“Bize Bir Yasa Lazım”: LGBTİ+ Mahpuslar

LGBTİ+’ların ayrımcılığa karşı anayasal talepleri, örgütlü LGBTİ+ mücadelesinin en başından bu yana temel amaçlarından birisi. Anayasal tanınırlık ve eşitlik ilkesinde kapsanma talebi, LGBTİ+’ların cinsel yönelimleri ya da cinsiyet kimliklerinden doğru ayrımcılığa uğramadan toplumsal yaşamda varlıklarını sürdürebilmeleri adına önemli bir talep. Belki heteronormatif toplum yapısından biraz ayrıcalık biraz uyum, belki biraz da izolasyonla hasbelkader yaşayan pek çok LGBTİ+ için bu taleplerin önemi görmezden gelinebilirken, sosyal tecrit üzerine kurulu, dışarıyı içeriye, içeriyi dışarıya kapatan ceza infaz sistemi içerisinde herhangi bir sebepten özgürlüğünden mahrum bırakılan LGBTİ+ mahpuslar için anayasal tanınırlık ve eşitlik ilkesinde kapsanma talebi hayati önem arz ediyor. Çünkü koruyucu ve önleyici yasalar olmadığı sürece ceza infaz sistemi, kırılgan sosyal gruplara yönelik sistematik şiddetin önünü açabiliyor. Bu yazıyla Türkiye’de LGBTİ+ mahpusların koşullarını anayasal tanınırlık ve eşitlik ilkesi çerçevesinde inceleyebilmeyi umuyorum. 

“Ayrımcılığa karşı bize bir yasa lazım”

LGBTİ+’lar uzunca bir süredir “bize bir yasa lazım” demeye hem kamusal hem de siyasi alanda devam ediyor. İlk girişimlerden birisi 2007 yılında Kaos GL’nin o dönemki sivil anayasa tartışmalarına “eşitlik” ilkesi altında dahil olma talebine yönelik yazdığı mektubu dönemin cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, başbakanına, ilgili bakanlara, TBMM Adalet Komisyonu ve Anayasa Komisyonu üyelerine göndermesi. İlerleyen yıllarda LGBTİ+’ların anayasal talepleri ara sıra gündeme gelmekle beraber, konu sık sık dönüp dolaşıp eşcinsel evliliklere, Türkiye toplumunun buna hazır olmayışına, bu tarz bir tanınırlığın 22. Yüzyılın konusu olduğuna gelir. LGBTİ+’ların eşitlik talepleri 2015 ‘e kadar Gezi hareketinin de etkisiyle çeşitli sol ve muhalif örgütlenmenin de gündemine girer. Ancak 2015 yılı LGBTİ+ların kamusal görünürlüklerine ve meşruiyetine yönelik baskının şiddetini iyice arttırdığı yıl olacaktır.  Tam da 6. İstanbul Trans Onur Haftasının “Bize bir yasa lazım” demesinin hemen ardından 28 Haziran 2015 günü 13. İstanbul LGBTİ+ Onur yürüyüşünün engellenmesiyle LGBTİ+ların kamusal görünürlüklerine ve meşruiyetine yönelik baskının ve şiddetin katlanarak arttığı yeni bir döneme giriliyor. 

13. OnurYyürüyüşünün engellenmesinin ardından 2016 yılında sonradan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kurulmasına sebep olacak Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu Yasası tartışılmaya başlanıyor. Yasada potansiyel olarak LGBTİ+’ların kapsandığı hiç bir ibare bulunmuyor. Bunun üstüne  “ayrımcılığa karşı bize bir yasa lazım” diyerek “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” temelli ayrımcılığın kapsanmasını talep eden 50 LGBTİ+ örgütü birlikte açıklama yapıyor. Ancak bu çabalar yanıtsız kalıyor. 

