bir Blues şarkısına yakışacak diliyle akıp gidiyor roman. Asıl önemiyse LGBTİ+’ların işçi hareketindeki yerini ve önemini gözler önüne sermesi. Yıl olmuş 2007, romanın adı da gayet açıklayıcı; bu yüzden tanıtım metninde cinsel kimlik ibaresi yer bulabilmiş kendine. Ancak bu romanın da akıbeti piyasada tükenmiş olmasına rağmen tek baskıda kalmak ve yeniden çevrilmemek olmuş. Yeni kuşaklarca tanınmıyor. Ayrıca Feinberg’in ününe ve romanın etkisine rağmen ikinci romanı Drag King Dreams Türkçeye çevrilmemiş. 

T Cooper, Paramparça (2002 – Türkçe çevirisi 2004)

Paramparça toplumdan, atanmış ailelerden dışlanıp soluğu seçilmiş ailede bulan dört karakter üzerinden kuruyor hikâyesini. Muhafazakâr toplumun farklı dikenlerine maruz kalsalar da devam etme gücünü birbirlerinde buluyorlar. ‘‘Cinsiyet ucubesi, kadın mı erkek mi belli olmayan’’ (tanıtım metninden) Isak’ın kendiyle ve ‘‘ucubeliğiyle’’ girdiği tek taraflı mücadeleye de tanık oluyoruz romanın sayfalarında. Trans erkek yazar T Cooper, yolu BBC Amerika ve Netflix dizilerinden de geçen, sekiz romana ve dört kitaplık bir genç-yetişkin roman serisine imza atmış başarılı bir yazar. Ancak başka bir romanı Türkçeye çevrilmemiş. Paramparça’nın ilk baskısı tükenmemiş, yenisini bulmak hâlâ mümkün. Hem de eski baskı olduğu için kitap fiyatlarının ayyuku geride bıraktığı günümüzde hayli uygun bir fiyata. 

Charlie Jane Anders, Gökteki Bütün Kuşlar (2016 – Türkçe çevirisi 2018)

Lilly Wachowski bir röportajında ‘‘Translar (bu durum özellikle ben ve Lana için geçerli) kelimelerin olmadığı bir boşlukta varlık gösterebiliyorlardı. Dolayısıyla her an hayal dünyasında yaşıyorduk. Bu yüzden bilim kurguya ve fantastiğe yöneldim, bu yüzden ‘‘Dungeons and Dragons’ oynuyordum. Hep yeni dünyalar kurmakla ilgileniyordum,’’ demişti. Gökteki Bütün Kuşlar’ı bilimkurguyla fantastiğin birleşme noktasındaki en iyi romanlardan biri yapanın, bu arayışla bir ilgisi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Trans kadın yazar Charlie Jane Anders, küçük yaşlardan itibaren diğerlerine benzemeyen iki karakterini, büyülü ve yıkımına doğru ilerleyen bir dünyada yer yer eğlenceli, yer yer gayet ciddi bir maceraya salıyor. Bu yazı için kitabın satışlarını kontrol ederken birinci baskısının tükenmiş olduğunu öğrendim. Umarım romanın aldığı prestijli üç ödül kitabın baskılarca devam etmesine, Anders’ın Marvel evreninden de geçen ödüllerle dolu kariyeri de diğer romanlarının çevrilmesine yeterli gelir. 

“Bu üretim ya da bu sanatçı LGBTİQ+ için ne yapmış”

Queer’in LGBTİQ+ mücadelesiyle bağlantısını bir nebze olsun anlatabilmek için yazarların ve eserlerinin nerelerden geçtiğine, nelere maruz kaldığına, özellikle Türkiye’de nasıl ve neden hak ettikleri başarılara ulaşamadıklarına şöyle bir bakmış olduk. Tahmin edebileceğiniz gibi Türkçe yazılmış örneklerin ahval ve şeraiti de çevirilerden çok farklı değil. Kitapları peynir ekmek gibi satmasına rağmen aynı romanla yayınevinden yayınevine dolaşan, eşcinsel bir aşk hikâyesini anlatan romanı geri çevrilen ve yayınevinden ‘‘bunun heterosunu yazsan çok tutar,’’ cevabı alan yazarlar; yalnızca teması yüzünden tozlu raflarda bekleyen, hatta ‘‘nasıl olsa basmazlar’’ korkusuyla yayınevine hiç gönderilmeyen hikâyeler o kadar çok ki. Onların hatırına, herhangi bir üretimi queer olarak tanımlamadan önce ‘‘bu üretim ya da bu sanatçı LGBTİ+ için ne yapmış,’’ diye sormakta fayda olduğunu düşünüyorum. Onur Ayımızı kutlarken de şu ünlü atasözünü aklımızdan çıkarmayalım: 

Author