EuroPride bu yıl, tıpkı İstanbul Pride gibi 30. yılını kutladı. Akranlarmış meğer. Her ikisine de uzun, mücadele ve direnç dolu yaşlar diliyorum.
Ben de çalıştığım kurum Uluslararası İnsan Hakları Konferansını düzenlediği için oradaydım. Bu vesileyle son yılların en çok konuşulan, gündem olan EuroPride’ını yerinde izleme şansı buldum. Gelemeyenler ya da gelişmeleri takip etmeyenler için neler olup bittiğini, hangi tartışmaların döndüğünü, madilikleri, gullümleri anlatmak istiyorum.
EuroPride nedir?
EuroPride, Avrupa’da her yıl seçilen bir şehrin, Onur Haftası etkinliklerini daha geniş ve Avrupa’dan katılımcılara açık olarak gerçekleştirmesini sağlayan, bunu yaparken de kıtadaki LGBTİ+’ları bir araya getirip, başarılarını ve mücadelelerini paylaşmalarına olanak sağlayan bir etkinlik şöleni. Tıpkı Olimpiyatlar gibi, şehirler EuroPride’a ev sahipliği yapmak için kıyasıya bir mücadeleye giriyor ve seçilen şehre hazırlıklarını tamamlaması için üç yıl gibi bir süre veriliyor. Buna ek olarak, aynı zamanda şehrin hazırlanması için maddi bir yardım da yapılıyor. Yani Belgrad’ın EuroPride’a ev sahipliği yapacağı 2019’dan beri belliydi ve bu sadece Belgrad ya da Sırbistan için değil, tüm Doğu Avrupa bloğu ve Balkanlar için çok önemli bir gelişmeydi. Zira Balkanlar’ın en eski Onur Haftası Belgrad’ın.
Belgrad Pride ne zaman başladı?
Belgrad Pride 2001 yılında ilk Onur Yürüyüşü gerçekleştirilmek istendiğinde, aşırı milliyetçilerin saldırısı ve polisin o dönem onları engelleme konusunda çok da istekli olmaması nedeniyle 2010’a kadar, İstanbul’da olduğu gibi, daha çok kapalı mekanlarda konferans, seminer gibi düzenlenmiş. 2009’da ayrımcılık karşıtı yasanın parlamentodan geçmesinin ardından Onur Yürüyüşü yapılmak istense de güvenlik kuvvetleri tarafından bu etkinlik yasaklanmış. 2010’da yasağa rağmen sokağa çıkan 600 kadar katılımcının karşısına, onları engellemek için yaklaşık 6000 aşırı milliyetçi ve bir o kadar da polis dikilmiş. Yasaklar ertesi yıllarda da devam ederken, 2013 yılında, yasakları protesto amaçlı Gece Yarısı Eylemi düzenlenmiş. Ve ertesi yıl, 2014’te ilk başarılı Onur Haftası ve Yürüyüşü gerçekleştirilmiş. O dönemden 2022’ye kadar Onur Haftası Belgrad’da kutlanmaya devam etti.
Pride bu yıl neden yeniden gündem oldu?
Peki ne oldu da Belgrad Onur Yürüyüşü ve EuroPride bu sene hem Sırbistan ulusal kanallarında hem de uluslararası medyada kendine bu kadar yer edindi?
Bu sorunun cevabını vermeye Sırbistan’ın da Türkiye’ninkine benzer bir Cumhurbaşkanı olduğunu söylerek başlamak gerekiyor. Aleksandar Vučić, 2000’lerin sonundan beri Sırbistan parlamentosunda yer alan ve muhafazakar ve inançlı kimliğiyle öne çıkan bir politikacı. Bu kısım eminim ki yabancı gelmemiştir size de. 2014-2017 yılları arasında Başbakanlık görevini yürütüp, 2017’de Cumhurbaşkanı seçiliyor. AB’yle yakın ilişkiler kurmak ve AB fonlarıyla Sırbistan’a “yatırım” çekmek için ilk yaptığı icraat, Başbakanlık görevine Ana Brnabić’i önermek oluyor. Ana Brnabić, AB üyesi olmayan Avrupa ülkeleri içinde ilk açık kimlikli lezbiyen başbakan.
