Kendimi bildim bileli bu şehri terk etmeyi hayal ettim yani İstanbul’u ve hatta Ahmet Telli yüzünden veya sayesinde (artık çok da emin değilim) “havaya uçurmayı diledim bindiğim otobüsü”*. Çok emindim bu şehrin arkamdan falan gelmeyeceğine ve hatta umrunda bile olmayacağıma. Oysa harika bir ekim sabahı, o bana ne kadar muhteşem bir şehir olduğunu göstermek istercesine tüm bulutlarını def etmiş, hava 23 derece ve rüzgar bile yokken ayrıldım İstanbul’dan. Tüm bu hayallerimle uzun yıllar önce vedalaşmışken hem de.
İstanbul’dan ayrılmaya gerçekten karar verdiğimde aylardan eylüldü. Evet, hayal ettiğimiz ve gerçekleşen şeyler var, hatta bazen insan ne dilek dilediğine gerçekten dikkat etmeli belki de. Çünkü bu çocukluk hayalimi, yani aşık olduğum şehri bırakıp, kimsenin beni tanımadığı ve anlamadığı o şehre, kimseye haber vermeden gitmeyi o kadar uzun süre istedim ki en sonunda vazgeçmeme rağmen gerçek oldu.
Vizem bir eylül sabahı, doktora değerlendirmesinde olduğum ve sonrasında “akademide aktivizm” söyleşimizde anlatacağım metnin doğduğu anda elime ulaştı. Batı akademisinden ziyadesiyle nefret ettiğim o naçizane zaman diliminde yani. Söyleşide anlatmadığım ise o vizenin sadece bana çıktığıydı. Oğluma veya ailem dediğim insana değil, sadece bana. Bir tek bana. Ben Avrupa denilen, çoğumuzun giremediği o mistik topraklara kabul edilmiştim. Ama sadece ben. Ne dört yaşında ve o ana dek neredeyse hiç ayrılmadığım oğlum ne de ailem dediğim insan. Ben ve bizzat kendime…
Yine bir eylül sabahı, yine çok az uyumuş, mide bulantıları rutin haline gelmiş ve muhtemelen çokça da içmişken gitmeye karar verdim. Annelik en çok kendini suçlamakmış, o zamanlarda bir yerlerde fark ettim mesela. Onun için ama ona rağmen gitmek diye bir şey varmış. Onun için ve evet, ona rağmen en sevdiğim birkaç kıyafetimi ve kitabımı alıp, o harika evimi de boşaltıp kocaman sulara daldım.
Evet ağladım. Belki en anne ben olduğumu sandığım için, belki son bir yıldır araştırdığım göçmen çocuk bakıcıları ve geride bıraktıkları çocuklarını düşünerek ama en çok kendi çocuğumu düşünerek ağladım. Yani ağlamak bir süre sonra öyle bir rutin oldu ki bir ay boyunca sadece ağladım.
Uçakta da ağlıyorum tabii. Kimse bulaşmadı ama. Türkiye-Almanya uçuşları garip gerçekten. O zaman o uçuşlarda ağlamanın herkes için ne kadar normal olduğunu farkettim; çok tekil ve özel sandığım şeyin aslında başkalarının da deneyimi olduğunu…
***
Öyle usul usul ağlıyorum kendi kendime. Bir süre sonra artık neye ağladığımı bile unutup ağlıyorum. Sadece ağlıyorum… Ağlamak zaten benim varoluş sebebimmiş gibi ağlıyorum. Sonra nedense pilotumuz Yunan hava sahasına girdiğimizi müjdeledi. Gerçekten müjdeledi ve ben gerçekten kısa bir anlığına bile olsa rahatladım. Artık Türkiye’de olmadığıma sevindim. Bu Türkiye hava sahasını ikinci terk edişim sadece. Ve sonra tabii yine bu “kurtuluşun” sadece kendimi kurtarmak olduğunu fark edip daha çok ağlayacaktım ki hoooop o anda, kaşla göz arası kadar bir sürede, ortaokul yıllarıma ışınlandım. Havanın kurşun gibi ağır olduğu bir İzmir öğlenine. Aylardan temmuz veya ağustos. Anneannemin salonunda annem ve teyzem sıcaktan fenalık geçiriyor. Dedem her zamanki gibi odasında, kim bilir kaçıncı Samsun’unu yakmış. Anneannem annesini anlatıyor. Ama çok sıcak. Herkes dinler gibi yapıyor. Soğuk duş alıyoruz sırayla ama depodaki su bile ısınmış. Duvarlar bile kavruluyor. Arada teyzem arka odaya geçiyor dedemden gizli sigara içmek için. Anneannem ama çok kaptırmış, sanki bu hikayeyi yüzüncü kez anlatmıyor gibi hevesli, devam ediyor. Diyor ki:
“Annem diyordu bilmezdik biz Türk olduğumuzu, Rum’duk biz, dediler birgün ama siz Türksünüz. Artık Türkiye’de yaşayacaksınız. Getirdiler bizi buraya, bir üzüm bağı verdiler. Biz ne anlarız üzümden. Yaktık tabii tüm bağı, ektik tütün.”
O esnada pilot anons yapıyor hala. Zerre ilgimi çekmiyor şimdi. Çünkü anlıyorum. Anneannemin annesinin belki yüzyıl önce geldiği yolu geri gidiyorum. Evden gitmek için çıkmıştım ama şimdi neden bilmem dönüyormuş gibi hissediyorum.
* Ahmet Telli’nin Ayrılık Ayracı şiirinden.
** Görsel: Katherine Bradford, Woman in Water, 1999. Oil on canvas, 68 x 80 inches. Collection of the artist. © Katherine Bradford.

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS”.