Bugün 2021 yılının son aylarında hala LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı bir yasadan söz edemiyoruz, üstelik LGBTİ+’lara yönelik siyasi ve toplumsal baskılar ağırlığını artırıyor. Bu durum LGBTİ+’ların toplumun her alanında ayrımcılığa maruz kalmalarına sebep olurken, bu ayrımcılıkların yarattığı sonuçların tazminine yönelik sürdürülebilir sosyal hizmetlerin oluşmasını da zorlaştırıyor. 2016 yılında tanınmayan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıklar bugün 6701 sayılı Kanun ile “işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek ve bu konuda ulusal önleme mekanizması işlevini yerine getirmekle” görevlendirilmiş olan TİHEK’in LGBTİ+ mahpusları ayrımcılıktan korumada işlevsiz kalmasına sebep oluyor. 

Türkiye’de LGBTİ+ mahpus olmak

LGBTİ+ özneler için katı ikili cinsiyet ayrımının uygulandığı sivil ve resmi bütün mekanlar, öznelerin bedenlerine ve var oluşlarına yönelik çeşitli ayrımcı pratikler uygularlar. Bunlar norm kabul edilen ve makbul olan bedensel ve ruhsal varoluşları ödüllendirirken, bu kalıplar dışında kalan varoluşları doğrudan ya da dolaylı şekillerde cezalandırır. Geleneksel toplumsal cinsiyet algılarının sınıflandırıcı özellikler sergilediği her alan LGBTİ+’ları sözlü ve fiziksel şiddete açık hale getirir. Resmi kurumlarda kadın ve erkek dışındaki cinsiyetlerin tanınmadığını, trans kimliklerin ise patolojik olarak değerlendirildiklerini ve kimliklerindeki cinsiyet hanelerini değiştirmek istedikleri koşullarda da, kendileri bunu tercih etmese dahi bir takım hormonal ve medikal süreçlerden geçmek zorunda bırakıldıklarını görmek mümkün. Öte yandan heteroseksüellik hem resmi hem de sosyal yapılarda normatif olarak toplumsal yeniden üretime dahil oluyor. Kendini sürekli yeniden üreten na-trans heteroseksüellik bu yolda kendine karşıtlıklar belirliyor, bu karşıtlıklar üzerinden kendini yeniden üretirken aynı zamanda ötekileri de kıyılara itiyor. Tarihsel olarak bu durum, özellikle Batı’da Avrupa ülkelerinde sodomi yasaları ile kriminalize edilirken Türkiye’de seyrinin daha farklı olduğunu görüyoruz. Türkiye’de teoride cinsel yönelim temelli ayrımcılığı doğrudan mümkün kılan yasalar olmasa da pratikte norm dışı cinsel yönelimlerin marjinalize edildiğini, dışlandığı, etiketlendiğini ve hatta yasal açıklar kullanılarak cezalandırıldığını (bkz: kabahatler kanunu) görebiliriz. 

Bu ayrımcı pratiklerin en yoğun karşılaşıldığı resmi kurumlardan birisi ceza infaz sistemi olarak karşımıza çıkıyor. Erving Goffman hapishaneleri “total kurumlar” olarak tanımlar, bunlar içeride tutulanların tüm yaşantısını kapsama iddiasında olan, dışarıyla arasına katı ve keskin sınırlar koyan ve dolayısıyla içeridekiler üzerinde “total” bir tahakküm kurma potansiyeli taşıyan kurumlardır. Bu çift taraflı bir kapanmadır, içeriyi dışarıya, dışarıyı içeriye kapatır. Bu potansiyel tahakküm rejimi ve kapalılık bazı mahpusları diğerlerinden daha fazla etkileyecektir Bu noktada karşımıza özel ihtiyaç sahibi mahpuslar çıkmaktadır; akıl sağlığı ihtiyaçları olanlar, engelliler, etnik ve ırksal azınlıklar ve yerli halklar, yabancı uyruklular, LGBTİ+ bireyler, yaşlılar, ölümcül hastalığı olanlar, ölüm cezası almış olanlar ve daha nicesi hapishane ortamından daha fazla olumsuz etkilenme olasılığında olan gruplardan yalnızca bazılarıdır.  LGBTİ+ mahpuslar özelinde de ceza infaz sisteminin kuşatıcı yapısı, bürokratik işleyişi, toplumsal cinsiyete dayalı sınıflandırıcı pratikleri bu ayrımcılıkların oluşmasına alan açan en temel özellikleri oluşturur. Bu ayrımcılıklar, yapısal yetersizlikler, uygulanan mevzuatların kapsayıcı olmayışı ya da önerdiği belli bir “ıslah” biçimi ve sosyal varoluş şeklinden doğru ortaya çıkmaktadır.