Brnabić’in lezbiyen olması sizi yanıltmasın. Göreve geldiği günden itibaren Belgrad Onur Yürüyüşü’ne gelip, kameralar karşısına geçip, medyaya partneri ve çocuğuyla poz vermekten başka bir şey yapmamış, Sırbistan’daki LGBTİ+ komünitesi tarafından sevilmeyen bir siyasetçi kendisi. Vučić, AB ile ilişkilerdir, Kosova’yla iletişimdir, Rusya ne yapardır, Ortodoks Kilisesi ne derdir diye uğraşırken; LGBTİ+ komünitesi bir araya gelerek Onur Haftasına ek olarak, hazır lezbiyen bir başbakan da varken, devletten ne beklediklerine dair taleplerini hazırlıyorlar.
Belgrad Pride ekibi 2019’dan itibaren, bu yılki EuroPride’a ev sahipliği yapmak için hazırlıklara başlarken, aşırı sağcı muhafazakar ve dini gruplar da elbette boş durmuyor. 2014’ten beri yürüyüş gerçekleştiriliyor dedim ya; cumartesi yapılan her yürüyüşün ardından, pazarları da, papazlar ve diğer dini temsilciler destekçileriyle birlikte, sokakları tütsülerle “kutsayıp,” lubunyaların etkisini köreltmeye çalışan bir yürüyüş gerçekleştiriyorlar. 2022’ye geldiğimizdeyse, EPOA (EuroPride Organizatörleri Derneği) ile Belgrad Pride, Avrupa’daki çeşitli etkinliklere giderek, bu sene Belgrad’da yapılacak EuroPride’a aktivistleri ve katılabilecek diğer herkesi şehre çağırıyorlar.
Sırbistan, Balkanlarda AB’ye en önce girmesi beklenen ülkeyken; çizilen muhafazakar, AB karşıtı ve Rusya yanlısı politika AB’ye uygun ülke olma imajını olumsuz etkiliyor. Temmuzun son günü yeniden hortlayan Sırbistan-Kosova kriziyle birlikte ülke hareketleniyor. Malum pandemi nedeniyle tüm dünya ekonomik bir krizin eşiğinde, dine ve sağa meyletmişken, Vučić, AB ile Rusya arasında sıkışıp kalıyor.
Sırbistan Ortodoks Kilisesi ve Rusya Ortodoks Kilisesinin tarihi ve güncel bağları var. Dolayısıyla Putin ve LGBTİ+ karşıtı Rusya propagandası zaten çok LGBTİ+ dostu olmayan Sırbistan Ortodoks Kilisesi için “mükemmel” bir model oluyor ve Ağustos ortasında, kilisenin önderliğinde LGBTİ+ karşıtı bir yürüyüş gerçekleştiriliyor. Bu yürüyüşün içeriği, diğer Onur Yürüyüşleri sonrası yapılan yürüyüşlerdeki gibi, Büyük Aile Buluşması saçmalığında konuşulanlara oldukça benziyor ve Süleyman Soylu’nun söylemlerinden farklı herhangi bir şey yok. İstanbul’daki yürüyüşle aralarındaki tek fark sadece, yürüyüşte taşınan koca koca haçlar olabilir. Gerisi aynı tas aynı hamam.
Tüm bunlar olurken Vučić, kiliseyi desteklemek adına şöyle bir açıklama yapıyor: “Ülke bu kadar şeyle uğraşırken EuroPride’ı şu anda düzenlemek çok gerçekçi olmayabilir. Erteleyebilir ya da iptal edebiliriz.” Tahmin edersiniz ki Kilise mutlu, lubunyalar şok! Böyle olunca EPOA ve Belgrad Pride komitesi şöyle bir açıklama yapıyor: “Cumhurbaşkanıysan yerini bil, EuroPride’ın iptaline sen karar veremezsin. Hak var hukuk var, Onur Haftası da Onur Yürüyüşü de ilan edilen tarihte gerçekleşecek.”
