Yeşil Sol Parti’nin (YSP) İstanbul 2. Bölge milletvekili adayı Özgül Saki ile Beşiktaş İskelesi’nde buluştuk. Yağmurlu ve soğuk bir gün olmasına rağmen, yan yana dizilmiş seçim çadırlarının önünde bildiri dağıtıyordu. 14 Mayıs seçimlerine sayılı günler kala, çalışmalar hem hızlanmış hem de yoğunlaşmıştı. Onu kısa bir süre bildiri standından uzaklaştırıp sorularımı ilettim.
Uzun zamandır feminist ve göçmen hakları mücadelelerinin içinde yer alan Saki, YSP’nin Kadın Seçim Beyannamesi’nde yer alan tüm başlıkların LGBTİ+’ların hak mücadelesi için de hayati olduğunu vurgulayarak başladı anlatmaya:
“Olası yeni anayasa tartışmalarında, maruz kaldıkları şiddetin cezalandırılması için, LGBTİ+ların politik özneler olarak tanınması; bunun pratiğe dökülmesi için feminist ve LGBTİ+ mücadelelerinin güçlü olması gerekiyor. Sadece 25 Kasım ve 8 Mart’ta değil; sendikal, sosyalist hareketlerin bütün taleplerinde LGBTİ+’lar politik olarak da var olmalı, oraya dahil olmalılar. Bunu nasıl yapacağız, nasıl kolektif bir şey kuracağız, buna bakmak gerekiyor.”
Yeşil Sol Parti, LGBTİ+ hakları özelinde yayınladığı beyannamelerde nefret suçlarının kapsamının –Anayasa’nın, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” diyen 10. Maddesi– LGBTİ+’lar için genişletilmesi, Anayasa’da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerinin yer alması, LGBTİ+’lar için eşit istihdam gibi meselelere değiniyor. LGBTİ+ Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ilk adaylardan biri olan Saki, homofobi, transfobi ve mizojiniyle mücadelenin sadece ‘dışarıda’ sürmediğini, hiçbir topluluğun fobilerden azade olmadığını hatırlatıyor. Feminist ve LGBTİ+ mücadelesinin daha geniş bir katılımla alanını genişletmesi için herkesin kendi bulunduğu yerde, örgütlendiği alanda yürüttükleri çabaların kıymetli olduğunun altını çiziyor:
“Patriyarka sadece toplumun değil, sendikalar, siyasi partiler gibi örgütlendiğimiz alanların da sorunu. Çünkü toplumun genelinde olan bir şeyin daha küçük yapılara sirayet etmemesi imkansız. Bu nedenle kendi yapılarımızda homofobi/transfobi meselesine ilişkin çalışmamız, dayanışma zemini kurmamız; her alanda örgütlenmemiz gerekiyor. Hatta Meclis’i de homofobi, transfobi ve kadın düşmanlığından arındırmamız lazım.”
Esasında AKP-MHP önderliğindeki Cumhur İttifakı’nın politik hattı uzun zamandır “aileyi koruma” meselesi üzerinden şekilleniyor. Bu mesnetsiz argüman, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini aklamak, kadın cinayetlerinin üzerini örtmek ve LGBTİ+’ların politik mücadelesini kriminalize etmek için en meşru gerekçe olarak kullanılıyor. 2022 Eylül’ünde İstanbul, İzmir ve Antep’te organize edilen ve devletin resmi denetleme kurulu RTÜK’ün desteği ve izniyle televizyonlarda reklamları yayımlanan “Büyük Aile Yürüyüşü” de bu sürecin bir ürünü. Seçim kampanyaları boyunca hem Süleyman Soylu hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Millet İttifakı’na verilecek oyların eşcinsel evliliğe onay vermek anlamına geldiği, LGBTİ+ olmanın yaygınlaşmasının tehlikeli olduğu gibi argümanlarla karalamaya çalıştı. Bu yazı kaleme alınmadan birkaç gün önce ise Soylu, LGBTİ+’nın insan-hayvan evliliği yapmayı da kapsadığını iddia etti. Bu sürecin nasıl bir tarihsellik ürünü olduğunu anlamak için 10 yıl önceye geri dönmemiz gerek.