LGBTİ+ mahpuslar için Türkiye’de ceza infaz sisteminde olmak ne anlama geliyor?  LGBTİ+ mahpuslar kimliklerinde bulunan cinsiyet hanesine göre bir hapishaneye yerleştirilir, burada kuruma kabul sırasında ya da sonrasında kurum idaresine kimlikleriyle ilgili açıldıklarında genel popülasyondan ayrı bölümlere yerleştirilirler. Trans mahpuslar özelinde bu açılma süreci doğrudan sözlü gerçekleşmeyebilir. Bu durum iki şekilde karşımıza çıkıyor; eğer kurumda LGBTİ+ mahpuslara tahsis edilmiş bir koğuş varsa koğuşa alınır, yoksa tekli hücrede tecrit edilir. Bir ceza infaz yöntemi olarak hapsetmek, sosyal tecriti temel almaktadır, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri dışında kimsenin tek tutulması yasal değildir, dolayısıyla LGBTİ+’lara uygulanan tecrit ikincil bir cezalandırmaya yol açar. LGBTİ+ beyanı olmayan mahpuslarla karşılaşmanız tehlikeli varsayılır ve bu olası tehditten korunmanız gerekir, bu koruma ise “güvenliğinizi” sağlamak adına sizin sosyal temas imkanlarınızın kısıtlanması anlamına gelecektir. Başka bir deyişle, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğiniz dolayısıyla cezalandırılırsınız. Halbuki bu “koruma” yalnızca öteki mahpuslardan korumadır, sizi kurum personelinin olası sözlü, fiziksel ya da psikolojik şiddetinden korumaz. Bu korumayı sağlamadığı gibi içerideki hiyerarşik yapılanma, olası ayrımcı eylemler karşısında  aksiyon almanıza engel olabilir. Bu sosyal tecridin ekonomik karşılıkları da vardır, çalışma ve açık hapishane hakkınız elinizden alınabilir, bu duruma sebep olarak sık sık “kapasite yetersizliği” gösterilir. Üstelik halihazırda ekonomik olarak güçlü bağlarınızın olmadığı, sizi dışarıda ya da içeride destekleyebilecek birileri olmadığı koşullarda başka mahpuslara ekonomik olarak bağımlı olmanıza da sebep olabilir.

Ceza İnfaz Sistemi Sivil Toplum Derneği, Türkiye’de LGBTİ+ mahpus olmak üzerine 2012 yılından beri çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmalar arasında mahpuslarla mektuplaşma, insan hakları başvuruları, soru önergeleri, hak ihlallerini raporlama gibi çalışmalardan bahsetmek mümkün. Bu bağlamda, LGBTİ+ mahpusların LGBTİ+ olmalarından doğru ortaya çıkan ve yıllardır değişmeyen birkaç ana sorundan söz etmek mümkün;

·  LGBTİ+ mahpusların Türkiye’deki her hapishanede uygulanacak özel ihtiyaç ve iyi hallerine yönelik girişim yoktur.

·  LGBTİ+ mahpuslar yargı, infaz ve infaz sonrasında adalete erişimde zorluk çekmektedir.

·  Genel popülasyondan ayrı tutulan LGBTİ+ mahpuslar fiili tecrite maruz bırakılmaktadır.

·  Mahpusların ekonomik, sosyal ve psikolojik destek ihtiyaçlarının genel olarak ailelerinden alması beklenir, LGBTİ+ kimlikleri dolayısıyla aile bağları güçlü olmayan mahpuslar çeşitli boyutlarda yalnızlaştırılmaya maruz bırakılır.