Vučić bu tepkiye şaşırıp vitesi yükseltiyor ve “Ben Cumhurbaşkanıysam, ahan da karar veriyorum, yaptırmayacağım, izin vermeyeceğim yürüyüşe” diyor. O kurnadan bu kurnaya…
EuroPride ve Belgrad Pride’ın itirazı aslında hukuki bir temele dayanıyor. Belgrad’da önceki yıllarda yaşanan yasakların hepsi mahkemeye taşınmış ve yasağın hukuka aykırı olduğu belirlenmiş. Cumhurbaşkanına bu kararlar ve bu yasağa ancak polisin karar verebileceği hatırlatılıyor. Yani Vučić yok sayılıyor, düşünebiliyor musunuz? Hukuk olduğu için, Cumhurbaşkanına “sen ne hadle bunu iddia edebilirsin” diyebiliyorlar. Tüm bunları takip ederken EuroPride’a katılımcı olarak çağırılan birisi olarak ben şoktadayım tabii. İşe yarayan bir hukuk sistemi görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki… Tüm bunların üzerine Vučić’e yakınlığıyla bilinen İçişleri Bakanı Aleksandar Vulin hemen harekete geçip “yasah gardaşım yasah” tavrını yineliyor. EPOA ve Belgrad Pride komitesi de diyor ki: “Yasakları aş da gel lubunya, yürüyeceğiz.”
Biz de Türkiye’den bu heyecanla Belgrad’a gittik.

EuroPride’da neler oldu?
12 Eylül’de EuroPride’ın açılışı yapılıyor. Onlarca etkinlik planlanmış; bu hafta başlayacak, etkinlikler yapılacak bir şekilde. 13 Eylül’de Pride House adını alan Belgrad Gençlik Merkezi’nde Uluslararası İnsan Hakları Konferansı başlıyor. Bir de ne duyalım, lezbiyen başbakan Ana Brnabić de gelecek. Ben hala şoktayım. Başbakan gelecek diye, orta düzey bir bina taraması yapıldı, girişe X-Ray cihazları kondu. Bazı lubunyalar dedi ki “Dışarıda protesto yapacağız, katılın.” Olur mu öyle şey, gir konferans salonuna anlat derdini lubunya! Öyle oldu neyse ki, geçtiler, girdiler içeri. Ardından Başbakan geldi, yanımdan geçiverdi. Yanında dört ya da beş koruması vardı sadece. Kilometrelerce uzunlukta güvenlik aracı konvoyuyla falan değil, sadece iki araç gelmişler. Konferans salonuna girdiği gibi ıslıklar, sloganlar havada uçuşuyor. Dedim ki, bu güvenlik yiyecek bizi ama işler hiç beklediğim gibi olmadı.
Brnabić sahneye çıktı, hep bir ağızdan insanlar sloganlarına devam edip kendisini soru yağmuruna tuttular. Sorulara kaçamak cevap vermek istediğinde, lubunyalar hemen sözünü kesip, “Sorularımıza cevap ver!” diyerek slogan atmaya ve sorularını yanıtlamaya zorladılar başbakanlarını. Cevaplar istenildiği gibi miydi? Asla! 2017’de Brnabić’in Vučić tarafından atanması herkesi şaşırtan bir hareketti. Kendisi sadece bir kadın değil aynı zamanda da açık kimlikli bir lezbiyendi. Erkek siyaseti gereği tabii ki önce lubunyalığı, ardından da kadınlığı üzerinden birçok nefret söylemine maruz kaldı Brnabić. Tüm saldırılara karşı yıllardır ağzından düşürmediği söylemi olan, “Ben iyi bir politikacıyım diye başbakan olarak seçildim, lezbiyen olduğum için değil”i tekrar edip durdu. Bu söylemde haklılık payı var mıdır yok mudur sorusu gerçekten cevaplaması zor bir soru. Ancak kolaylaştırmak için hemen ülkemizden örnek vereyim. Başkanlık sistemine geçmeden önce, Cumhurbaşkanı olarak RTE’nin isteklerinin dönemin iki farklı başbakanı tarafından ertesi gün meclise taşınıp kabul ettirilmesi gibi, Vučić söyler Brnabić yapar bir ilişkileri var ve Brnabić’in kadın ve lezbiyen olması sadece AB tarafından örnek gösterilecek ve sempati kazanılacak bir hamleydi.
