Aşk, Mark ve Ölüm, Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin 1960’lardan beri süregelen yolculuklarına müziğin nasıl eşlik ettiği; savaş sonrası Almanya’nın “yabancı” tutumunun yıllar içerisindeki değişiminden alt kültürlerin oluşumuna, hak mücadelelerinden sosyo-ekonomik dalgalanmalara, Türkiye’deki toplumsal olaylardan siyasi sürgünlere kadar birçok etmenin müzik kültürünü nasıl şekillendirdiğini sahneliyor.
İlk bölüm Aşk, bir “ne umdum ne buldum” hikayesi. Sirkeci’den kalkan trene yeni bir başlangıç ümidiyle binenler, yüzlerce kişinin doldurulduğu yeni evleri olan “heim”larda (Yuva, Ev, Yurt) yatak yerine saman, güler bir yüz yerine asık suratlı insanları buluyor. Gurbetteki dert ve hasretlerini paylaşmak isteyen binler, bir sazın etrafında toplanıyor, yaşadıklarını Türkiye’de icra edilen halk müziğine benzeyen ama bambaşka bir yorum ve içerik kattıkları müziklerle anlatıyor. Müzik, fabrikalarda zorlu şartlarda dirsek çürütüp hayatta kalmaya çalışan bu işçilerin sesi, memleket hasretinin dermanı oluyor. Bu şarkılar sadece gurbetteki yaşamlarının değil, aynı zamanda bir direnişin ve sosyal eleştirinin hikayesine de dönüşüyor.
“Köln Bülbülü” lakaplı Yücel Özkasap, yıldızı parlayan ve albümleri yok satan müzisyenlerden ilki. Müziğini Almanca ve Türkçe sözleri harmanlayarak icra eden Aşık Metin Türköz’ün şarkılarıysa, Köln’deki Ford fabrikasındaki kötü çalışma şartlarına karşı başkaldıran işçilerin direniş marşına dönüşüyor. Albümler, 1964’te Köln’de kurulan Türkiyeli ilk müzik şirketi olan Türkola’dan çıkıyor. İlerleyen yıllarda Türkola’yı Uzelli ve Minareci gibi pek çok plak firması takip ediyor. Peki bu albümler nerelerde satılıyor? Almanya müzik endüstrisi ve tabii ki Alman piyasası Türkiyelilerin yaşayış ve müzik kültüründen bihaber. Toplumda görünürlüğü olmayan “misafir” işçilerin müzikleri de tıpkı kendileriyle aynı muameleyi görüyor ve duyulmuyor. Albümleri müzik mağazalarında bulmak imkansız. Albümlerin satış yerleri ilk olarak bakkallar ya da import/exportçular. lak ve kasetlere gösterilen rekor seviyedeki talep, daha sonra şirketlerin kendi mağazalarını açmalarına ön ayak oluyor.
1970’lere geldiğimizde savaştan sonra ilk ekonomik krizini yaşayan ve kendisinin bir göç ülkesi olmayacağını beyan eden bir Almanya görüyoruz. Aynı yıllar, Türkiye için de oldukça çalkantılı. Bir yandan zorlu çalışma şartları ve krize direnen gurbetçiler, bir yandan da göç yasaları sıkılaşmadan aile birleşimi yolu ile Türkiye’den eş ve çocuklarını getirme derdindeler. Bu da haliyle “göç ülkesi olmayacağını” beyan eden ülkedeki göçmen sayısının artması anlamına geliyor. 1980’lerse eğlence endüstrisindeki patlamaya denk geliyor. Peki bu koca endüstri Batı’daki bu patlamadan nasibini nasıl alıyor?
Bunu gelin filmin ikinci bölümü Mark’ta konuşalım. Mevzunun ana fikri para.
Marklar, gazinolar ve yolu gurbete düşen starlar
Yukarıda bahsettiğim patlamadan payını ilk alan gazinolar oluyor. Zaman dertlerle eğlenme, kurtları dökme zamanı. Gece hayatının kalbi Berlin’de atıyor. Bir yanda kebapçılardan gelinlik dükkanlarına, bir yanda gazino ve kasetçilerin yoğunlaştığı şehrin en önemli buluşma noktasıysa, LGBTİ+ topluluğunun Batı Berlin’deki en uğrak mekanı ve seks işçiliğinin merkezi olan Bülowstrasse’deki terk edilmiş bir tren istasyonuna kurulmuş olan Türkischer Basaar. Müdavim ve ziyaretçileri ise adeta bir yıldızlar geçidi; Neşet Ertaş’lar, Zeki Müren’ler, Hatay Engin’ler, Ferdi Tayfur’lar, hepsinin yolu bu dönemde buradan ve gurbetteki pek çok gazinodan geçiyor.
Eğlence dünyasındaki patlamadan payını alan sadece gazino sektörü değil. Aile birleşimleri, hormonlar, izdivaçlar, yaşı gelip de geçenler derken evlenenlerin sayısı da artıyor ve şaşalı düğün sektörünün yükselişi de bu dönemde cereyan ediyor Düğünlerde sadece müzisyenlere harcanan parayı bile duyduğumuzda biraz başımız dönüyor doğrusu. Şampanyalar patlıyor, tabaklar kırılıyor, takılan paralar yerden faraşla toplanıyor… Her yöreden her dilden repertuar yelpazesi ve şovlarıyla çığır açan, bugün hala o dönemin en hatırlanan ismi olan Derdiyoklar, halk müziğiyle punk, heavy metal ve disco funk’ı harmanladıkları sound’larıyla hafızalara kazınıyor ve arkasından gelecek sayısız müzisyene de ilham oluyor. Açtıkları hem Doğulu hem Batılı kapıdan niceleri giriyor.