·  CİSST’e mektup ve danışma hattı üzerinden yapılan başvurular ceza infaz kurumu çalışanları ya da mahpuslar tarafından LGBTİ+ öznelere yönelik ayrımcı uygulamaların, sözlü/fiziksel ve/ya cinsel şiddet olaylarının sık rastlanan durumlar olduğunu göstermektedir. Bu ayrımcılık ve şiddet olayları sonrası süreçler ise çoğu zaman maruz bırakılan tarafın iyi halini gözetecek şekilde işletilmemektedir. 

·  Hastane ziyaretleri LGBTİ+ mahpuslar için sancılı süreçler olarak karşımıza çıkar. 

·  Her hapishane yönetimi ve hapishanenin bulunduğu ildeki hastaneler trans-spesifik sağlık hizmetleri konusunda bilgili değildir, bu durum trans mahpusların trans-spesifik sağlık hizmetlerine erişimlerinde zorluk yaşamalarına sebep olmaktadır. 

·  İkili cinsiyetlendirilmiş yapıda kurgulanan hapishaneler, LGBTİ+’ların ihtiyaç duyduğu ancak kurum iç kantininde bulunmayan ihtiyaçlar söz konusu olduğunda sorun yaratmaktadır. LGBTİ+ mahpuslara yönelik infaz sisteminde bir iyileştirme yapılmaması mahpusların ihtiyaçlarına uygun eşyalara erişememesine sebep olur.

Ayrımcılık karşıtı yasalar ve kurumlar LGBTİ+’ları neden kapsamıyor?

Hapis cezanızın infazıyla kısıtlanan haklarınız ile mahpus haklarınızın kesişiminde “insan onuruna yaraşır” bir ceza infazı temenni edilir. Haklarınız, önleyici uygulamalar ve izleme faaliyetleri de bu amaç etrafında düzenlenmektedir. Türkiye’nin ulusal mevzuatı olan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un (CGTİHK) infaz koşulları için belirlediği temel iki ilke şu şekildedir: 

(1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. 

(2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası mevzuatlarda da şu ibareler geçmektedir:

Avrupa Cezaevi Kuralları 1. Maddesi : “Özgürlüğünden yoksun bırakılan tüm kişilere insan haklarına saygılı bir şekilde davranılmalıdır. “

Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar’ın 60. Maddesi ilk fıkrası : “Kurumun uyguladığı rejim, mahpusların sorumluluğunu azaltmadan veya insan onuruna gösterilen saygıyı düşürmeden, hapishane yaşamı ile özgür yaşam arasındaki farkı asgariye indirmeye çalışır. “

Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 26. Maddesi : “Herkes, hukuk önünde eşittir ve hiç bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit olarak korunma hakkına sahiptir. Hukuk bu alanda her türlü ayrımcılığı yasaklar ve herkese ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statü ile yapılan ayrımcılığa karşı etkili ve eşit koruma sağlar.”

Hem ulusal hem de uluslararası mevzuatlarda hukuk önünde eşitlik, ayrım ya da ayrıcalık tanınmaması, işkence ve kötü muamelenin önlenmesine yönelik maddeler bulunmaktadır. Bu mevzuatların hiç birinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıklara yönelik bir koruma doğrudan belirtilmese de olası bir korumanın 9217 Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazı Hakkında Kanunda (CGTİHK) “diğer toplumsal konumlar”, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde (KSHUS) ise “başka bir statü” ile talep edilebileceğini varsayabiliriz. Ancak söz konusu ulusal önleme mekanizmaları olduğunda yukarıda bahsi geçen “diğer” ya da “başka” statülere yer verilmediğini görüyoruz. 2016 yılında “Ayrımcılığa karşı bize bir yasa lazım” diyerek bir araya gelen LGBTİ+ derneklerinin talepleri tam da buradan ortaya çıkmıştır. Bu Kanunun 3. Maddesi kapsamında “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır.” yer alır ancak cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılığa yer verilmediği gibi bu bağlamda yorumlanabilecek “diğer toplumsal konumlar” ya da “başka bir statü” gibi ibarelere de yer verilmemiştir. Sonuç olarak ayrımcılığa karşı yasalarda doğrudan kapsanmayan LGBTİ+’lar önleyici kurum ve mekanizmalar söz konusu olduğunda tamamen kapsam dışı bırakılmıştır.