LGBTİ+ hareketi, 28 Mayıs 2013’te başlayan Gezi Parkı protestoları sürecinde örgütlü ve aktif rol oynamış, LGBT Blok bu sırada kurulmuş ve mücadele çok daha görünür olmuştu. En kalabalık Onur Yürüyüşleri de yine bu dönemde, 2013 ve 2014 yıllarında düzenlenmiş, Onur Haftası etkinlikleri büyük rağbet görmüştü. LGBTİ+ hareketinin bu zaman aralığında, etki alanının genişlemesiyle iktidarın hedefi haline geldiği ve bu nedenle elindeki tüm araçlarla LGBTİ+’ları hedef gösterdiği pekala söylenebilir. Saki de LGBTİ+ hareketinin Gezi Parkı direnişi sırasında yakaladığı ivmeyi hatırlıyor ancak bu anlatıyı sadece direnişin kendisiyle ilişkilendirenlere bir şerh düşüyor:
“Ama bu görünürlük, kendi mücadeleleriyle oldu, birilerinin lütfuyla değil. Yeni dönemde, yani bu iktidar değiştiğinde, yeni bir toplumsal yaşam inşasına başlanacak. Bu dönemde tüm toplumsal hareketlerle ortak tartışmalar için hazırlıklı olmak gerekiyor.”
Trans kadınların ilk örgütlü eylemlerinden biri Nisan 1987’de Gezi Parkı’nda yapılmıştı. Translar tam da bu parkın meydana bakan merdivenlerinde oturarak polis şiddetini protesto etmişti.
Gezi’den bahsetmişken, seçimden sonraki Onur Haftası ve yürüyüşünü soruyorum; “Onur Yürüyüşü’nü hep birlikte yapmayı çok isteriz tabii. 31 Mayıs’ta Gezi Parkı direnişini anmak için de şenlikli şölenli bir şeyler yapabiliriz.” diyor.
LGBTİ+ hareketi, feminist hareketle yan yana gelerek ve kelimenin gerçek anlamıyla birlikte yürüyerek etkisini artırdı demek yanlış olmaz. Özellikle 2010’ların başından itibaren düzenlenen 8 Mart’lar, LGBTİ+’ların da patriyarkaya karşı feministlerle birlikte slogan attığı bir alan haline geldi. Fakat 8 Mart Gece Yürüyüşü, iktidarın LGBTİ+’ları ve feminist mücadeleyi kriminalize etmeye çalışması ve hedef göstermesi sebebiyle 2019’dan beri polis müdahalesiyle karşılaşıyor. Yeşil Sol Parti milletvekili adayı, tekrar tekrar toplumun siyasete en fazla kulak kesildiği böyle seçim dönemlerinin stratejik olarak önemli olduğunu söylüyor ve şunun altını çiziyor:
“LGBTİ+’ların, feministlerin bir bütün olarak politik sözünü söylemesi ve bunu önemsediğini söyleyen partilerin buna göre tavır alması önemli böylesi zamanlarda.”
Bu bir araya gelme, iletişim kurma, örgütlenme halinin aslında seçim dönemleriyle sınırlı kalmaması gerektiğini de ekliyor:
“Seçimleri konuşuyoruz ya, Meclis ulvi ve mücadelenin en yüksek olduğu yer değil. Aksine toplumsal yaşamda, politik mücadelede ne kadar güçlüysen, Meclis’te sesin o kadar güçlü olur. Yeşil Sol Parti bileşenleri için orada sesini duyurmak, oradaki mücadeleyi sokaktakiyle organik bir bağ ile sürdürmek çok önemli. Yoksa köklü bir değişim/dönüşüm sadece Meclis’te olmuyor maalesef.”
İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanması, toplumsal cinsiyete dair tartışmaların Meclis’le sınırlı kalmaması ve kadınlara yönelik şiddetin yasal olarak engellenebilmesi için büyük önem taşıyor. Saki de Sözleşme’nin yeniden imzalanmasının ne kadar hayati olduğunu vurguluyor. CHP’nin de içinde olduğu Millet İttifakı’nın ortak mutabakat metninde İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar imzalanması üzerine net bir beyan olmamasını şöyle yorumluyor:
“CHP’nin yaptığı ittifak bu sözleşmeden açıkça bahsetmelerini engelliyor ve bu çok tehlikeli. Bu sürecin takipçisi olmalıyız. Ayrıca 6284’ü geliştirecek planlar yapılmalı. Tabii ki bunu sadece milletvekilleri yapamaz. Yeşil Sol Parti, kocaman bir mücadele geleneğinin içinden geliyor: Sosyalist oluşumlar, Kürt hareketi, feministler, iklim adaleti mücadelesi… Geniş bir mücadele ittifakı aslında. Biz de Meclis’te olursak, bu geleneğin temsilcileri olarak devam edeceğiz. Sokakta mücadeleyi yükselten LGBTİ+’lar, feministler ve işçilerle hep beraber yapacağız bunu.”