Yükselen ırkçılık, şiddet ve rap
Filmin son bölümü Ölüm ise bizleri 1990’ların birleşmiş Almanya’sına; şiddeti sokaklara günbegün yansıyan ırkçılık ve ayrımcılıkla savaş halinde yaşayan üçüncü jenerasyon göçmen gençlerinin tepkilerini hip-hop ve rap ile dillendirdikleri döneme ışınlıyor. Öfkelerinin, sürmekte olan savaşın ve aynı zamanda dayanışmanın da bir aracı olan rap, göçmen müziğinde yeni bir sayfa açıyor. Çehresini değiştiren müzik, sanatçılarına aynı zamanda Almanya sınırlarını aşan bir başarı ve şöhret de getiriyor. Örneğin albümleri listelerde rekordan rekora koşan, stadyumları dolduracak kadar ünlenen Cartel grubu ve Killa Hakan Türkiye’deki rap müziğini şekillendiriyorlar.
Peki Cem Kaya Aşk, Mark ve Ölüm’de bütün bunları bize nasıl anlatıyor? Kaya’nın daha önceki belgeselleri Arabesk ve Remake, Remix, Rip-Off ‘u izleme fırsatı bulmuşları şaşırtmayacak olan ama yine de izlerken “Bunlar daha önce neden gün yüzüne çıkarılmadı?” diye sormadan edemeyeceğiniz, akla hayale sığmayan zenginlikte bir görüntü arşivi var. Adeta derya deniz… Kah Almanya’daki kamu ve televizyon kuruluşlarından kah Türkiyeli göçmenlerin düğün ve aile arşivlerinden büyük bir emekle edinilmiş görüntüler bunlar. Arşiv büyük ihtimalle Türkiye’deki birçok seyircinin seslerini ilk defa duyacağı ancak Türkiyeli göçmenlerin çok yakından tanıdığı müzisyenlerin sanatlarını ve hayat hikayelerini anlattıkları röportajlarıyla harmanlanmış. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz duayen Hatay Engin, Avrupa’nın divası Cavidan Ünal, bağlama virtüözü İsmet Topçu, ozan Aşık Metin Türköz, Cem Karaca, Derdiyoklar, Killa Hakan seslerini duyduğumuz sanatçı ve gruplardan yalnızca birkaçı. Arşiv görüntülerini ve röportajları birbirine dahiyane bir biçimde bağlayansa filmin kurgusu: Cem Kaya arşiv görüntülerini yaptığı röportajlar ve kullandığı renkli efektlerle buluşturup, elindeki her biri birbirinden değerli ve ilginç hikayeleri büyük bir disiplinle ama mizahı da eksik etmeyerek kurgulayarak anlatmak istediğini seyirciye ustaca sunabilen bir yönetmen.
Aşk, Mark ve Ölüm, müziğin sadece nota ve sözlerden ibaret olmadığının altını bir kere daha çiziyor. Göçmenlerin günlük yaşamlarında bazen sığınak bazen eğlence bazense yalnızca hayatta kalmak için ne kadar önemli bir yerde durduğunu ve devamlı değiştiğini göstermekle kalmıyor, hem ne Almanyalı ne de Türkiyeli hem de ikisi de olabilen göçmenlerin kendi hafızalarını nasıl yarattıklarını da gözler önüne seriyor. Binbir rengin ve sesin coşkuyla, acıyla, özlemle, öfkeyle ve direnişle birbirine karıştığı Aşk, Mark ve Ölüm, göç, müzik, bellek inşası ve toplumsal bellekle ilgilenenlerin kaçırmaması gereken, neredeyse izleyen herkesin “şiddetle” tavsiye ettiği acı tatlı bir belge(sel).
Yönetmen: Cem Kaya
Ülke: Germany
Yıl: 2022
Süre: 96dk
Kurgu: Cem Kaya
Yapımcı: filmfaust, Film Five
Oyuncular: İsmet Topçu, Ömer Boral, Yüksel Ergin, İhsan Ergin, Metin Türköz, Ercan Demirel, Cavidan Ünal, Adnan Türköz, Yüksel Özkasap, Cevdet Yıldırım, Ata Canani, Cem Karaca
Aşk, Mark ve Ölüm, Pembe Hayat Derneği’nin bu yıl 11. kez düzenlediği KuirFest’in İstanbul ayağında izleyiciyle buluşacak. Festival, 30 Eylül-2 Ekim tarihlerinde Ankara’da olacak, ardından 14-16 Ekim’de İstanbul’a uğrayacak.
KuirFest’in Ankara ayağının programı açıklandı. İstanbul programı için organizasyonu Twitter ve/veya Instagram‘dan takip edebilirsiniz. Festivalin bu yılki sosyal medya etiketi: #YasaksaYasak
1 Comment