Bize neden bir yasa lazım?

LGBTİ+’ların eşit hak ve tanınırlık talepleri sık sık “eşcinsel evlilik” ile ilişkilendirilir ve çoğu zaman da toplumun buna hazır olmadığı iddia edilerek hasır altı edilir. Halbuki evlilik hakkından önce sistematik olarak ayrımcılığa maruz bırakılan LGBTİ+ öznelerin eğitim, sağlık, çalışma gibi temel haklarına LGBTİ+ olmayan vatandaşlara oranla daha zor eriştiğini, bu haklardan yararlanmak istediklerinde de mobing, şiddet veya ayrımcılığa maruz kaldıklarını, bu durumu önlemek adına da pek çok koşulda kimliklerini gizlemek zorunda kaldıklarını görebiliriz. Hukuki tanınırlık ve koruma bu ayrımcılıkların önüne geçmeye, ayrımcılığın yaşandığı koşullarda LGBTİ+ öznelerin haklarını korumaya yarayacaktır. 

Modern hukuk devletlerinde insan haklarını ve onurunu koruyan hukuk sistemidir, bu sistemi işler hale getiren ve  temelini oluşturan hukuki metinler ise toplumsal dinamiklerle şekillenir. Bugünkü haliyle LGBTİ+’lara yönelik koruyucu ve önleyici yasalar kapsayıcı olmadığı gibi LGBTİ+’ları bir tür görünmezlik rejimine tabii tutmaktadır. Oysaki cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığın temel insan hakları ilkelerine girdiği noktada eşitlik ilkesine bir adım daha yaklaşacağız. LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık karşıtı yasaların varlığı, LGBTİ+ mahpusların hem yargı hem de ceza infaz süreçlerinde ayrımcılığa uğramalarının da önüne geçecektir. Zira bugün uygulandığı haliyle LGBTİ+’lar kimlikleri dolayısıyla ceza içinde ceza çekmektedir. Sağlıklı, genç, natrans heteroseksüel erkeklerin dahi pek çok bürokratik ve yapısal sorunla karşılaştığı Türkiye hapishane sistemi, söz konusu LGBTİ+ mahpuslar olduğunda içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Hali hazırda kapasite ve altyapı açısından yetersiz olan Türkiye hapishanelerinde gözden çıkarılabilecek ilk popülasyonlardan biri LGBTİ+’lardır. “Güvenliğiniz” izolasyonla sağlanır, iyi haliniz ise geleneksel topluma yapısına uyumunuz ve erişiminizin kısıtlandığı sosyal aktivite ve iş olanaklarıyla değerlendirilir.[2] Bu bağlamda Yogyakarta ilkeleri LGBTİ+ mahpusların ceza infazlarının ayrımcılıktan uzak ve eşit şekilde gerçekleşmesi adına kılavuz olabilir. Bu ilkeler arasında özellikle aşağıdaki başlıklar ceza infaz sistemiyle doğrudan ilişkilendirilebilir ve LGBTİ+ mahpusları ayrımcılığa karşı koruyan ve haklarını gözeten uygulamalara alan açabilir: 

Adil yargılanma hakkı (8. İlke): Herkesin cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği esaslı ayrımcılık olmaksızın yasa ile kurulmuş yetkin, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede, bir davada veya kendilerine yönelik bir cezai suçlama durumunda adil ve kamuya açık bir mahkeme oturumunda bulunma hakkı mevcuttur.

Özgürlüğünden Alıkonulma Koşullarında İnsanca Muamele Hakkı (9. İlke): Özgürlüğünden mahrum bırakılan herkes insani ve insan onuruna yakışır şekilde muamele görecektir. Cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet insan onurunun ayrılmaz unsurlarıdır.

İşkence ve zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kalmama hakkı (10. ilke) : Herkesin, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği ile ilgili sebepler de dahil olmak üzere, işkenceye ve zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya maruz kalmama hakkı vardır.

Eşitlikten neyi anlıyoruz?