Aralık 2022’den beri Anayasa’nın 41. Maddesi’ne (Başörtüsüne Anayasal Güvence ve Ailenin Korunması) “Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir” hükmünün eklenmesi planlanıyor. Pek çok sivil toplum kuruluşu, eşitlik, insan haklarına saygılı olma gibi ilkelerle temelden çelişen bu değişikliğin, LGBTİ+ ilişkilerin kriminalize edilmesi ihtimalini artırabileceğini belirtiyor. Saki ile 41. Madde ile ilgili yapılması planlanan ve şimdilik askıya alınan değişiklikle ilgili konuşuyoruz:
“Onu da geçirtmememiz gerekiyor. Seçim sonrasındaki atmosfer çok önemli. Şimdi herkes AKP seçilmesin diye eli büyük açıyor ama seçimden sonra eski konumlarına dönmeyeceklerinin bir garantisi yok. Onun için asıl mücadele bundan sonra başlıyor aslında. AKP ve MHP’nin de içinde olduğu ittifakın argümanlarını boşa çıkarmak için ‘kutsal aile’ mefhumunu ortadan kaldıracak bir politik eksen lazım. LGBTİ+ mücadelesi de siyasi söylemini bunlara karşı bir yerden kuruyor senelerdir. “
İktidarın LGBTİ+ derneklerin batılı fonlarla “LGBTİ+ olmayı yaydığını” iddia etmesi, LGBTİ+ hareketini olduğu gibi dernekleri de sık sık hedef göstermesine ilişkin seçimlerden sonra neler yapılabileceğinden bahsediyoruz sonra. Özgül Saki, bu meseleye daha geniş bir perspektiften yaklaşıyor ve 2019’da özellikle Diyarbakır, Van, Batman, Iğdır, Ağrı, Kars, Erzurum, Muş, Şırnak ve Hakkari illerinde Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) seçilmiş olduğu belediyelere kayyım atanmasını hatırlatıyor. O dönemde sadece Diyarbakır’da 43 kadın merkezi kapatılmış, pek çok kadın merkezine erkek kayyımlar atanmış; bu durum kadınların yaşadıkları çeşitli problemlerle ilgili yerelde başvuracak yerlerin kalmamasına sebep olmuştu.
“İlk kapatılanlar kadınların dernekleri, basın ve sanatla uğraşan derneklerdi. Her şey gitti, yerel yöneticiler gözaltına alındı. Bunun izdüşümü, toplumda ezilen, ayrımcılığa uğrayan kesimlerle birlikte çalışan tüm STK’leri etkiledi. Buna bir de aileyi güçlendirme, ‘kutsal aile’ söylemi eklendi. İktidarın ve ona yakın olan siyasi partilerin kendilerini LGBTİ+ düşmanlığıyla meşrulaştırması, LGBTİ+ derneklerini hedef haline getiriyor.”
LGBTİ+ derneklerinin güçlenmesi özelinde de bir şeyler yapabilmenin tek yolunun ‘kolektif mücadeleden’ geçtiğini belirtiyor:
“Muhalefet açısından mecliste azımsanmayak bir milletvekili sayısı olacak diye düşünüyoruz. Nefret suçları, özellikle göçmenler, LGBTİ+’ları etkileyen suçlar ilk peşine düşülecek konulardan biri olmalı. Bu gruplara saldıran, onlara zarar verenler yargılanmalı.”
Özgül Saki konuşmamız boyunca sık sık politik mücadelenin Meclis’le sınırlı, parlamentoya odaklı olmadığına dikkat çekiyor. Seçimler önemli bir milat ama sonrasında LGBTİ+’ların, kadın hareketinin takipçisi olacağı pek çok önemli mesele var. Seçimin sonucu ne olursa olsun, toplumsal mücadelenin sürekli, yıllara yayılan ve inişli çıkışlı bir şey olduğunu hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Çünkü onun da röportajın başında dediği gibi “Bugüne kadarki kazanımlar kimsenin lütfuyla gelmedi.”

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS”.