Protestoda lubunyaların Brnabić’e söylediklerini şöyle toparlayabilirim:
“Sen kötü bir siyasetçisin, lubunyalar için beş yıldır hiçbir şey yapmadın. Kendin ayrıcalıklısın ve bu ayrıcalığa bizim sahip olmamızı istemiyorsun. Nefret söylemlerine, şiddete karşı sesini çıkarmıyorsun.”
Brnabic ise cevap olarak, “Ben size RAĞMEN komünite için elimden geleni yapıyorum” dedi. “Rağmen” ve “elinden gelenin” ne olduğu sorusunu ise cevapsız bıraktı. Protestoların yaklaşık yarım saat kadar sürdüğünü, mutluluktan tüylerimin diken diken olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Başbakan gelecek diye diplomatik misyonlardan temsilcilerin de katılımı artınca, yıkıldı açılış günü. O havayı görünce biz de katılımcılar olarak dedik ki “Tamam yürüyüş gerçekleşecek herhalde, Başbakan da geldiğine göre…”
Uluslararası İnsan Hakları Konferansının başladığı ilk günün akşamında, sokağa çıktığımda ne göreyim; sokağın karşısında bir grup insan bir afiş açmış, gelişmeleri sessizce protesto ediyor. Sonradan anladık ki mesai sonrası papazla birlikte bir takım aşırı dinciler Pride House önünde toplaşmaya başlamışlar. Sayıları 30’a yakındı diyebilirim. Bu insanlar hafta boyunca her akşam 17.00 sularında Pride House önünde toplaşıp, 22.00-23.00’e kadar kadar orada bir takım ayinler gerçekleştirip ilahiler söyledi.

Tantanalı ilk günden sonra konferans farklı ülkelerden gelen kurum temsilcileriyle devam etti. Kıta Avrupa’sından katılan herkes ne oluyor, neler yapıyorlar onları anlattı. Türkiye’den de bir ekip olarak, biz de durum neydi, neredeyiz, neler yapıyoruza odaklanan bir panel gerçekleştirdik. Ertesi günkü konferans açılış oturumuna Sırbistan’ın şu anki Maliye Bakanı, bir önceki dönem Belgrad Belediye Başkanı Siniša Mali geldi. Mali göreve geldiği günden beri, LGBTİ+ destekçiliği ile de tanınıyor. Neden Onur Haftası’na destek verilmesi gerektiğini, belediye başkanıyken komiteyle yaptıkları işleri, birlikte yaşamanın önemine ve tabii ki ekonomik verilere dair bir konuşma yaptı (Birilerinin, mesela Ekrem İmamoğlu’nun, kulağına gider umarım bu). Mali’yi şaşkınlık içinde dinledim. Zira, LGBTİ+ karşıtı söylemleriyle tanınan Vučić’in partisinin başkan yardımcısı ve Maliye Bakanı olmasına rağmen LGBTİ+ topluluğunun destekçisi olmaya devam edeceğini söyledi.
Tüm bunların şaşkınlığı ve çalışmanın yorgunluğundan sebep gidemediğim birçok etkinlik oldu. Mesela Eurovision’un bu yılki Sırbistan temsilcisi Konstrakta, bir sergi açılışına hem Onur Haftası’na hem de sergi sahibi arkadaşına destek olmak için katıldı. Hafta kapsamında gerçekleştirilen konserlere katılan bir diğer isim olan Sara Jo’dan bahsetmiyorum bile. O da 2013’te Sırbistan’ı Eurovision’da temsil etmiş ve asla yorulmak bilmeyen bir LGBTİ+ hakları destekçisi.