Tüm mahpusların aynı haklara sahip olduğu koşullar “eşitlik” adı altında adaletsiz bir ceza infaz sürecini ortaya çıkarır. Çünkü eşitliğin temsil ettiği yaklaşımda tahayyül ettiği yurttaş belli bir kesimi kapsar. Herkesin eşit olduğunun varsayıldığı, ancak bazılarının daha eşit olduğu bir düzlem. Oysa ki nasıl bireyler kendilerini var eden ve içinde anlam kazandıkları toplumdan ayrı düşünülemez ise, konu haklarımız olduğunda da aynı yolla ilerlemek gerekir. Farklılıklarımızla ve benzerliklerimizle bir arada yaşamak, bu yaşamın herkes için insan onuru ve haysiyetine yaraşır olması da hepimizin sorumluluğudur. Türkiye’de LGBTİ+’lar geleneksel destek mekanizmalarından mahrum bırakılan ötekiler arasındalar. Eşitlik, eşit koşulları aramamalıdır, farklılıklarımızla harman bir şekilde eşitlenmeyi amaçlamalıyız. İdeal vatandaşı tekil bir özne ve toplumsal bağlarıyla değerlendirmek yerine aile, akrabalık ilişkileri ve cis heteroseksüel ilişkilenme etrafında kurguladığımızda bu kalıba sığmayan bireylerin eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğunu söyleyemeyiz. Bu normatif düzlemde sizi duygusal, sosyal ve ekonomik olarak destekleyerek bir yetişkin olarak topluma kazandırması beklenen kurum ailedir. Bu amaca yönelik devlet politikalarıyla çevrili bir sistemde yaşamaktayız. Halbuki atanmış ailenizin denklemde olmadığı koşullarda bu sosyal, ekonomik ve psikolojik destek mekanizmalarından maruz bırakılırsınız. Bu durum ceza infaz sisteminde çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Örneğin telefon hakkınız aile ve hısım akrabayla sınırlıdır, bu aile bireyleriyle ilişkiniz iyi değilse ya da kimsesizseniz o zaman dış dünyayla kısıtlı iletişim yöntemlerinizden birisi böylece tamamen ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla telefon hakkının ne ifade ettiği, neden mahpusların aile ve hasım akrabalarıyla sınır olduğu tekrar değerlendirilmediği koşulda eşitlikten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda LGBTİ+’ların anayasal tanınırlığı, eşitlik ilkesinde kapsama alınması mahpuslara tanınan temel hakların da tekrar gözden geçirilmesine imkan sağlayacaktır. Anayasal tanınırlıkla başlayarak ceza infazı bağlayan bütün yasa, kanun, mevzuat ve tüzüklerin LGBTİ+ özneleri kapsayıcı bir yerden kurgulanması potansiyel bir eşitliğin önünü açacaktır.  

Peki LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılıklara son vermek için yasa/lar yeterli olacak mıdır? Tabii ki de hayır. Tıpkı öteki ayrımcılık türlerinde olduğu gibi ayrımcı pratikler sosyal pratiklerimizin derinine işlemiştir ve bunları değiştirmek zaman, sabır ve kaynak ister, en nihayetinde bu bir toplumsal değişim talebidir. Ayrımcılığa karşı yasalarda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılıkların tanınması öncelikle yıllardır görmezden gelinen ayrımcı pratiklere işaret etmek demektir. Bu sebeplerden dolayı Yogyakarta ilkeleri aynı zamanda devletlerin de alması gereken sorumlulukları sıralamışlardır. Bu sorumluluklarla ilgili olarak KaosGL ve PembeHayat’ın ortak yayınladığı Türkçe çeviriyi inceleyebilir, bu sorumlulukların güncel listesine ise Yogyakarta’nın sitesindeki ingilizce kaynaktan ulaşabilirsiniz. 

Sponsored by the Rosa Luxemburg Stiftung with funds of the Federal Ministry for Economic Cooperation and Development of the Federal Republic of Germany. The content of the publication is the sole responsibility of Velvele and does not necessarily reflect the position of RLS.

Author

1 Comment

Bir Cevap Yazın