İnsanların karınca gibi gözüktüğü kalabalık kocaman bir sahile yukarıda yer alan bir terastan bakarken nerede olduğumu ve buraya nasıl geldiğimi düşünürken buluyorum kendimi. Kısa bir süre sonra arkadaşlarım hadi aşağı sahile iniyoruz diye sesleniyor. Düşünmeyi bırakıp sahile doğru peşlerinden koşuyorum. Upuzun ve geniş bir kumsal burası, hava oldukça sıcak; terliyorum. Etrafta koşturan ve eğlenen bir sürü insanın sesi çalan müziğe karışıyor. Arkadaşlarıma dönüyor ve soruyorum, neredeyiz biz? “LGBTİ+ Pride kutlaması var burada. Bunun için geldik ya hatırlamıyor musun” diyor bir ses bana. Doğru diyorum, bunca yolu bunun için geldik…
Sahilde elimde küçük bir fotoğraf makinası oradan oraya koşturmaya başlıyorum. Her şey inanılmaz güzel ve etkileyici geliyor. Dünya dolusu lubunya bir arada eğleniyoruz, maske ve mesafe yok. Tıpkı eski günlerdeki gibi, hatta daha da güzeli. Sahilde koşturmaktan biraz yorulmuşken kendimi uzun siyah saçlarım ve hippi elbisemle ayaklarım yerden kesilmiş süzülürken buluyorum. Kadın mıyım şu an diye düşünüyorum, dışarıdan kendime biraz daha bakıyorum ve karar veremiyorum “sanırım bir şey değilim” diyorum, herhangi bir cinsiyetim varmış gibi gelmiyor. Sadece kendimim ve çok mutluyum şu an, uzun saçlarım ve elbisem ile çok güzelim…
Uyandığımda ne anlam vereceğimi çok bilemesem de bir süredir devam ettiğim psikoterapi sürecime bu rüyamı taşımak istedim ve terapistime anlattım. Olumlu giden terapi sürecimde kendimle barışmamın bir işareti olabilir diye yorumladık rüyamı. Bunca yıl içinde barışmadım mı kendimle zaten diye üzerine düşündüm ama sanırım zor sorular sınavın sonuna bırakılıyor; zamanım kalırsa sonra döner bakarım demişim ama unutmuşum.
Zihnim düşünceler yumağı iken aslında çoğu zaman ikili cinsiyetin ne demek olduğunu ve benim nerede durduğumu çokça düşündüğümü fark ettim. Daha küçük bir çocukken bile “erkek ol, sen erkeksin” dediklerinde neden bir türlü “erkek” olamadığımı düşünürdüm. Diğer oğlan çocukları gibi davranmaya çalışıp beceremez, yine erkek olmayı beceremedim diye üzülürdüm. Banyoda çıplak vücudumu inceler, erkekliğimin neremde olduğunu bulmaya çalışırdım. Bulsam keşke ve onu göstersem herkese. O zaman belki benimle uğraşmaktan vazgeçerler…
Yıllar kafa karışıklığıyla geçerken ve “Ben kadın mıyım, erkek mi, her ikisi de olsam ya da hiçbiri olmasam ne olur” diye içimden kendime seslenirken dışarısı erkek olduğum konusunda hep çok emindi. İç sesim bir süre sonra bana küstü ve benimle pek konuşmaz oldu. Ben de zamanla dışarıya ikna oldum, -mış gibi yaparak yaşamayı bir performans olarak benimsedim. Cis-hetero bir erkek olduğuma da kendimi ikna etmeye çalıştım. Doğrusu buydu. Ailem, arkadaşlarım, benim dışımda herkes doğrusu bu diyordu çünkü, herkes yanılıyor olamazdı ya sonuçta!
Üniversiteye başladığım ilk yıl lubunyaları keşfettim ve hayatımın dönüm noktası oldu. Yalnız değildim ve zaten hiçbir zaman ikna olmadığım heteroluğumu da buruşturup bir kenara attım. Lubunyaydım artık ama gey erkek olarak. Etrafımda cinsiyetiyle arası iyi gibi gözüken lubunyalar ve cinsiyet uyum sürecinde olan translar vardı artık. Bir şeyi “seçmem” gerekiyorsa eğer mecburen “gey erkek” olacaktım şimdi. Sonradan queer/kuir konuşur ve tartışırken de zaten yıllarca bekleyip zar zor edindiğim geyliğimden vazgeçmeyi göze alamadım. Ayrıca kuirliğin de gizli bir kuralı vardı sanki, marjinal olmalıydım, dışarıdan görenlere cinsiyetim ve cinsel yönelimim ile ilgili sürekli kafa karıştırıcı şekilde gözükmeliydim. Ben de her şey herkese sanki tam mı uyuyor, varsın gey kalayım diye avuttum kendimi ve -mış gibi yapmaya devam ettim. Diğer yandan yakın çevrem dışında aileme bile hala cis-hetero performansı gösterirken Oscar adaylığına kadar eriştim kendimce. Dışarısı vardı hala, yakıcı ve kocaman, hiçbir zaman kaçamadığın.
Pandeminin bana en olumlu yanı sanırım evde canı sıkılıp oturan bir kişi olmaktan öteye geçme cesaretiyle online terapiye başlamam oldu. Çok uzun zaman sonra kendimle konuşmaya başladım yeniden. Çok ihmal etmişim kendimi, küsmüş bana cidden. Anlat dedim anlattı sessiz geçen yılları, sohbet ettik bolca. Sonra bir sabah uyandım ve biricikliğimin farkında dünyaya duyurmak istedim non-binary olduğumu;
“Merhaba dünyalılar, yıllardır içine girmeye ve uymaya çalıştığım ‘erkeklik’ hakkında hep çok düşündüm. Başka erkeklikler de mümkün diye savundum yıllarca ama sanırım artık olmuyor… Hayatımı nasıl yaşayacağım pek bana bırakılmadı. Nasıl görüneceğim, nasıl hissedeceğim, nasıl konuşacağım vb. üzerine söz hakkım da pek olmadı ama en azından artık şundan eminim. Ben bu ikili cinsiyet rejimini reddediyorum. Ne kadınım ne erkeğim ya da aynı anda karmakarışık olarak her şeyim. Kafamda net olan ise ‘biyolojik’ ya da “toplumsal” başına ne koyarsanız koyun bir “erkek” değilim ve öyle hissetmiyorum…”