Konferans devam ederken ve günler hızla geçerken, herkesin aklında tek bir soru vardı: Yürüyüş olacak mı olmayacak mı? Hafta boyunca Başbakanlık Ofisi ile görüşmeler devam etti, kabineden farklı sesler çıktı; biz katılımcılarsa ne olacağı konusunda adeta araftaydık. Cumartesi, yani yürüyüş günü, öğlen bir kokteyl planlanmıştı. Bu kokteyle Başbakan da katıldı. Son lobi çalışmaları işe yaramış olacak ki, şöyle dedi:, “Katılan kimseye zarar gelmeyecek, yürüyüşe izin veriyorum.” Ama tabii, işler pürüzsüz bir şekilde tatlıya bağlanmadı.
EuroPride kapsamında Pride Park’ın kurulacağı meydan olan Kalemeydan’la ilgili izin, Vučić’in yasaklamasıyla iptal edildi ve Pride Park Taşmeydan Stadyumuna taşındı. İlk planda headliner olması beklenen Jessie Ware de ilk yasaklanma ilanından sonra, gelmekten vazgeçti. Tüm bunlar nedeniyle Başbakan’ın izni sonrasında hemen alternatif Pride alanı ve yürüyüş rotası belirlendi. İçişleri Bakanlığı rotaya “başka etkinlikler var diye” itiraz etti. Yürüyüşü düzenleyenlerin esas amacı Anayasa Mahkemesi önünde buluşmak ve oradan Taşmeydan Stadyumuna, çevresinden yürüyüyerek gitmekti. Buna da izin çıkmayınca, Anayasa Mahkemesi önünde tüm soğuğa ve yağmura rağmen toplanıldı ve stada park içinden giriş yapmamızı sağlayacak çok kısa bir rota belirlendi.
Haberlerde her ne kadar “yürüdük, yaşasın!” dense de, tam anlamıyla bir yürüyüş gerçekleşemedi. Polis korumasında, mahkeme binası önünden stada gittik. Yürüyüş demek çok gerçekçi değil asla. Ancak tüm son dakika baskılarına ve Cumhurbaşkanı’nın söylemlerine rağmen, EuroPride gibi Avrupalı LGBTİ+’ların Batı Avrupa dışında bir yere gelmesi, bu etkinliğin AB sınırları dışındaki bir Avrupa kentinde gerçekleşmesi son derece önemli. Bu özellikle Balkanlardaki LGBTİ+ hareketi için bir ışık ve daha politik bir yerden de Rusya’ya karşı bir nanik olarak okunabilir bu pekala.
Yürüyüş günü kolluk kuvvetlerinin bilançosuysa şöyle: Yaklaşık 70 aşırı milliyetçi gözaltına alındı ve ondan fazla LGBTİ+ aktivisti sözlü/fiziksel saldırıya uğradı.
Değinmeden geçemeyeceğim bir nokta da kesinlikle şu: İstanbul Onur Haftası’nın hazırlamış olduğu afiş her şeyin önüne geçti. “Rojava’dan Kosova’ya trans feminizm yaşatır” afişiyle ulusal ve uluslararası medyanın odağına oturan İstanbul Onur Haftası ekibine selam olsun. Mücadelenin de dayanışmanın da yaşadığımız ülkelerin sınırlarından taştığına, taşması gerektiğine, birbirimizin gündemlerini takip etmemiz gerektiğine dair güzel bir örnekti. Belgrad da düzenlenen EuroPride da yine, sınırötesi lubunya dayanışmasının önemini bir kere gözler önüne serdi. İçinden geçtiğimiz bu karanlık tünelin çıkışını ancak ve ancak sınır ötesi dayanışmayla bulabileceğimize dair güzel bir deneyimdi.